Ege’nin ve Akdeniz’le birleştiği yerde, Datça yarımadasının uçunda zarif Knidos feneri! Onu tekne ile geçerken görmemenizin imkanı yoktur. İsmi birkaç kez değişen Kriya, Tekdir, Deve Boynu ve Knidos Feneri. Burası için Türkiye’nin güneybatısındaki en uç noktası diyebiliriz. Denize inen, yarların üstünde mücevher gibi beyaz Knidos feneri gündüz bile parlamaya devam eder. Kayaların üstünde bembeyaz zarif, aynı zamanda heybetli cüssesi gelen geçen gemileri selamlar durur. Önünden geçerken «burada yaşamak nasıl bir duygudur” diye kendi kendime hep sormuşumdur. Jules Verne’nin «Dünyanın Ucundaki Fener” romanındaki fener kadar uzak olmasa da böyle bir yerde yaşamanın ve fenerci olmanın farklı olduğunu düşünürdüm. Tek başına doğanın ortasında yaşamak, geceleri uyanık olmak, kendi kendine yetebilmek, tüm bu özelliklerin fenerci de olması gerektiğini az çok biliyordum. Knidos Fenercisi Birol Amcanın hikayesini dinledikten sonra buna daha çok inandım. Hepimizin bir dönem böylesine yerlerde yaşamamızın iyi olacağını sohbetim sırasında düşündüm. Fenercimiz ünlü denizcimiz Turgut Reis’in köyünde doğmuş. Şimdilerde Bodrum içinde ayrı bir şehre dönüşen Turgut Reis beldesinin onun doğdu köy ile hiçbir alakası kalmamış. 1931 yılında Knidos feneri Fransızlar tarafından yapıldıktan sonra Bodrum fenerinden gelen babası burada fenerci olarak işe başlamış. Babası, annesi ve ağabeyinden sonra aldığı fenerci bayrağını 53 yıl boyunca burada sallamış. 53 yıl boyunca fenerde yaşam! Tüm sülale fenerci.. Amcalar, halalar teyzeler buna dahil. Fenerci olmak için fenerde doğmak lazım ya da iyi bir denizci olmak, denizi bilmek. Knidos fenercisi sohbet sırasında memnun, birasını yudumlarken, ben de onun yaşamını dinlemenin keyfi içindeydim. Hep kulaktan kulağa duyduğum şimdi emekli olan Yazı Köyde oturan Fenerci ile tanışmak istemişsimdir. Nihayet kurban bayramında onunla sohbet etme fırsatını yakalamıştım. Knidos’un antik limanında bulunan lokantada Atilla Kaptan ve annemin sayesinde buluşabildiğimiz fenerci Birol Amca yaşam hikayesini bizlerle paylaşmıştı.
Knidos yüzyıllardır denizciler için önemli bir antik şehir. Şehirde iki liman bulunuyor. Büyük liman ticari, küçük liman ise askeri liman olarak kullanılmış. Büyük limanın girişinde Knidosun aslanlı heykelinin üstündeki kalede ateş yakılıp fener olarak kullanılırmış. Bu aslanlı heykeli 1800 lü yıllarda İngilizler tarafından British Müzesine götürülmüş. İngiltere’de Knidos aslanını gördüm. Ona dokundum. Garip bir duygu… Neyse o tarihlerde, antik dönemde fener filan yok tabii. Tüm kalelerde ateş yakıp haberleşirlermiş. Knidos gemiler için önemli bir yer. Ege’nin ve Akdeniz’in birleştiği yer. 1931 yılında Fransız bu feneri inşa etmişler. Fener önceleri, petrol daha sonra asetilen ile çalışırken şimdilerde gündüzleri fotosel, geceleri ise elektrik devreye girerek çalışır olmuş. Anlayacağınız fenerlerde fenerci yok artık. 1931 den 1950 ye kadar feneri Fransızlar işletiyormuş. Buradan geçen gemilerden fener vergisi geminin vardığı limandan alınırmış. Örneğin İskenderiye’ye varan gemiden Knidos fenerinin vergisi alınırmış. Fener 1950 den sonra Türkiye Cumhuriyetine geçmiş. Şimdi ise fenerlerin satılması gündemde. Belki de herşey gibi o da satılmıştır. Bu fenere Rota feneri deniliyor. Ege -Akdeniz geçişinde rota feneri çok önemli. Örneğin Karadeniz Şile Feneri gibi. Fenerin 4 tane projektörü varmış. Eskiden bir yandan denizi aydınlatırken diğer taraftan arpa buğdayların orakla biçildiği zamanlarda bu fenerin ışığından da yararlanırlarmış.
O zamanlar fenerci önemli bir şahsiyet, neden mi? Saat, radyo, motor tamirleri ondan sorulurmuş. Radyo bozulunca tüm radyoyu açıp, sonra toparlayıp lehim yapıp tekrar çalıştırırmış. Evde o zaman radyo çok önemli. «Hala daha evimde devamlı radyo dinlerim” diyor. Sadece tamir etmek değil, bir de tamir etmeyi öğretiyor Birol Amca. Bilgiyi sakladığı için değil paylaştığı için buralarda saygınlığı çok fazla. Karısı ve çocukları Yazı köyde olmasına rağmen 2-3 hafta fenerde kalırmış. Merteklerle köye gidilip gelinirken, yakıt ise denizden, Bodrum’dan, çektirmelerle gelirmiş. 150-200 teneke gazyağı petrol getirilirmiş sonra merteklerle limana gelen gazyağı fenere taşınırmış. Tabii her zaman güllük gülistanlık değil ortalık. Bir seferinde fırtınanın ortasında fenerin içinde teknede gibi boğuşmak zorunda kalmış. Fırtına ile boğuşurken, bir yandan gemiler için projektörleri açık bırakmaya çalışırken yıldırım, asetilen tüpün üstüne düştüğünde, bomba gibi patlamış. Bir hafta felçli kalmış. Kendi kendine kaldığı zaman çok olduğu için müzikle de haşır neşir olmuş. İyi saz çaldığını söyledi. Hatta buradaki lokantalarda aranan bir müzisyenmiş. Doğayı iyi gözlemleyen birisi. Denizden babası çıksa yiyebilen dediğimiz şahsiyetlerden. Deniz kestanesi yumurtasına limon sıkıp yermiş. Kestanenin yumurtalı olduğunu ise üzerine yosun, taşların yapıştığında anlıyormuş. Ahtapot ise uzmanlık konusu. Yazları 30-40 tane ahtapot tutarmış. Göktaşı atarmış yakalamak için. Hatta bir seferinde rakıları açıp babama bile ahtapot pişirdiğini söyledi. Ahtapot parlak taşlardan yuva yaparmış. O hiçbir zaman kıymetli bir taş bulamamış «ama bulabilirsin” diye gülerek ekliyor. Sardalyeyi ise tuzlayarak saklarmış. Kayalardaki «deniz çanağı” dediği patellaları haşlayarak yermiş. Pinayı ise ilaç olarak kullanırmış. «Çocukların kulakları ağrıdığında zeytinyağına batırdığımız pinanın saçak kısmını koyardık iyi gelirdi” dedi gülerek. «Knidos’da yaşayabilmen için doğayı iyi tanımak gerekiyor” diye ekledi.
Fenerci Birol Amcayı dinlerken doğanın ritmini hissettim. Acele etmeden, etrafında olup biteni gözleyerek, doğada olacakları ona haber veren kuşları, bulutları, yıldızları, balıkları daha nicelerini anlayan, fenerine kendi evi gibi bakan, geçen gemilerini kollayan, fenerci olmaktan gurur duyan bu insanı tanırken ne kadar şanslı olduğumu hissettim. Knidos fenerinin ardında güneş batarken, güneşin ardından serinliği hissederken kalkma zamanının geldiğini anladım. Knidos’dan ayrılırken ardımda koca bir ömrün geçtiği Knidos feneri misali, fenerci Birol Amca’nın hayatının zenginliğini düşündüm.