Kimi zamanlar insanlar ve onların oluşturduğu toplumlarda, yılgınlık, umarsızlık ve umutsuzluk duygusu egemen olmaya başlar. Toplum giderek edilgenleşir, adeta teslim olur. Bu gelişmeler, yeryüzünde tekçi dünya görüşüne sahip iktidarlara, amaçlarını geliştirme yolunda uygun bir ortam sağlar. Umutsuzluk, insanı yaşamın dışına iter, köleleştirir. Umutsuz insan ünlü Kırgız yazar Cengiz Aytmatov’un deyişiyle mankurtlaştırılmış bir yaratık durumuna dönüşür.
Umutsuzluk nasıl kırılır? Bunun için öncelikle tekçi dünya görüşünün, bir başka deyişle ‘tarihin sonu geldi’ diye dayatılan yeni-liberal sistemin insanlara mutluluk getirmediğini görmek gerekiyor. Var olan sistem, gelecekte de bize daha güzel bir dünyayı mı müjdeliyor, yoksa bize verilenle yetinmemizi mi söylüyor?
Açık bir şekilde görünen durum şu: Yeni-liberal sistem sağlıktan eğitime, güvenlikten örgütlenmeye değin yaşamın her alanında eşitsizliği dayatıyor. Sistem, yoksullar ile zenginler arasındaki farkı şimdiye değin görülmemiş bir şekilde açmış bulunuyor Özgürlüğümüz gerçek anlamda ortadan kalkmış durumda. Büyük ağabey, bizi her yerde gözetliyor.
Toplumların yaşamında umutsuzluğu, umut ederek kırabiliriz. İnsanı diri tutan, yaşama bağlayan şey, umuttur. Umut, insanı insan yapan bir duygudur.
Umut Etmek, Eylemi Gündeme Getirir
Bu eylemin adı direnmektir. Bu bağlamda, bugünlerde okuduğum Stephane Hessel’in «Öfkelenin!” kitabına göz atmakta yarar var. Hessel, İkinci Paylaşım Savaşı’nda faşizme karşı savaş verirken asılmanın eşiğine gelmiş, aydınlanma değerlerini savunan 94 yaşında genç yürekli bir bilge. Hessel şu tespiti yapıyor: «…Batının getirdiği düşünce, dünyayı bir krize sürüklemiştir ve bu krizden kurtulmak için parasal alanda ama aynı zamanda bilim ve teknik alanında da hep ‘daha çok’ düşüncesinden radikal bir kopuşla kaçmak gerekir Ahlakın, adaletin, kalıcı dengenin öne çıkmasının zamanı gelmiştir kesinlikle. Çünkü çok büyük riskler tehdit etmektedir bizleri. İnsan için yaşanmaz hale gelecek bir gezegende, insanlık macerasına son verebilir bu riskler.”
Hessel, kitabında özellikle genç kuşaklara sesleniyor ve onları «… sadece kitlesel tüketimi, zayıfları ve kültürü küçümsemeyi, genel bir hafıza kaybını ve herkesin herkese karşı amansız rekabetini gösteren kitle iletişim araçlarına karşı gerçek bir pasif direnmeye…” çağırıyor. Hessel, «Yaratmak, Direnmektir. Direnmek Yaratmaktır” diyor.
Buradan Türkiye için kimi önermeler yapalım:
-
Bir şey yapamam, elimden bir şey gelmez şeklindeki her türlü teslimiyetçiliğe ve umutsuzluğa karşı tavır gösterelim.
-
Örgütlenmeyi emek eksenli ve üretkenlik temelinde geliştirelim.
-
Kitle partileri dahil partileri, emeğin çıkarlarına göre değerlendirelim.
-
Sağlıklı ve namuslu kitle iletişim araçları oluşturalım ve var olanlara sahip çıkalım.
-
Her türlü özelleştirmeye karşı tepki gösterelim ve kamuculuğu savunalım.
-
Yeni-liberal ekonomik politikaların yarattığı eşitsizliğe karşı toplumculuğu özgürlükçülük temelinde ele alan yaklaşımları egemen kılalım.
Kısaca, yeni-liberal sistemin ortaya çıkardığı umutsuzluğun yerine, umudu öne çıkaralım ve sisteme direnelim.