Radikal yazarı Güven Sak’ın yazısına göre bir grup Rus otelci, ikinci kez Rusya devlet başkanı olmaya hazırlanan Putin’e, Rusya’daki turizm sektörünün geriliğinden, bu alanda Türk işadamlarıyla rekabet edememekten yakınıyor ve Putin’den şu cevabı alıyor: «Onlar otel yaparken biz füze yapıyorduk”.
Putin’in bu cevabını okuyunca üzüntü ve gururu aynı anda yaşamayan bir Türk yurttaşı olabilir mi? Üzüntünün kaynağı elbette komşumuz Rusya’nın içinde bulunduğu hazin durum: Otelciliğin ve genel olarak hizmet sektörünün ülke ekonomisindeki hayati yerini kavramamış olmasına rağmen, hala Rusya’nın gizli lideri olduğu kabul edilen Putin; otel patronlarına bu vahim ve adaletsiz durumun bir an önce giderileceğine söz vereceği yerde, anlaşılmaz bir gururla kendilerinin otele değil füzelere, tanka tüfeğe yatırım yaptıklarını söylüyor ve ülkelerinin turizm cenneti olmasından başka bir niyetleri olmayan otel patronlarına sadece tevekkül öneriyor. Aklı fikri hala savunma sanayinde, savunma sanayisinden güç alacak ulusal bağımsızlık fikrinde olduğu çok açık; belli ki «win win” diye bir şey duymamış ve ulusal bağımsızlığın modası geçmiş bir kavram olduğundan habersiz.
Bizse doğaya, üretime dayalı ekonomi modellerine ve bağımsızlıkçı politikalara karşı yürüttüğümüz mücadelede sona yaklaşmanın gururunu yaşıyoruz. 1947 yılında, Karabük Demir Çelik Fabrikası için «bu tesisin müdafaası sadedinde birçok mütalaalar ileri sürülmüş olmakla beraber bu müessese, iktisadi bir faaliyete askeri ve siyasi mülahazaların kaçınılmaz bir israf abidesi olarak durmaktadır” diyen ve tesisin tasfiyesini isteyen Amerikalı uzman Max Thonburg’un Türkiye için önerdiği montaja dayalı, devletin sadece özel sektörün ihtiyaçlarını karşılamak için devreye gireceği, ham madde ithalatı ve işlenmiş ürün ihracatına yönelik ekonomik model artık egemenliğini kurmuş vaziyette.
Ne büyük badireler atlattık, ne inatçı aydınlarla uğraştık! Batılı devletlerin zaten yaptığı tankları bir de biz yapmak için uğraşacak, dinlerarası kardeşliğin bir örneği olarak bize satmaya hazır oldukları savaş uçakları yerli malı olsun diye didinecektik. Ağır sanayinin ağır şartlarında çalışmaktan belimiz iki büklüm olacak, dosta güven düşmana korku salan beş yıldızlı otellerimizin, tatil köylerimizin yerinde cansız görüntüleriyle içimize onulmaz bir kasvet salan tarlalar olacaktı. Köylüler, bu kadar şeker pancarını kim ne yapsın diye hiç düşünmeden bol bol üretmeye devam edecekti ve bizler hangi ülkeye gitsek o utanç verici sorudan nafile kaçmaya uğraşacaktık: «Sizin devletiniz pijama mı üretiyor?” Neyse ki fabrikaların yerine neden lokantalar açılması gerektiği, kamu kuruluşlarının zarar etmesinin neden ilahi bir zorunluluk olduğu otuz yılda otuz bin köşe yazısıyla anlatıldı, ikna olmayanlar ikna edildi.
30 yıllık liberal politikalar sonucu, büyük bir devlet ve mağrur bir millet olmayı sonunda başardık. Yunanistan’ın IMF istekleri doğrultusunda elektrik (DEI), Telekom (OTE), su idaresi (EYDA), enerji (DEPA), demir yolları (OSE), şans oyunları (OPAP) ile havaalanları ve limanlarını satışa çıkarması yasa teklifini «Satılık Ülke Yunanistan” başlığıyla haberleştiren medyanın; kendi telekomunu, elektrik tesislerini, bankalarını, petro kimya tesislerini satmış Türkiye için neden satılık ülke diyemediği de büyüklüğümüzü gösteriyor. Sattık ama para için değil, tamamen dostane duygularla. Sattık ve üçün beşin hesabını hiç yapmadık, sattıkça dost devletler, dost banker ve müteahhitler, dost Avrupalı koloniler, dost içki tekelleri kazandık.
İnsanın «Rus milleti, aceleci davrandınız, Batı’nın size layık gördüğü ekonomi modelinden çabuk vazgeçtiniz, füze yapımıyla övünen devlet adamlarını hak ettiniz” diyeceği geliyor. Bizse sabrettik, inat ettik; ödülümüzü de otel, lokanta, dershane cenneti olarak aldık. Bu güzel ülkemizi böyle yarattık…