kanlı bir boğayı gömdük bugün
güneş hep tepemizdeydi,
kırmızı bir günü gösteriyordu zaman
öğle yemeği yenmedi,ikindi çayı da içilmedi.
herşey,
herşey uçar gibiydi.
herkesin elinde bir gülün eflatun rengi
ayaksız bir insan seli halinde
kanlı bir boğanın ölüsünü örseledik
bir ikindi vakti.
bulutsuz fotoğraflar gibi
kırmızı bir balığı gösteriyordu zaman,
ve nasıl ince bir ayrım sezinlenebilirse
zamanın kılcal damarlarında biriken tortudan,
mavi gözlü bir boğanın sebepsiz ölümüne uzanan
işte öyle bir tedirginlikti gözlerim.
ve gözlerimle gömdüm kanlı bir boğayı,
o gün bu gündür bitmedi yaz
güneş inmedi tepemizden,
kızardıkça kızardı günlerin rengi
kimse,
kimse birşey söylemedi.
zamanın kılcal damarlarında biriken ölüm
yani sebepsiz cinneti bir boğanın
yani gözlerim, benim.
elimde bir gülün karanlık rengiyle
ayaksız bir insan kalabalığı arasındaki
o ince ayrım,
sezilebilinirse nasıl zamansızlık olduğu zamanın
pembe ve tombul ve mavi gözlü bir boğanın,
gözlerimle arasındaki uyum
ve aramızdaki ayrım
herşey, herkes ve bir de ben,
o gün bugündür aynıyız
güneş hiç inmedi tepemizden…