Denizyıldızı hikâyesini birçoğumuz biliriz. Ben yine de bilmeyenler için bir hatırlatma yapayım. Bir adam okyanus sahilinde yürüyüş yaparken, denize telaşla bir şeyler atan birine rastlar. Biraz daha yaklaşınca bu kişinin, sahile vurmuş denizyıldızlarını denize attığını fark eder ve:
– ”Niçin bu denizyıldızlarını denize atıyorsun ?” diye sorar.
Topladıklarını hızla denize atmaya devam eden kişi, «Yaşamaları için” yanıtını verince, adam şaşkınlıkla:
– ”İyi ama burada binlerce denizyıldızı var, hepsini atmanıza imkân yok. Sizin bunları denize atmanız neyi değiştirecek ki ?” der.
Yerden bir denizyıldızı daha alıp denize atan kişi,
– «Bak onun için çok şey değişti,” karşılığını verir.
Bu hikâye benim, hayatta nefes alan her canlının yaşamayı hak ettiğini ve hiç kimsenin bir başkasının hayatına mesnetsiz bir şekilde, her ne sebeple olursa olsun, son vermeyi kendinde hak görmesini kabullenememe neden olmuştur. Çünkü her ne olursa olsun siyasi veya dini hiçbir şey, kimsenin nefes alma hakkını elinden almayı kimseye hak olarak tanımamalı, hele de bunu görev olarak görmesini sağlamamalıdır.
Taksim Gezi olayları, Türkiye için uyuyan devin uyanmasıydı. Fakat her şeyin bedeli olduğu gibi bu olaylarda da toplum, uyuduğu uykudan uyanırken, kimileri bedel ödemek zorunda kaldı. Acı olan şu ki bu bedel, geri gelmeyecek şekilde, son bulan yaşamlarla ödendi. Alman oyun yazarı Karl Georg Büchner’in (1813-1837) Danton’un Ölümü, ve Fransız Devrimi konusunda elli yıl sonra yazdıklarında Danton’a söylettirdiği gibi «ihtilal Saturn gibidir, kendi evlatlarını yer.” Sözünde olduğu gibi her devrim, öncelikle kendi evlatlarını yiyordu. Gezi olaylarında gencecik canlara mal olan şiddet sarmalını yaratanlar, Başbakan tarafından kahraman olarak görüldü, destan yazdıkları söylendi. Meydanlarda rabia işaretleri yapılıp Mısır’da ölenler için gözyaşları dökülürken aynı hassasiyet bu genç insanlara gösterilmedi ve bu ölümler görmezden gelindi. Üstelik insan hayatının değerini sayı ile ölçen Egemen Bağış’ın Gezi’de ölenleri Mısır’da ölenler karşısında devede kulak olarak görmesi ise yeterince can acıtıcı olan bu olayların tuzu biberi oldu. (1) Evet Mısır’da ölen insan sayısı sayıca fazla, fakat yukarıdaki hikayedeki denizyıldızı misali her insanın ve her canlının nefes alabilmesi bile onun dünyada özel olmasını sağlar. Bu nedenle insan hayatının değerli olabilmesi, onun kitlesel bir şekilde ölmesini gerektirmiyor.
Tabiki Mısır’da, Suriye’de ve yıllardır Amerika Birleşik Devletlerinin (ABD) demokrasi götürdüğü Irak’ta son bulan yaşamlar, herkesin içini dağlamakta ve bu yaşanan can kıyımlarının bir an önce durması herkes tarafından istenilmektedir.
Suriye İnsan Hakları Örgütü (SNHR), tarafından yayınlanan raporda, ülkede olayların başladığı 2011 yılının Mart ayından, 21 Ağustos 2013´e kadarki süreçte rejim güçlerince düzenlenen operasyonlar ve çıkan çatışmalar sonucunda 101 bin 513 kişinin yaşamını yitirdiği belirtildi. Raporda, her saat başı 6 kişinin öldüğü Suriye´de, günde ortalama 135 kişinin hayatını kaybettiği, ortalama 2 saatte bir çocuğun, 3 saatte de 1 kadının öldüğü kaydedildi.(2)
Bağdat´taki BM temsilciliğinden yapılan açıklamaya göre ise Temmuz ayında Irak´ta 1057 kişi öldü. Irak´ta bu yıl içinde şimdiye dek öldürülen sivillerin sayısı en az 4.137; yaralı sayısı da 9.865(3). Bunlar ölenlerin sayısal sonuçları, tabi resmi olan, sayılabilmiş olan rakamlar, birde gayriresmi rakamları düşündüğümüzde tablonun acı yüzünü daha rahat görebiliriz.
Bugün biz evde, sokakta, orada, burada gezerken, rutin işlerimizi yapmaktan sıkılırken Suriye’de 2 saatte 1 çocuk, 3 saatte 1 kadın ölüyor ve unutulmamalıdır ki bu ölenlerin hiçbirinin hayatı bizim veya dünyadaki hiç kimsenin hayatından daha değersiz değil. Fakat bu bana göre böyle. Çünkü dünyanın önde gelen emperyal devletlerinin attığı adımlar göstermektedir ki bu devletlerin ulusal ve kişisel çıkarları ölen masum insanların canlarından çok daha değerli. Özellikle bu ölümlerden rant sağlayan uluslararası silah şirketleri ve emperyal güçler, bugün acaba milyar dolarlarıma ne kadar katkı yaptım, masum çocukların kanı servetimi ne kadar artırdı kaygısını taşımaktadır. Adına dünya dediğimiz, kimine cennet kimine de cehennem olan bu yer, işte böyle bir düzene sahip. Bu düzene baktıkça aklıma gelen tek şey Birgün Gazetesinden Ali Murat İrat’ın yazısında geçen şu cümle oluyor: ”Acaba kimileri daha güçsüz bir Tanrının çocukları mı?”(4)
Biz beğensek de beğenmesek de bu düzen böyle işlemeye devam edecek maalesef, birileri hep güçsüz bir Tanının çocukları olarak dünyaya gelecek ve ölecek. Ama yine de Lucius Annaeus Seneca’nın dediği gibi ”Nefes alıyorsan umut var demektir; ama nokta koyulduktan sonra, ´belki´ demek umut değil, çaresizliktir.” Biz ‘belki’siz umut kırıntılarını cebimizde tutmaya devam edelim, daha güzel bir Türkiye, daha güzel bir dünya umudumuzu kaybetmeyelim ve Cahit Sıtkı Tarancı’ya kulak verelim:
Memleket isterim
Gök mavi, dal yeşil, tarla sarı olsun;
Kuşların çiçeklerin diyarı olsun.
Memleket isterim
Ne başta dert ne gönülde hasret olsun;
Kardeş kavgasına bir nihayet olsun.
Memleket isterim
Ne zengin fakir ne sen ben farkı olsun;
Kış günü herkesin evi barkı olsun.
Memleket isterim
Yaşamak, sevmek gibi gönülden olsun;
Olursa bir şikayet ölümden olsun…
(1)http://www.radikal.com.tr/turkiye/bagis_gezide_olenler_suriyedekilerin_yaninda_devede_kulak-1150827
(2) http://www.aa.com.tr/tr/haberler/223297–suriyede-olenlerin-sayisi-100-bini-asti
(3) http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2013/08/130801_irak_bomba.shtml
(4) 31.08.2013-Ali Murat İrat-Birgün