1955 yılında kurulan Ege Üniversitesi on iki fakültesi ile bugüne kadar Türkiye Cumhuriyeti’nin en parlak birkaç üniversitesinden biri olmuştur.
Rektör, Prof. Dr. Candeğer Yılmaz’ın gayretleri ile on üçüncü fakültenin açılması sağlanmış ve Bakanlar Kurulu bu fakültenin Güzel Sanatlar Fakültesi olması yönünde karar almıştır. Sayın Rektör’ün gösterdiği gayret ile elde edilen bu olanak, elbette kültür ve sanat çevrelerinde büyük heyecan yaratmıştır. Her ne kadar ülkemizin her köşesine açılan üniversitelerde bol sayıda güzel sanatlar fakültesi varsa da, Ege Üniversitesi içinde açılacak olan bir güzel sanatlar fakültesi açılmış olanların çok ötesinde anlam taşımaktadır.Çünkü Ege Üniversitesi içinde açılacak bir fakültenin, zorlama koşullarda açılan ve gelecek umudu zayıf olan diğer fakültelerden çok farklı olacağı bir gerçektir.
Fakülte açılması kararı çıkmıştır ama, bu aşamadan sonra yapılacak olanlar, bundan önce verilen emeklerden daha yoğun ve dikkatli olmak zorundadır. Çünkü yeni bir fakültenin-hele de güzel sanatlar fakültesinin- çatısının sağlıklı bir şekilde kurulması hiç de kolay değildir. Yeni fakülte, klasik bir güzel sanatlar fakültesi olmasının yanı sıra, ülkemizin geleneksel sanat ve kültür özelliklerine uygun bir modeli de içinde barındırdığı taktirde daha ilk günden iddiasını ortaya koyacaktır.
Birçok konuda olduğu gibi akademik eğitimde de derin bir yozlaşmanın yaşandığı bir dönemden geçiyoruz. İnsan sağlığıyla uğraşan tıp fakültelerinin bile ayağa düşürüldüğü ve tıp fakültesi öğrencilerinin bile artık çok iyi yetişmediği ülkemizde, sanat eğitimi veren akademik kurumların iyi olması beklenemez.Çünkü, akademik amaçlarla değil, illerin ekonomik kalkınmasına katkısı olsun diye açılan üniversitelerin birçoğunda bulunan güzel sanatlar fakültelerinde ne yeterli öğretim üye ve görevlisi vardır ve ne de araç gereç…
Elbette Ege Üniversitesi için böyle bir durum söz konusu olmayacaktır. Güzel sanatlarda yetkin olan çok sayıda öğretim elemanı böyle bir fakültenin kuruluşunda görev almak isteyecektir. İzmir’de var olan potansiyele, Ankara ve İstanbul’dan gelmek isteyenler de eklenecektir. İşte bu noktada büyük bir dikkat ve seçicilik gerekmektedir. Çünkü yeni kurulmakta olan kuruluşları bekleyen ilk tehlike buradadır.Daha açıkçası, herkesin böyle bir kuruluşta kurucu olarak görev alma arzusu, doğru ile yanlışı ayırt etmek zorunda olan yöneticilerin önünde en büyük tehlikedir.
Sanatçı, doğasından gelen -ve olması gereken- özelliği nedeniyle, bencildir ve hatta biraz da megalomandır. Çünkü sürekli üretebilmesi için ürettiği sanatı önce kendinin beğenmesi gerekir. Sanatçı akademisyenlerde daha belirgin olan bu kişisel megalomani, meslek şovenizmi ile birleşince durum farklı boyutlara ulaşabilmektedir.Yeni bir güzel sanatlar fakültesi kurulurken, kurucu iradenin bu riskleri göz önünde tutması gerekir. Çünkü, çatısı tam olarak belirlenmemiş bir fakültenin, meslek şovenizmi içinde bulunan bir sanat hocasına teslim edilmesi, temelin iyi atılmamasına neden olabilir. Açılacak olan yeni fakültenin çatısı kurulurken, olay geniş boyutlarda düşünülebilmeli, klasik bir güzel sanatlar fakültesinin yanı sıra, ülkemizin özgün değerleri de göz önünde tutularak temel atılmalıdır.
Uygulamalı Anadolu Kültürü
Bu aşamada, kurucu iradenin özgün kültür ve sanatımızı koruması ve Anadolu gerçeğini göz önünde tutacak bir kararlılık sergilemesi beklenir. Orta Asya’dan, bin yıl önce Anadolu’ya gelenler burada binlerce yıl geçmişi olan halkların yerel kültürleriyle karşılaşmışlar ve onlarla kaynaşmışlardır. Kaynaştıkları kültürler; Sümerler´in, Hattiler´in, Hititler´in, Luviler´in, Lidyalılar´ın, Frigyalılar´ın, Troyalılar´ın ve daha onlarca başka kültürün miraslarıydı…
Anadolu, Osmanlı’dan önce binlerce yıl boyunca burada yaşayan sayısız uygarlığa yurt olmuş zengin kültürlerin yaşadığı toprakların adıdır. Binlerce yıllık geçmiş içinde Anadolu’da birbirini izleyen kültürler, birbirine aktardıkları miraslarla yaşamışlar ve her uygarlık Anadolu’da bugünlere ulaşan bir miras bırakmıştır. Kybele’nin, Marsyas’ın elindeki flüt bugün Anadolu’daki çobanın kavalı olmuş. Hititli genç kızın başındaki taç, bugün Yozgat’taki bir gelinin başında süs olarak yerini almıştır. Bugünün gelişmiş müzik aletlerini Sümerler´e ait duvar kabartmalarında görüp de şaşkına dönmemek mümkün mü? Dünden bugüne gelen bu mirasın zenginliği bir yana, başka zenginlikleri de içinde taşır Anadolu.
Müziğin ve halkoyunlarının zenginliğidir bu… Nerede bir özgün halk müziği varsa orada özgün halk oyunu vardır.
Evrensel anlamda halk kültürünü en iyi yansıtan ögelerden ikisi, halk müziği ve halkoyunlarıdır. Halk müziği ve halkoyunları söz konusu olduğunda şunu iyi biliyoruz; Anadolu kadar zengin bir kaynak az bulunur. Bu zenginlik nedeniyledir ki, halk müziğimizi ve halk oyunlarımızı bölgelere göre sınıflandıramazsınız. Çünkü Anadolu’nun zengin repertuarı nedeniyle, bırakınız bölge veya iller arasındaki farklılığı, bazen komşu köyler arasında bile birbirinden farklı halkoyunları ve halk müziğinden söz etmek olasıdır.Anadolu el sanatları da, Anadolu halk oyunları ve müziği kadar zengindir. Bölgesel ve ulusal, ya da uluslararası düzeyde itibar gören bu sanat dallarının akademik düzeyde ele alınması güzel sanatlar fakültelerinin temel görevlerinden olsa gerekir.
Konservatuardan Yararlanmak
Ege Üniversitesi, yeni kurulacak olan fakülte için büyük bir şansa sahiptir. Çünkü elinde Devlet Türk Müziği Konservatuarı gibi bir kaynak bulunmaktadır. Konservatuar elbette varlığını korumalı, özellikle de ‘klasik’ adını taşıyan Türk sanat müziği boyutuyla kendi eğitim düzenini sürdürmelidir. Yine, ‘Çalgı Yapım Bölümü’ de, çok önemli bir bölüm olarak konservatuar içinde varlığını korumalı ve hatta taşıdığı büyük potansiyel nedeniyle daha da geliştirilmelidir. (Aslında, gelişmiş bir Çalgı Yapım Bölümü fakülte içine bir bölüm olarak eklenebilirse, otantik özellikleri nedeniyle Batılılar´ın çok ilgisini çekecektir.)
Ama Halkoyunları Bölümü ile Ses Eğitimi Bölümü adını taşıyan Türk Halk Müziği Bölümü, kurulacak yeni fakülte için önemli bir kurucu potansiyele sahiptir. Aslında konu, konservatuarın hangi bölümlerinin yeni kurulacak fakülte içine alınacağından çok, yeni fakültenin çatısının nasıl kurulacağı olmalıdır. Yinelemekte yarar var: Kurulacak fakülte, hem klasik bir güzel sanatlar fakültesi olmalı ve hem de Anadolu uygarlıkları ya da kültürünü akademik olarak işleyecek programlar içermelidir.
Daha Önceki Çalışmalar
Bundan on yıl kadar önce, Ege Üniversitesi´nde yeni bir fakülte kurulması için bir çalışmalar yapılmıştı. Yapılan hazırlık sonucu hazırlanan raporda, kurulacak fakültenin adının ‘Müzik ve Sahne Sanatları Fakültesi’ olabileceği belirtiliyordu. Bu raporun temelinde E.Ü. Konservatuarı olduğundan, onun müzik ve halkoyunları kaynağından yararlanılması hedeflenmişti.
Ancak gelinen noktada, üniversitenin kuracağı yeni fakültede güzel sanatların resim ve heykel gibi temel dallarının da bulunacağı anlaşıldığına göre, şimdiki hedef bunu çeşitlendirmek olmalıdır. Bu açıdan bakıldığında kurulacak fakülteye, bazı temel ögeleri çağrıştırması düşünülerek, aşağıdaki adlardan birini koymak doğru olabilir.(Fakültenin adının ‘legal olarak’ belirlenmiş olduğu bir gerçektir. Ancak yine de legal adın sonuna eklentiler yapmak hiç de zor olmayabilir. Kaldı ki, yapılacak isim eklenmesi, hükümeti oluşturan otoritenin de hoşuna gidebilecektir.)
«Güzel Sanatlar ve Anadolu Uygarlıkları Fakültesi”
«Güzel Sanatlar, Müzik ve Sahne Sanatları Fakültesi”
«Güzel Sanatlar, Ses, Sahne ve El Sanatları Fakültesi”
«Güzel Sanatlar ve Halk Kültürü Fakültesi”
Özellikle de bu son isim, çok şeyi içerebileceği için çekici görünmektedir. Elbette daha birçok isim bulunabilir.
Fakültelerin adları, işlevlerini göstermesi bakımından önemlidir. İsim ve içerik uyumu, o fakülteden mezun olacakların kendilerini anlatma bakımından yaşayabilecekleri sıkıntıları da önleyici olur. Ancak bu uyumdan daha önemli olan fakülte çatısının iyi kurulması ve içinin iyi doldurulması, yani fakülte içindeki bölümlerin iyi belirlenmesidir. Fakültenin kurulma kararının çıkarılması için gösterilen gayret çok büyük olmuş ve başarıyla sonuçlanmıştır.
Ancak gösterilen bu idari becerinin, kuruluş aşamasında gösterilecek teknik beceriyle taçlandırılması gerekir. Bunun tek şartı ise kurucuların iyi seçilmesidir. Bir de, -biraz şımarıklık yapıp- taa mitolojiden gelen triskaidekaphobia’ya dikkat çekmek istiyorum.
Bu da nedir, diye sorarsanız açıklayayım.
Triskaidekaphobia 13 rakamından korkmaya verilen ad.
Hani yeni açılacak fakülte 13. fakülte olacak ya…