‘Arap Baharı’ denilen Amerika’nın yeni sömürgeleştirme hareketleri hepimize Arap ve İslam dünyasına yeniden ve derinden bakmamızı şart koşuyor.
Mesela yüzün üstünde üniversite ve onlarca başarılı ilahiyat fakültesi ve ekranlarda bitmeyen ‘din’ tartışmaları ve birçok parlak İslam bilginimize rağmen, ülkemizde, şu anda, Orta-Doğu’yu peşinden sürükleyen ‘vehhabilik’ ve kökü ‘bedevilik’ üzerine bilgiler çok sınırlıdır.
Daha doğrusu geniş kitleler Arap, İslam, şehir, bedevi gibi fazlaca kullanılan bu kavramları iyi bilmediği için çorba gibi karıştırır, o çok fiyakası yapılan ‘İslam’ konusunda cehaletleri sırıtır.
İslam ‘şehrin’ dinidir, şehir (Medine) ne demek sosyolojik anlamıyla bilinmeden İslam’ın ne olduğu anlaşılmaz. Emevi, Abbasi, Endülüs, Selçuklu ve Osmanlı’nın çağlarının en büyük, çok çeşitli, çok kültürlü, çok ırklı en kalabalık şehirlerini inşa ettiğini unutmayalım.
Şehrin çok çeşitli sosyal kültürü, mimariden müziğe tarikat ve sosyal örgütlenmelere medreselerine kadar çok derin gelenekler inşa etmiştir.
Şehir, İslam kültür ve geleneklerinin oluştuğu yerdir, çöl ise bomboş bir yerdir, aslında şehri anlamak için önce Bedevi’yi yani çöl kültürünü tanımak lazım.
Aksine ‘Bedevilik’in üstünden atlanmış, nasıl bir kültür tartışılmamış ve İslam ve Arap kelimeleriyle haksızca hala yan yana iç içe kullanılmaya devam etmiş ve ‘çöl arabı’ deyip işin içinden sıyrılmışız.
Oysa geniş kitleler bir yana ülkemiz İslam bilginleri ‘Arap’ kelimesine duydukları kutsal saygıdan olsa gerek ‘Bedevilik’in ne olduğunu bir türlü anlamak istememişler, sağcısı solcusu ilericisi müslümanıyla ülkemiz insanı böylelikle ‘İslam’ın ne olduğunu zihinlerinde çok doğru bir yere koyamayarak bugünkü işgal günlerine geldik.
Baştan söyleyeyim, şaşıracaksınız ama bugün Avustralya için büyük çoğunluğu bir türlü ‘ehlileştirilemeyen’ ‘şehirleştirilemeyen’ ‘aborjinler’ ne anlama geliyorsa Arap dünyası için de ‘bedevi’ aynı şey’dir.
Hatta sömürge tarihi bize 19. yüzyıl içinde kuzey ve güney Amerika’daki tüm Kızılderili halklarının topyekün kazındığını, kültürlerini terk ettiğini, birçoğunun bağımsızlık için intihar savaşlarına girdiğini, birçoğunun beyazlarla anlaştığını, birçoğu vergi vermeye razı olduğunu, birçoğu kamplarda eriye bite alışa alışa kamplaşarak varoşlaşarak şehirleştiğini, vs., nihayetinde ‘tarih sahnesinden topyekün’ çekildiklerini gösterdi.
Ya da Eskimolar ya da Orta Afrika’nın animist kültürleri ya azala azala ya değişerek ya da modern kültüre yenilerek yok olmaya yüz tuttuklarına şahit olduk.
Bedevilik, Kızılderililer, yerli kültürler, Eskimolar, aborjinler, vs. hiçbirine benzemeyen bir başka tarih yaşadılar.
İslam gibi şehirli sosyal bir dine rağmen, ve en ücra kasabalarına kadar çok sert sosyal ve siyasi devrimlere rağmen, tarihin en büyük servetleri bu şehirlere taşınmasına, tarihin bütün ana yolları bu şehirlere bağlanmasına, ve bütün insanlığın gözleri Mekke ve Medine’ye çevrilmesine ve tarihin en gözde üniversitelerinin bu coğrafyada yüzlerce yıl ayakta kalmasına rağmen, İslam dininin, Arap yarımadasında asırlar boyu Bedeviler’i topyekün tarihten silmeye gücü yetmedi.
Yani İslam’ın henüz ilk yüzyılında Uzak Doğu’ya ulaşmasına rağmen Mekke ve Medine’ye yüz kilometrelik yerlere 18. yüzyıla kadar uzanamadığı ve Bedevi hayatını bütünüyle sosyalleştirip tarihe gömemediği bir ‘gerçektir’.
Peki Bedevi kimdir, çapulcudur, nehir kenarında yerleşikler ve kervanları soyarlar, deve çobanları da diyebilirsiniz ancak deve çobanlığının şerefli bir iş olarak görmezler, öldürmek soymak ‘şereftir’, sinsilik hile kaçmak bedevi destanlarının kahramanlık şarkılarıdır, katilleri himaye etmek kabile reisleri için en büyük şereftir, kendi soyunun şerefini kutsamak ve kendi kabilesinden olmayanları aşağılamak karakterleridir.
At, deve hırsızlığı soygun ve talana birçok ‘yerli’ kültüründe de çokça şahit olunur ama hiçbir yerli kültür hırsızlığını ‘şerefli’ bir gaza olarak görmez.
Bedevilik soygunu kutsallaştıran kahramanlaştıran bir kültürdür.
Orta Asya’nın derinliklerinden Bilge Kağan’dan beri Türkler’in kervanlara koruculuk, bekçilik yapması Anadolu’ya akan öncü Türkler’in nasıl çok büyük karakteristik özelliği olmuşsa ‘soygunculuk ta’ Bedevi kültürüdür.
Bir soygun partisi için çölde bin kilometre gidip gelmek Bedevi için iş değildir.
Gerçekte Bedevi kimdir, nedir, ülkemiz aydınlarının üstünkörü geçiştirdiği bu konu bu satırları çok aşar. Basra Körfezi’nden Fas’a kadar Arap topraklarına iyice bakın, upuzun ve birçok yerlerde derinlikleri hala keşfedilmemiş büyük sahra çöllerini göreceksiniz. Çöl, sadece deve ve kıl çadır değildir.
Çöl, tarihin bilinmeyen günlerinden beri ‘çapulculukla’ geçinen ve çok sert kabile hiyerarşileri olan birbirinden bağımsız yaşayan vahşiliklerini insan aklının almadığı bambaşka bir kültürdür.
Çöl’ün Allah’ı yoktur.
Kitapçıya gidin ilkel ve yerli kültürleri anlatan sayısız kitap bulacaksınız, şaşıracaksınız Bedevi dışında üretmeden yaşayan bir kültürü tarih yazmamıştır.
Oysa bu çöl kültürü bizleri de binlerce yıldır derinden etkilemiş ve birçok unsurunu hayatımıza sokmuştur. Mesela alın size ‘dansözlük’, çöl’den gelmedir, alın size dünyanın en güzel dili Arapça bu çölde doğdu ve kültürümüzü işgal etti. Alın size uçsuz bucaksız kervanların güvenlik kültürü ve Kayseri’ye kadar gelen yorulmak bilmeyen eşekleri, günlerce susuz yürüyen develeri de kültürümüz oldu.
Bedevi taharetini kesik kesik işemesiyle meşhur Deve sidiğiyle yapar, kadınları saçlarının her bir perçemini hançer ucu gibi kıvırmasını yine deve sidiğiyle sağlar, ayrıntılara sayfalar yetmez.
Çöl’de yaşayanlar güneşi hiç sevmez güneş cehennemin kendisidir, çölde yaşayanların sevgilisi ay’dır, geceleyin ay’ın vahaları çimlemesi çiğleştirmesi nemlendirmesi hayatın her şeyidir, bu yüzden ay’ın hareketlerini ezbere bilirler, Peygamber’in kameri ay hesabı bu yüzden hızla tutmuştur.
Çöl’de asabiye yani soy kültürü şeref ve onurun her şeyidir, her Bedevi mutlaka soylu bir kabileden gelmekle övünür, bu yüzden soyun izini süren şecereler kabile içinde birilerine mutlaka ezberlettirilmiş ve soya dayalı bu şeref kültürünü onca evliyaya rağmen İslam ortadan kaldıramamıştır.
Ülkemizde kaynaklar çok sınırlı ancak hayat uzun, bir yerlerden Bedevi ve Çöl Kültürü’nün ne olduğu bilgilerini bulup okursunuz, konumuza geçelim.
Bizim bildiğimiz ve yaşadığımız İslam, Mekke ve Medine’de yani şehre indi, bugün İslam’ın ilk yüzyıllarında Mekke, Medine, Şam, Bağdat, Kahire, Basra, Endülüs ve çok sonra İran ve Anadolu şehirleri hakkında elimizde enfes kitaplar mevcut, her biri, çok ırklı çok kültürlü çağlarının en gelişmiş insanlık kültürüne büyük değerler katan kozmopolit dünya şehirleri.
Fakat bundan iki yüzyıl önce 1800’li yıllara varmadan Arap Yarımadası’nda bambaşka bir ‘din’ peydah oluyor: Vehhabilik.
Vehhabilik bir ‘Bedevi’ dinidir, yani şehirle medeniyetle hiçbir ilişkisi yok. Basra’dan Bağdat’a ordan Şam’a kadar yerleşim ve kervan yollarını soyan çapulcu bedeviler üzerinde etkisi olmuş ve zamanla kurumsallaşmış bir yeni ‘mezhep’.
Vehhabilik kendine 12. yüzyıldan İbn Teymiyye’yi ve Ehli Sünnet’in hak bildiği Hanbeli hazretlerini örnek aldı, İslam’ı saf arınmış ilk günkü gibi bir şekilde yaşamak diye tarif ediyor, buna ‘selefilik’ diyoruz.
Selefiliğin çok tartışılan yönü medeniyete ve şehre karşı bir ‘mezhep’, şarkı söyleyenler, çalgı çalanlar, türbe ziyaret edenler, uzun kollu elbise giyenler, bıyık uzatanlar, tütün içenler, hepsi ‘putperestlik’ olarak kabul görüp bedeviler tarafından erkekleri kesilip kadınlarının karınları deşilip çocukları ortadan kaldırılıp yola çıkıyorlar, Taliban’a kadar.
1800 yıllardan itibaren Mekke’ye saldırmaya başlıyorlar, 19. yüzyıl boyunca, Mısır’da İbrahim Paşa, Osmanlı Türkleri ve İran Şiileriyle ölümcül savaşlar veriyorlar.
Birinci Dünya Savaşı öncesi İngilizler’in bölgeye geldiği günlere kadar uçsuz bucaksız çöllerde etkili bir küçük emirlik oluşturdukları söylenemez, ancak, Vehhabilik önce Suud ailesinin himayesiyle büyüyor kurumsallaşıyor sonra da Büyük Britanya ile anlaşarak tarih sahnesinde kökleşiyor.
Peki neden bu Bedevi dini Vehhabilik birçok mezhep gibi tarih sahnesinde kaybolmadı, çünkü Vehhabilik, üretmeden yaşayan Bedevi çöllerinde ‘petrol ve altın’ ve kervan yollarının en alası Mekke Hac turizmini ele geçirdi.
İlk günkü İslam’ı yaşamak adına yola çıkan bu din, yeni, uygar, modern ne varsa adına Bid’at dedi, yani İslam’a sonradan sokulan hayırsız günah şey… Peygamberin sokağından Osmanlı kalesine kadar her şeyi yakıp yıkmakta beis görmediler, ancak, İslam’ın ilk günlerinde hiç olmayan ‘gökdelenler’ inşa etmekten çekinmediler.
İslam’ın ilk günlerinde hiç olmayan dünyanın en büyük kafir ordularıyla anlaşmada da bir sakınca görmediler, kafirlerden zırhlı silahlar toplar tüfekler almaktan da rahatsız olmadılar, çünkü uçaklar, silahlar, altından sarayların hepsi din’in fıkıh alimlerince ‘bidat’ı hasene’ yani güzel adetler olarak benimsendi.
Bugün Arap Yarımadası’na tam olarak hakimdirler ve sosyal yaşamları ortadadır, kısaca toplumu mahrem nikahlı kadınları gibi görüp ‘düzenlemenin’ adına İslam demişlerdir, ne yazık ki toplumu mahrem nikahlı karısı gibi görme alışkanlığı bugünlerde birçok İslamcı yazarın da dünya görüşü haline çoktan gelmiştir.
Bizim İslam alimlerimiz Vehhabilik’in kökenlerinde İbn Teymiyye ve Hanbeli Hazretleri olunca seslerini çıkartmadılar ve Vehhabilik’i ‘sosyolojik, antropolojik’ olarak tartışmadılar.
Çok uzun tartışırsak Bedevinin sinsilik hilecilik ve ikiyüzlülüğün ve çalışmadan üretmeden yaşayan kültürünün hokus pokus abra kadavra nasıl İslam akidesi haline dönüştürüldüğü apaçık görünür.
Bugün altın saraylarda oturan İngilizlerin sözde krallaştırdığı Suud ailesi, dışarıda başka içeride bambaşka bir hayat sürerler, bu mahrem hayatın şaşaası debdebesi ayrıntılarıyla incelendiğinde Bedevi Kültürü’nün hiç değişmeden ‘din’ kisvesi altında yoluna devam ettiği çok açık görülür ve her mümin Müslüman bu akıl almaz müsrif insanlık dışı lüks hayatından iğrenir.
Ve zamanla bu Bedevi dininin ne kadarı İslam ne kadarı ‘uydurmadır’, sorgulayacak uyaracak tartışacak İslam alimlerinin sayısı da günümüzde kalmamıştır.
Bugün bu bedevi dini yine Şii İran’ıyla düşman yine Mısır’la Türkiye’yle düşman, dün İngiliz bugün Amerika’yla siyasi ve silah anlaşmaları devam ediyor.
Ancak nasıl 1900’lü yıllarda Büyük Britanya Suudlar’ın tarih sahnesine çıkmasında büyük kapılar açmışsa bugün de benzer bir siyasi sıçrayışlarına şahit oluyoruz, şöyle:
Suudlar bugün Arap Devrimi’yle Mısır’da Müslüman Kardeşler ve Türkiye’de Adalet ve Kalkınma Partisi ile en yakın siyasi ortaklar olarak kucak kucağa.
Sadece Amerikancı siyasetleri değil, Suud ailesinin Bedeviler için icat ettikleri, uygarlık gelenek sosyal hayat düşmanlıkları, şaşılacak bir şekilde hem Müslüman Kardeşler hem AKP siyasetinde fazlasıyla benzerlikler gösteriyor.
Amerikan Arap Devrimi’nin motoru olan bu ittifak dikkat edin sosyal hayata, geleneklere, şehre ve kurumlara karşı Bedevi sinsiliği Bedevi hileciliği Bedevi ikiyüzlülüğüyle tıpkı çöl Bedevisi vahşiliğiyle şehirlerimize saldırıyorlar.
Bizim için korkulan tarafı ise, iç ve dış siyasette yükselen bu ‘Bedevi’ kültürü, binlerce yıllık Selçuklu ve Osmanlı şehir gelenekleri içinde büyüyen Anadolu Müslüman Hayatı’nı da dönüştürmeye başlamış olmasıdır.
En azından kendilerine muhafazakar, İslamcı, Müslüman diyen gazete ve yazarlara bir bakın, Ergenekon’dan Fenerbahçe’ye üniversitelerden Beyoğlu Sokakları’na tapulara ve derelere el koyan siyasi hükümete kadar olup biten vahşi haksızlıklar karşısında sesleri çıkmadığı gibi, bu vahşilikleri ikiyüzlülükle İslam’ı bir kılıfa ‘fıkha’ oturtma gayreti içindeler.
Müslüman dünya tarihinin Şam, Kahire, Bağdat, Konya, Bursa ve İstanbul’una bakın, bugünkü kadar vahşi, hukuk adına gasp, işgal ve yağma sahnelerini bulmakta çok zorlanırsınız.
Gasp, işgal, yağma, talan bir Bedevi kültürüydü, şimdi atalarımızın her bir taşını dualarla bize emanet ettiği tarihin bu en asil şehirlerinde vakayı adiye haline döndü.
Ama asıl soru bu topraklarda din adına Müslümanlık adına yetiştirdiğimiz çocuklar nasıl oldu da çölün vahşi bedevilerine dönüştüler?
Üzerinde çokca konuşacağız, ama şimdilik söyleyeceğim, hızla Bedevileşen bu kardeşlerimiz, çocukluklarından beri güya şehirdeydiler ama gerçekte: çöl kadar soyut, çöl kadar eşyasız, çöl kadar kültürsüz, çöl gibi reislere şeyhlere bağlı, çöl kadar sahipsiz, çöl kadar yoksul, çöl kadar sıkıcı, çöl kadar insafsız, çöl kadar vahşi cemaatler okullar sokaklar dernekler içinde büyüdüler.
… büyür büyümez, ne buldularsa kaptılar, ne gördülerse çaldılar, kimi gördülerse ortadan kaldırdılar, başkasını hayatlarına ölümcül tehdit olarak bildiler, bu uçsuz bucaksız çölde tek çare, kabile hiyerarşisi içinde birbirlerine kenetlenip kendilerini himaye eden kafir de olsa baş eğip, derelerimizden sokaklarımıza hukukumuza kurumlarımıza hücuma geçtiler…