Ortalıkta bunca yolsuzluk ve rüşvet iddiaları var iken iktidar partisi neden ve nasıl bu düzeyde bir oy oranını sahip olabiliyor? Seçim sonucunu doğru olarak algılamak için, AKP’nin izlediği «Kapıkullaştırma Stratejisi”ni, bir başka deyişle yoksullaştırma politikalarını irdelemek gerekiyor. Bu nedenle yoksulluğu yaratan işsizlik, ücret düşüklüğü ve gelir dağılımı ile ilgili tespitlere gereksinme var kanısındayım. Sıralayalım:
– Ülkede kapanan ve üretimi kısıtlanan sanayi ve hizmet sektöründe işsizlik artmış ve taşeronlaşma ortaya çıkmış. İşsizliğin artması ve emek ücretlerinin gerilemesi gelir dağılımını aşırı bozmuş.
– Türkiye de 1 milyon taşeron işçi çalıştırılıyor. Bir milyon taşeron işçiden 600 bini kamu ve 400 bini de özel sektörde hizmet vermekte. İşe giriş ağır sözleşmelerle başlıyor. Bir “istifa dilekçesi” imzalattırılıyor ve sorun çıktığı zaman işe son veriliyor. Özel işyerlerinde çalışan her 100 kişiden 4’ü vergisiz ve sigortasız çalıştırılmakta. Bu 3,5 milyon kaçak işçi demek.
– Kırsalda küçük ve orta ölçekli tarım işletmeleriyle yapılan ile aile çiftçiliğinin, endüstriyel dev ölçekli işletmeler ikame edilerek bitirilmesi doğrultusunda politikalar izlenmiş. Bu şekilde köylerin boşaltılmasıyla kentlere gelen, ancak iş ve aş bulamayan yoksul köylülerin denetimi daha kolay bir duruma gelmiş.
– Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı’nın raporlarına göre, Türkiye nüfusunun yüzde 19’u yoksulluk sınırında. Bir başka deyişle neredeyse beş kişiden biri yoksul. Türkiye, yoksulluk indeksinde dünyanın en kötü durumda ülkelerinden biri.
– Cinsiyet Eşitsizliği İndeksi’nde Türkiye, bu sıralamada 138 ülke arasında 77’inci geliyor. Türkiye, cinsiyet eşitsizliği açısından Arap ülkelerine benziyor.
– Kimsenin kimseyi kandırmaya hakkı yok. Birleşmiş Milletler’in hazırladığı rapor bize çıplak gerçekleri gösteriyor. Kısaca; Türkiye, eşitsizlik indeksinde üçüncü kümede, yoksulluk indeksinde en yüksek puana sahip ülkeler arasında, Kadının toplum içinde yeri yüz kızartıcı bir durumda.
– Yabancıların ve yerli para babalarının denetiminde olan medya, evlendirme, para kazandırma, yemek hazırlama ve diğer yarışma programlarıyla insanlarımızı uyutma görevini yapmış.
– Sonuçta yaratılan yoksullukla mücadele için yeni iş olanakları yaratma yerine, kömür, erzak hatta dayanıklı ev eşyası yardımları, sosyal devlet adına yapılmış. Sadaka kültürü toplumda egemen durumu getirilmiş.
NEDEN OY ALIYORLAR?
Kimler AKP’ye oy veriyor?
En yoksullar ve yoksullaşma sürecine giren orta tabakanın bir kesimi, muhalefet partileri daha iyi bir yaşam için güven ve umut veremediği için AKP’ye oy veriyorlar.
Toplumun en alt gelir grubuna sahip katmanlar yanında var olan sistemden yararlanan üst gelir grupları, söz gelişi AKP ile zenginleşen İslamcı motiflere sahip burjuvazi ile iktidarla iyi geçinmeye çalışan laik burjuvazi de AKP’ye oy veriyor. Aslında bu durum bir ikilemi de içinde taşıyor.
AKP, önce yoksullaştırdığı kesimlere, en alt düzeyde geçimlerini sağlayacak düzeyde kamu kaynaklarıyla yardım etmekte. Yardım alanlarının sayılarının 14 milyon olduğu bildiriliyor. Merkezi hükümet ve belediyeler tarafından sağlanan onlarca yardım kalemi var; sözgelişi burslar, okul kitaplarının ücretsiz dağılımı, başlangıçta bedava gibi gösterilen sağlık hizmetleri, okul sütü projesi, gıda-kömür yardımları, dul aylığı ve diğer sosyal yardımlar bunlara örnek olarak verilebilir.
Anılan maddi olanaklar, yoksulları bunları sağlayan partiye yönlendirmede başat rol oynamış ve Kapıkullaştırma Stratejisi başarılı olmuştur.
Kısaca, AKP’ye oy vermenin birinci etmeninin dünyanın her yerinde olduğu gibi Türkiye’de de, ekonomik durum olduğunu söyleyebiliriz. Oy veren yoksul çoğunluk için, hayatını sürdürebilme amacı egemen olmuştur.Özgürlükler ile ilgi alanlar onlar için öncelikli olmamış, olmuyor.
Ancak toplumsal olayları elbette tek bir etmenle açıklama olanağı yok. Ekonomi ile birlikte diğer etmenler, örneğin üst yapı etmenleri karşılıklı etkileşim içine girerler ve sonucu şekillendirirler. Bunları şöyle sıralayabilir miyiz?
– Oy veren halkımızın bir kesimi haksızlık ve yolsuzluğa fazla duyarlı değil. Bu kesimde bir haksızlık yolsuzluk varsa ona ilke temelinde karşı olmak yerine, «Bal tutan parmağını yalar” özdeyişi egemen olmuş. O yüzden de bunlardan fazla etkilenmediği gözlemleniyor.
– Halkımızın bir kesimi sert söylemi seviyor. Örneğin Erdoğan’ın AB ve ABD’ye posta atar gibi söylemleri, gerektiğinde büyükelçiyi göndermekle tehdit etmesi, halkın hoşuna gidiyor. Ancak Batı da AKP hükümetinin kendilerinden kopamayacağını biliyor.
– Halkımızın bir kesimi, hukuk devleti, çevre katliamı, yaşam tarzına müdahale, kültür ve sanat politikası üzerine baskılar, katılımcılık gibi konularla ilgilenmiyor. Burada, toplumun bir kesimi ile diğer kesimin temel değerleri arasında önemli bir farklılaşmanın ortaya çıkmakta olduğu söylenebilir. Prof. Yılmaz Esmer, bu farklılaşmayı insanların kendilerine iletilmeye çalışılan mesajları, temel değerlerine uygun bir şekilde algılamalarına bağlıyor(*)
– Anılan farklılaşmanın gelir dağılımını bölüşümü ile bağlantısı doğrudan var. Örneğin orta gelir grubuna sahip toplum kesimlerinde ve eğitim düzeyi yükseldikçe AKP’nin oylarında düşme gözlemleniyor. Sözgelişi göreli olarak gelir düzeyi daha yüksek bölgeler olan kıyı şeridinde ve Ege’de, İstanbul’un Beşiktaş’ta ve Kadıköy’de AKP dışındaki partilerin oylarının daha yüksek çıkması rastlantısal değil.
– Bunlara diğer etmenler de eklenebilir. Sonuçta Erdoğan’ın söylemleriyle aslında her iki kesim arasında var olan kutuplaşma keskinleşmiş durumda. İki taraf birbirini tehdit olarak algılamaya başlamış. AKP’ye oy veren kitle «Erdoğan ne yaparsa güzel ve doğru yapar” görüşünden ödün vermiyor.
————————————————————————————————————–
(*)Prof.Dr.Yılmaz Esmer’in aktardığına göre Inglehart adlı araştırıcı temel değerler bakımından farklılaşmayı şöyle açıklıyor: Halkın temel değerleri materyalist ve postmateryalist olarak şekillenir. Dünyanın iki boyutta bir kültür haritasını çıkarmak mümkündür.
Materyalist değerler, hayatı sürdürmekle ilgili değerler ve duyarlılıklardır. Örneğin maddi yaşamı sürdürmek için gerekli olanakların sağlanması, eğitim ve sağlık konusunda elde ettikleri kazanımların korunması, dinin, ailenin, milliyetçiliğin, şovenizmin önemli olması gibi. Bu değerler tarım toplumundan sanayi toplumuna geçiş sürecinde de egemenliğini sürdürmeye devam ediyor.
İkincisinde ise post-materyalist ve seküler değerler. Sanayileşme aşamasını tamamlamış topluluklarda ve temel materyalist olanaklarına sahip kesimlerde ortaya çıkıyor. Bunlar özgürlükler, çevreye duyarlılık, estetik değerler, kadın-erkek eşitliği, cinsel özgürlük gibi değerler olarak özetlenebilir.