Dayatma Aracı Olarak Arapça

Yılın ilk dil bayramını bu ay kutluyoruz. Karamanoğlu Mehmet Bey’in olabilen her yerde Türkçenin egemen kılınması buyruğu aradan geçen 800 yıla karşın geçerliliğini sürdürüyor.

Türkiye’nin parası karşılığı Avrupa’nın sığınmacı selinden korunması görevini üstlenmiş olması sayılamayacak kadar çok alanda yaşamsal sorunlara yol açtı.

Suriyeliler ve onlara eşlik eden Araplar deyim yerindeyse Türk vatandaşlarının önüne geçirildi. Suriyelilere tüm kapılar ardına dek açılırken Türk vatandaşları bulundukları konumdan hoşnutsuzluk duyma noktasına sürüklendiler.

İzmir’de Kemeraltı’dan başlayan yaya yolculuğumu kimi zaman Havra sokağı yoluyla Tilkilik bölgesine uzattığım olurdu. Son birkaç yıldır ayaklarım o rotaya yönelmekte gönülsüzleşmişti.

Tilkilik başta Suriyeliler olmak üzere kentteki diğer yabancıların barınma ve yaşam merkezine dönüşmüştü. Sahraaltı Afrikalıların da bulunduğu bu yerde her nedense Arapça dışındaki dillerde tabelalara rastlanmaz olmuştu.

Sığınmacılara gösterilen aşırı olumlu ilginin altında yatan bir başka etken de siyasi iktidarın yurttaşlıktan çok dindeşlik öğesine gösterdiği ilginin ürünüydü. Böylelikle, son noktaya ulaşılabileceği ve din temelli yapılanmanın kotarılabileceği mi tasarlanıyordu sorusunu akla getirmemek olası değildi.

Yerel seçimler sonrasında basına yansıyan bir haberde sözünü ettiğim bölgedeki Arapça tabelaların zabıta tarafından indirilmesinin sağlandığını okumuştum. Bu haberin güdülediği istekle yolumu uzun bir aradan sonra bölgeye düşürdüm.

Beş yüz metreye eşdeğer yürüyüşüm boyunca Arapça’ya rastlamamış olmam beklediğim durum değildi. Tek tük de olsa Arapça varlığını korumuş olabilir diye öngörmüştüm.

Belli ki zabıta işini ciddiye almış ve gereğini eksiksiz yerine getirmişti.

Yönetenler duyarlı olunca başarılamayacak şey yokmuş diye mırıldandım.

Bu çizginin korunması ve olumsuzluğun dirilmemesi için bir süre daha özenli olma gereği gün gibi ortadadır.

Dünyanın başka yerlerinde de devletler, ülkeler yabancılara kapılarını açma zorunluluğuyla karşılaşabilirler. Kaldı ki, bizdeki kapı açmanın aradan geçen 10 yılı aşkın süre sonra zorunluluktan çok hevese ve bu işi değişmez göreve dönüştürme isteğine dayandığı tartışmasızdır.

Arap kökenlilere olumlu ayrımcılığın altında yatan kök neden insancıl davranıştan çok gizli ajandada yer alan amaca varmayı kolaylaştırmak olduğunun altını ikileme düşmeksizin çizmek abartılı bir yaklaşım sayılmaz.

Her şeye karşın, sığınmacı görünümlü bu kimseler Türkiye’de kalacaksa, bize düşen insancıl görev fazlasıyla yerine getirilmiş olacaktır. Buna karşılık sığınanlara düşen bir görev de göz ardı edilmemelidir. Burada olmayı sürdüreceklerse bulundukları ortamla bütünleşmek zorunda oldukları unutulmamalıdır. Oysa ki, bu örnekte yaşanana baktığımızda Türkiye’nin Arap kültürüyle bütünleşmesi, kendi kültüründen vazgeçmesi gibi ucube bir durumla karşı karşıya olduğumuzu görmek hiç de zor değildir.

Dil, üniter bir devletin önde gelen birleştiricilerinden birisidir.

Bu birleştiriciden vazgeçmenin sonunda varılacak noktayı kestirmek hiç zor olmasa gerektir. O kapı bir kez açıldığında yaşanacaklara ilişkin sayısız örnek dünya tarihinde yerini almış durumdadır.

Tarih ders alınmadığında yineleme (kötü) alışkanlığına sahiptir.

Arapça karşıtlığını yabancı karşıtlığıyla özdeşleştirme hevesi içinde olanların olaya bu açıdan bakmaları dileğiyle.

Bunları da sevebilirsiniz