İran´da Hasan Ruhani´nin Cumhurbaşkanı seçilmesinin ardından Türk siyasetçileri tarafından verilen mesajlar bu gelişmenin oldukça olumlu karşılandığını ortaya koyuyordu. Bu bağlamda Cumhurbaşkanı Abdullah Gül´ün Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun 68inci toplantısının katılmak için bulunduğu New York´ta yaptığı “Eğer ABD ile İran arasındaki ilişkilerde bir yumuşama yaşanırsa bundan en fazla Türkiye´nin memnun olacağı” şeklindeki sözleri hala hatırlarda. Aslına bakılırsa bu tür yorumlar Türkiye´nin dış siyaseti açısından hiç de şaşırtıcı değildi. Zira uzun bir süredir Türkiye Batı ile İran arasındaki sertleşmenin ve bu sertleşmenin hem sonucu hem de onu daha da tetikleyen bir unsuru olan yaptırımların baskısı altındaydı ki nükleer konuda Türkiye’yi arabuluculuk yapmaya iten ana nedenlerden biri de buydu.
İran üzerindeki yaptırımlar, kendini bu ülkeden yaptığı doğal gaz alımında tek taraflı olarak bağlamış olmanın ciddi sıkıntılarını çeken Türkiye´yi bu ülkeden aldığı doğal gazı altınla ödemeye iterken kara para aklamaya müsait bir sistemin de yolunu açmış gözüküyor. Kuşkusuz Türkiye ambargoları delme çabasında olan yeğane ülke değil. Rusya ve Çin´in ambargoya rağmen İran ile milyonlarca dolarlık anlaşmalar yapmalarını bir tarafa bırakırsak bile Amerikan Kosh Industries şirketini ve çok daha ilginci İsrail devletinin de bilgisi dahilinde yüzlerce İsrailli şirketin İran üzerindeki ambargoyu delme girişiminde bulundukları iddialarına ne diyeceğiz? İsrail lobisinin (Amerikan İsrail Kamu İşleri Komitesi: American Israel Public Affairs Committee: AIPAC) Kongre´nin Temsilciler Meclisi kanadında, nükleer programından dolayı ABD tarafından İran´a uygulanan tek taraflı yaptırımlara rağmen Türkiye´nin Halkbank üzerinden İran´la ticareti artırdığı iddiasıyla, 2013 yılı başında Türkiye aleyhine başlattığı imza kampanyası ise konunun dikkat çekici bir başka yönünü oluşturuyor.
Gerçi Türkiye Mart 2012´de İran´dan doğal gaz alımlarını yüzde 10-20 oranında azaltacağını açıklayarak Haziran 2012´de, 7 Aralık 2012´de ilave alım azaltmasıyla yenilenen bir yaptırım istisnası edindiyse de İran´a altın transferi sürdü. Diğer taraftan Türkiye ile İran arasındaki altın alışverişinin 2013 yılı başındaki yaptırımlar sonucu yoğunluğunu kaybederek yerini İranlıların Türkiye´de kurdukları şirketlere bırakmış olduğu da bir gerçek. Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği´nin kayıtları Kasım 2013 itibarıyla son 7 yılda 2 bin 550 İran sermayeli şirket kurulduğunu ve Son 3 yılda kurulan şirketlere 334,1 milyon lira sermaye yatırıldığını ortaya koyuyor,
Gelinen noktada Türkiye-İran ilişkilerinin çok önemli bir boyutu olan enerji alışverişinin gidişatının çok daha artan bir oranda ABD-İran arasında ilk adımları atılan yumuşama sürecinin ilerleyip ilerlememesinden etkileneceği görülmektedir. Ayrıca, ABD- İran ilişkileri yeniden soğumaya yüz tutar ve Türkiye de yaptırımların kıskacına sokulursa, İran açısından ekonomideki uluslararası izolasyonunun da bir sonucu olarak herşeye rağmen özen gösterilen Türkiye ile ilişkilerde mücadelenin hızını azaltan unsurlardan birinin etkisinden artık söz edilemeyecektir. Bu bağlamda Suriye´de birbiriyle savaşan gruplara verdiği destek dolayısıyla bu iki komşunun girdikleri vekalet savaşının çok daha sarsıcı etkileri gündeme gelebilir. Türkiye ile İran arasında bu türden bir mücadelenin ilk olduğu da söylenemez. Geçmişte Türkiye ile İran Barzani-Talabani çekişmesinde de benzer bir konuma gelmiş ancak ABD´nin bu iki Kürt grubunu barıştırması sonrasında bu çekişme de son bulmuştu.
Görünen o ki, Türkiye-İran ilişkilerinin geleceği sadece başta ABD ile olan olmak üzere dış aktörlerle olan ilişkileri ve izledikleri bölgesel stratejilerden etkilenmeyecek aynı zamanda hükümet ile Cemaat arasındaki mücadelenin sonuçları kadar gelecekte AKP’nin yeniden iktidar olup olamayacağı ile de belirlenecek. Cemaate yakın yazarlar İran’ın Irak’taki politikaları başta olmak üzere bölgede aldığı pozisyonların Türkiye’nin ne kadar aleyhine işlediğinin altını çizerken hükümete yakın kaynaklar Türkiye ile İran arasındaki ilişkileri sağlamlaştırma gayretleri ile ona karşı Batı ile birlikte hareket etmek arasında gidip geliyorlar.
Türkiye-İran ilişkilerinde bardağın dolu tarafına bakanlar İran’ı bir dost boş tarafına bakanlarsa zımni bir düşman olarak nitelendirebilirler. Aslında ilişkileri bir ucunda dostane diğerinde de hasmane ilişkilerin yer aldığı bir çizginin içersinde bizzat bulundukları noktayla tanımlamak, daha doğru olacaktır. Üstelik, gerçek anlamda düşmanlık ancak taraflar arasında «doğrudan” şiddet içeren bir mücadelenin başlamasını ya da savaşa meyledecek nitelikte ciddi krizlerin varlığıyla kendisini ortaya koyar. Bu da ağırlıklı olarak toprak paylaşımı sorunları olarak ifade edebileceğimiz egemenlik sorunlarından doğmaktadır ki böyle ortamlarda işbirliğinin adı bile kolaylıkla anılamaz. Bugün iki komşunun böyle bir uç durumda olmadığı aşikarsa da Irak ve Suriye’deki özellikle de Kürtlerle gelişmelerin iki ülke ilişkilerinin konumunu yeniden belirleyecek bir ivme kazandığı pekala ileri sürülebilir. Suriye sorunu üzerine gerçekleştirilecek II. Cenevre Barış Konferansında İran’ın yer almasına ABD’nin itirazları ortadayken Hasan Ruhani’nin ABD ile ilişkileri yeniden tesis etme çabalarının Suriye’deki savaşa son verilmesine katkıda bulunması halen pek de kolay gerçekleşecek gibi durmamaktadır.