Bilimci, doğrudan ya da dolaylı olarak farkında olmasa bile ürettikleriyle toplumu değiştirir. Bu anlamda politika yapıyor demektir. Bununla birlikte bilimci, toplum ile ilişkisini bilinçli olarak kavrayamadığı sürece, harcadığı çabalar yerine ulaşamaz. Diğer yandan politikacılar ve onların arkasındaki güçler de, bilimin olanaklarının toplumsal yararlara nasıl dönüştürecekleri konusunda ikirciklidirler. İşlerine geldiği ölçüde bilimin olanaklarını kitlelere aktarırlar. Bu noktada bilimci ile politikacılar arasında ilişkinin nasıl kurulabileceğini gösterecek mesleki örgütlenmeye ve bilimin toplumsal çıkarı için kullanılacak politik örgütlenmeye gereksinim vardır.
Bilimin Etik Değer ve İlkeleri
Bilimin etik değer ve ilkeleri aşağıda belirtilen başlıklar altında özetlenebilir:
Bilimsel Dürüstlük
Bilimsel dürüstlük başlıca iki şeyle bağlantılıdır. Bunlarda birincisi, araştırmayla ortaya çıkan bulguların, bireyin ideolojik yaklaşım ya da çıkarlarından bağımsız olarak değerlendirilmesidir. Bir başka deyişle bilimcinin bulguları çarpıtmaması, uydurmamasıdır. İkincisi ise, aşırmacılık ya da intihaldir. Aşırmacılık, bir anlamda başkasının bulgularına el koymak, saygınlığını çalmaktır.
Zarar Vermeme
Zarar vermeme, araştırma sırası ve sonrasında deney yaptığınız birey, hayvan ve çevreye zarar verilmemesi anlamına gelir.
Bilimsel Açıklık
Araştırma sonucu elde edilen bulguların, bütün araştırıcıların eleştirisi, denetimi ve kullanımına açmak şeklinde açıklanabilir. Bu, iki nedenden dolayı önemlidir. Birincisi, bulguların değerlendirilerek eksikliklerin ya da hataların ortaya çıkmasını sağlar. İkincisi ise, bu bulgularda yararlanılarak ya da üstüne inşa edilerek yeni buluşların elde edilmesine olanak sağlayabilir.
Bilimin Ortaklaşmacılığı
Bilimin ortaklaşma ilkesi, bilimsel buluşların kullanımının insanlığın kullanımına bedelsiz açılması anlamındadır.
Örgütlü Şüphecilik
Araştırmalarla elde edilen bulguların sınanması, eleştiriye tabi tutulması, denetlenmesi ve daha sonra yayınlaması gerekir. Buna «Örgütlü Şüphecilik” deniliyor. Diğer yandan örgütlü şüpheciliğe göre, bilimcinin aklı ve namusu dışında hiçbir güce boyun eğmemesi gerekmektedir.
Bilimin Evrenselliği-Gündemin Ulusallığı ya da Bilimin Özgüllüğü
Bu ilke, bilimsel araştırmalarda kullanılan yöntemlerin evrensel olması, bununla birlikte seçilen konuların ya da materyallerin yerel olması anlamına geliyor. Bu, doğal bilimler kadar sosyal bilimler açısından da büyük önem taşır. Özellikle sosyal bilimlerde evrensellik, kendi özgüllük ya da yerelliğinden çıkan bir evrenselliktir. Bu anlamda özgüllük, özgelikten yola çıkar. Özgelik, toplum ya da bireyler arasındaki farklılık demektir. Evrensellik, özgüllükle özgeliğin karşılıklı etkileşimden ortaya çıkacaktır. Anılan etkileşimin dikkate alınmaması durumunda yerel farklılıklar ortadan kalkabilir ve aynılaşma başlar. Bu da gezegendeki yaşamın yoksullaşması demektir. Özetle, bilimcinin özgüllüğü yakalama düşüncesi, yerel olmanın ve yurtseverliğinin bir sonucudur, bu onu evrenselliğe taşır. Örnekleyelim, bir doğa bilimcisi, kendi ülkesinin bir bitki ya da hayvanının özelliğini ortaya çıkarınca ya da bir sosyal bilimci kendi ülkesinin bir sorununa ışık tutacak bir bulgu ürettiği zaman evrensel bilime katkıda bulunabilir.
Bilim Politika Karşısında Yansız mı?
Dünyanın geldiği noktada bilim politika karşısında, daha doğrusu büyük sermaye karşısında, yansızlığı çoktan yitirmiş ve bilimin etik değer ve ilkeleri yara almıştır. Örneğin, açıklık yerine gizlilik, ortaklaşmacılık yerine şirketlerin çıkarları öne çıkarılmıştır. Bir başka deyişle bilim, ticarileşmenin hizmetine girmiştir. Birçok alanda: Genetikte, farmakolojide, bilgisayar mühendisliğinde, iletişim bilim ve teknolojide, kısaca yaşamın her alanını ilgilendiren bilim alanında yaşanmakta olunan şey budur.
Doğal bilimcilerin ürettikleri kimi buluş ve yenilikler, onlar istese ya da istemese bile insanlığın denetimi ve imhası doğrultusunda kullanılmaktadır. Anılan buluş ve yenilikler sadece savaşta değil, soğuk savaşta da yaygın olarak, insanlığın denetiminde bir amaç olmaktadır. Söz gelişi insanların temel gereksinmesi olan gıda üretiminde durum böyledir. Egemenler, gerekiyorsa onları açlıktan öldürmektedir. Dünyada bir milyona yakın insanın açlık sınırında yaşaması rastlantısal değildir.
Batı’da, toplum bilimcilerin ağırlıklı bir kesimi üçüncü dünya ülkelerinde güvenli yatırım yapacak şirketlere risk çözümlemeleri, pazarlama teknikleri ve danışmanlık hizmetleri vermekte, bir kesimi ise işçi hareketlerinin denetimi ve sendika yıkıcılığı konularında araştırma yapmaktadırlar.
Benzer durum, üçüncü dünya ülkelerindeki toplum bilimciler için de geçerlidir. Onlar da aynı doğrultuda çalışmalar ile iç içedirler.
Özetle, bilimcilerin mümkün olmayan yansızlığı söz konusudur. Bununla birlikte kamunun, daha doğrusu toplumsal katmanların emeği ile geçinen kesiminin, bunların ayırdında olduğu da söylenemez. Onlar, bilimcilerin ürettikleri buluş ve yeniliklerin bütün insanlara eşit olarak yansıdığını sanırlar. Bilimcilerin büyük sermaye denetiminde olduğu gerçeğini yeterince gözlemleyemezler. Bunun sonucu olarak, bilim ve bilimcilere temiz kalmış, birer saflık örneği olarak bakıyorlar.
Bilimci Politika ile Uğraşmalı mı?
Bilimin özgür bırakılmasıyla o bütün bir insanlığın iyiliği için, üstelik bugün küçük bir azınlık için olduğundan çok daha fazla verimli olabilir. Ancak böylesi bir değerlendirme, günümüzde geçerliliğini çoktan yitirmiştir.
Bununla birlikte bilim, toplumsal adalet, barış ve özgürlük uğruna savaşım verenlerin doğal bir müttefiki olarak sahneye çıkabilir. Bir başka anlatımla, dünya çapında sürmekte olan ilerici ve gerici güçler arasındaki savaşımda bilim ve bilimcilerin yardımı, belirleyici de olabilir. O zaman evrensel bilim idealini, yani bilimin bütün insanlığın iyiliği için işlemesi ideali gerçekleştirilebilir.
Bu idealin gerçekleştirilmesi, politik bilinç sahibi olan bilimcilerin bireysel ve örgütsel olarak ilerici politik güçlerle işbirliği yapmasıyla olanaklıdır. Bunu gerçekleştirmek ise kolay değildir. Bunun ön koşulu, ilerici politik örgütlerin liderleri ve üyelerinin bilimin önemi kadar, onun gereksinmelerini kavramış olmalarından geçmektedir. Bilimcinin politikaya girmesi gerekir. Ancak o, klasik bir parti politikacısı gibi politikayı parti içindeki çevrelerin çatışma alanı olarak görmemelidir. Bilimci, politikaya bilimin yol göstericiliğinde geliştirilen parti politikaları aracılığıyla toplumsal sorunlara çözüm yollarının aranması ve bulunan çözümlerin de uygulamaya konulması gereken bir alan olarak bakmalıdır. Bu bağlamda dünyanın gereksinmesi, bilim ve demokrasi güçleri arasında güç birliğimizin yaygınlaştırılmasıdır.
Bu iki güç bir araya geldiğinde:
– Bilim tam bir özgürlüğe kavuşarak çok daha hızla gelişecektir.
– Demokrasi güçleri de, bilimin sunduğu olanakları kitlelere çok geniş ölçüde aktarma olanağına sahip olacaklardır.