Hayat o kadar hızlı akıp gitmekteki; bazen olanlara yetişememekte insan. Kimi zaman da bu hız içinde hayatı yakalayamamakta, yaşadıklarının arkasından öylece bakakalabilmektedir. Hiç şüphesiz bu hızı arttıran faktörleri sağlayan da teknoloji ile gelen yeniliklerdir. Maalesef her iyi şeyin yanında, siz istemezseniz de katlanmak zorunda bırakıldığınız şeyler de size sunulmaktadır. Teknolojinin getirdikleri de böyledir aslında. Hayatımıza getirdiği kolaylıklar işimize gelse de bizden götürdüklerinin ne kadar farkındayız acaba. Getirdikleri ile götürdüklerini kıyasladığımızda hangisi ağır gelmektedir? İşe kendimize bu soruyu sorarak başlamalıyız.
Günümüzde ki koşullara bakıp geçmişle kıyasladığımızda ortaya çıkan uçurumun hepimiz farkındayız. Olaylar bir anda olmakta, bir anda duyulmakta ve bir anda da unutulmaktadır. Eskiden, büyük şehirlerde olan olaylar yurdun ücra köşesine ulaştığında, çoktan haber olma niteliğini kaybetmekte ve unutulmaya yüz tutmuş olmaktaydı. Şuana baktığımızda ise sosyal medya denen alan, devrim yapabilmekte, hatta rejim değiştirebilmektedir. Yurdun en ücra köşesinde ki vatandaşlar bile aynı haberi dünyayla aynı anda öğrenebilmektedir. Dışarıdan bakıldığında tabiki müspet ve olması gereken gelişmeler bunlar. Fakat, olayın menfi tarafına baktığımızda, her şey çok çabuk duyulmakta, unutulmakta ve gereken itibarı görmeden veya gereken itibar gösterilemeden gündemden silinebilmektedir. Bu hıza birde sansür kavramını eklediğimizde işin boyutu daha çok değişmektedir. Sansür kemirgen ve bulaşıcı. Kimin neyi duyması, görmesi, bilmesi ve hissetmesi gerektiği konusunda karar verme gerekliliği ve yetkisi bir kez telaffuz edildi mi, sonrasındaki bütün hamleler bu mekanizmayı sıradanlaştırma hedefini taşır. (1)
Amerikalı turist Sarai Sierra cinayeti, Cilvegözü sınır kapısında yaşanan patlama, Amerikan büyükelçiliğinde düzenlenen canlı bomba patlaması, Amerika büyükelçisi Francis J. Ricciardone ’nin açıklamaları, başbakanın, balyoz davası tutuklusu emekli orgeneral Ergin Saygun’u ziyareti, Zaman gazetesi yazarı Mümtazer Türköne’nin Türk milliyetçiliği ile ilgili açıklamaları, Türk Hava Yolları’nın kıyafet düzenlemesi ve içki yasağı, Papa 16´ıncı Benedikt´in istifası, Sinop ve Samsun’da Barış ve Demokrasi Partisi’ne (BDP) gösterilen tepkiler, 4. yargı paketi, Barış ve Demokrasi Partisi heyetinin İmralı seyaheti…. Bunların hepsi geçen ay Türkiye’nin ana gündem maddelerinden bazıları. Tabiki bunlar ana akım medyanın öne çıkardığı haberler.
Suriye’de ki muhalifler ile Esad yanlıları arasında yaşanan çatışmalardaki ölenlerin sayısı, bu çatışmalardan kaçanların yaşam mücadelesi, Ortadoğu girdabında, gerek kendi içlerindeki gruplar tarafından, gerek dışarıdan müdahalelerle ayrıştırılmaya çalışılan etnik ve mezhep farklılıklarından kaynaklı Irak ve Pakistan’da gerçekleştirilen patlamalarda hayatını kaybedenler, bu öne çıkan haberlerin gerisinde kalmakta veya bir dakikalık haberlerle sıradanlaşmaktadır. Öte taraftan da Suriye’de ölenlerin sayısı veya göç eden mültecilerin dramı artık olağan olarak görülmektedir.
Aynı şekilde ülkemizde de sıradanlaşan haberlere rastlamaktayız. Hemen hemen her gün yaşanan kadın cinayetleri, (ülkemizdeki yetmezmiş gibi birde yurtdışından gelen kadınlara karşı işlenen cinayetler) sık sık yapılan KCK tutuklamaları, DHKP-C(Devrimci Halk Kurtuluş Partisi-Cephesi) örgütüne karşı düzenlenen operasyonlar, 28 şubat süreci tutuklamaları… Bunlar da artık ülkemizde olağan hale gelen haberlerimiz arasında yer almaktadır. Akşam haberlerini izlemek için televizyon kanallarımızı açtığımızda farklı bir haber duymak için kanal değiştirme gereği duymuyoruz artık. Bütün kanallar ortak yayın yapsa yeridir. Aynı haberleri sadece farklı seslerden dinlemekteyiz. Yine aynı şekilde benzer gündem maddeleri, farklı kanallarda, farklı kişiler tarafından açık oturumlarda tartışılmaktadır. Daha sonra yeni bir gündem maddesi bulunmakta ve aynı şey bunun üzerinden yapılmaktadır. Gündemin arkasında kalan, sansasyonel olmayan, bütün haber kanallarında yer almayan haberler, diğer kanallarda da itibar görmemekte ve gündeme alınmamaktadır. Böyle olunca halk kendine sunulanla yetinmekte ve yeni bir arayış içine girmemektedir.
Demokrasi denilen şey sandığa gidip oy kullanarak bir ülkede iktidarı seçebilme özgürlüğünden kaynaklanmıyor sadece. Demokrasi, tüm üye veya vatandaşların, organizasyon veya devlet politikasını şekillendirmede eşit hakka sahip olduğu bir yönetim biçimidir.(2) Demokrasinin var olduğunu söyleyebilmek için öncelikle bu şekillendirmeyi yapabilme özgürlüğüne sahip olunması gerekiyor. Ülkenin vatandaşı olarak haber alma özgürlüğünü kullanırken vatandaş, her şeyin şeffaf ve özgür olduğunu bilmeli ve bu yönde kafasında soru işareti olmamalıdır. Kendi inandığı ideolojiyi benimseyenler iktidarda olsa da televizyonlarda ve gazetelerde muhalif seslere de kulak verebilmeli ve onları da okuyabilmelidir. Ancak farklılıklarla birlikte bir bütün olunduğunda demokrasi gerçekleştirilmiş olur. Buda öncelikle özgür bir medya sayesinde olur. Geçtiğimiz günlerde muhalif seslerden olan ve habercilikte (bana göre) bir numaralı isimlerden olan Ayşenur Arslan’ın işine sessizce son verildi. Fakat buna dair doğru düzgün bir açıklama dahi yapılmadı. ´Medya Mahallesi´ yayından kaldırıldı”(3) denilerek internette birkaç satırlık haberlerle geçiştirildi. Böyle olayların yaşanması ülkemizdeki demokrasi ile ilgili kafalardaki soru işaretlerini arttırmaktadır. Demokrasiye olan inancı baltalamaktadır. Fakat unutulmamalıdır ki ne kadar susturulmaya çalışılsa da hangi ideolojiyi benimseyen gruplar iktidar olsa da muhalif sesler her zaman var olacaktır ve var olmalıdır. Ancak o zaman yanlış giden şeyleri görme ve düzeltme imkanı bulunabilir. Bu farklılıkları benimsemeyen ve susturmaya çalışan iktidarlarda bu hatanın farkına varacaklardır. Çünkü bu farklılıklar her zaman vardı ve her zamanda var olacaklardır. Bunun örneğini bugünlerde görmekteyiz. Bir zamanlar Kürtçe müziğin bile rahatsız ettiği günlerden 24 saat kürtçe yayın yapan kanalların var olduğu günleri yaşamaktayız. Neden? Çünkü ülkemizde bir kürt realitesi var ve biz istesek de istemesek de, er yada geç bunu kabul etmek zorundayız. Bu nedenle içimizdeki farklılıkları ayrıştırmaya çalışmak yerine, bir şeyleri kabullenerek ve farklı pencerelerden bakmayı öğrenerek bütünleşmeyi deneyebiliriz…
(1) 17.02.2013-Radikal İki-Karin Karakaşlı
(2) http://tr.wikipedia.org/wiki/Demokrasi
(3) 11.02.2013- http://www.radikal.com.tr