İzmir Körfezi’ne eylül ayından itibaren yaklaşık üç ay süren palamut avı başlar. Bilindiği gibi palamut göçebe; diğer bir deyişle geçit balığıdır. Karadeniz, İstanbul Boğazı, Marmara Denizi, Çanakkale derken bizim sularımıza kadar iner. 300-350 gram civarındaki bireylere de«Çingene palamutu” deniliyor olsa da, bölgemizde bulunan uskumrugillerden bir diğer tür olan (Auxis thazard) tombik balığı da «çingene palamutu, gobene” olarak bilinir. Zaten tombik ile palamut balıkları bilmeyenlerin rahatlıkla karıştırdıkları iki ayrı türlerdir. Çingenepalamudu, Palamut, Zindan Delen ve Torik (Sarda sarda) diye palazlanmalarına, büyümelerine göre isim alırlar. Eylül ayında çıktığım palamut avında ağlarımıza takılanlar ise Çingene Palamutları (Auxis thazard) idi.
Gülbahçe Körfezi’nde Palamut Avı
Özbek Köyünün kahvesinde otururken Betri Kaptanın oğlu Ahmet, «Güzel abla bu sene Palamut avına gelmiyor musun? « deyince, bu seferi sevinerek kabul ettim. Köroğlu isimli tekneye binmek için akşam üsttü Özbek Su ürünleri Kooperatifinin balıkçı barınağında sözleştik. Köroğlu isimli tekne yaklaşık 7 metre olduğu için, en fazla 3 kişi alıyordu. Anlayacağınız teknede fazla kalabalık değildik. Akşam üsttü yaklaşık 17:00 sıralarında limandan ayrıldık. Gülbahçe Körfezinin daha içerlerinde olan Turhasan mevkiine yarım saatte varmıştık. Gülbahçe Körfezi, İzmir Körfezi’nin içinde bir körfez. Umarım bir gün deniz bilimcilerimiz ve dil bilimcilerimiz körfez kelimesinin tam tanımını yaparlarda Körfez içinde körfez tanımlaması son bulur. Çoğunluğunun doğal olarak karıştırdığı bu tanım kargaşasından kurtuluruz. Neyse biz avımıza dönelim. Pancar motorun gürültüsü dindiğinde denizin ne kadar sessiz olduğunu fark etmiştim. Denizden nerdeyse çıt çıkmıyordu. Aynakıç olan teknenin arkasına güzelce istiflenmiş uzatma ağlarını Betri Kaptan ve oğlu Ahmet denize bırakıyorlardı. Durgun havada ağlar suya değdiği anda sesi körfez de yankılanarak duyuluyordu. Bu mevki fazla derin değildi. Derinliği sadece 13 metre olan suya nerdeyse 750 metre civarında ağ atmıştık. Ağ denizde boydan boya bir duvar gibi kalıyormuş geldi. Kaptan «sırayla her gece bir balıkçı bu dar alanda ağ atar” diye bilgi verdi. «Yahu” dedim «balığın kaçacak bir deliği kalmamış”. «Siz esas Mordoğan açıklarında Uzun adanın orada bekleyen gırgır teknelerini görseniz” dedi baba,oğul.
O da Kaplumbağın Nafakası
Buralara kumluk alanlar ve besin bol olduğundan kaplumbağların geldiğini biliyordum. Balıkçıların ağlarındaki palamutlarını da fark ettiklerinde hiç affetmiyorlarmış. Bir seferinde Betri kaptanın ağlarına kocaman bir kaplumbağa takılmış. Kaptanda ağı keserek hayvanı serbest bırakmış. «Biz nasıl nafakaya koşuyorsak bu hayvanda nafakası için koşturuyor” dedi. Betri kaptan sevgiyle «kaplumbağa serbest kalmasına rağmen limana kadar bizim tekneyi takip etmişti” diye ekledi.
Ağların Toplanması
Gecede ay yoktu. Karanlığın içinde giderken yakamozların ışığı ile deniz aydınlanıyordu. Ağları toplamak için yerimizi tanımak için attığımız sarı şamandırayı görmüştük. Ağları çekerken Çingene palamutların pırıl pırıl parladıklarını görüyordum. Bir de ağa lüfer takılmıştı. Ertesi gün öğle vakti, saat 12: 00 de başlayan balık mezadında bizim yakaladığımız balıklar satılacaktı. Tüm balıklar, karidesler, kalamar ve sübye burada açık artırma ile satılıyordu. Fazla olanı ise ya Güzelbahçe’ye ya da balık haline götürüyorlardı. Ahmet’in dediğine göre tüm balıkların fiyatları mezat sırasında değişse de çift satılan Çingene palamudun fiyatı belirlendikten sonra değişmezmiş. «O yüzden mezat sırasında ilk palamutlar gidiyor” diye ekledi. Sohbet ede ede yol alırken o günkü nafakayı çıkarmanın keyfi içinde Betri Kaptan türküsüne başladı. Yakamozların ışıkları arasında yol alan tekne mücevher gibi bir denizde parlayarak ilerliyordu…