İsrail Suçludur! TBMM ABD’ye ve NATO’ya Boyun Eğdi! Terörden Kurtulmalıyız! Emperyalizm Krizde!

2024 yılına girdik. Bu yeni bir yıl. Ancak, hem bir önceki yıldan devralınan dünyasal bir felaketi yaşıyoruz, hem de yeni karşılaştığımız çeşitli olumsuzlukları ve sorunları. Üstelik bunların etkileri dar alanlarla sıkışık olmadığı gibi, sorunların hiç biri tek bir ülkeyle ilgili değil. Bu yüzden daha şimdiden zor bir yıl geçeceğe benziyor. Haliyle bir iyiye gidiş değil bu. Böyle dememiz umutsuz ve kötümser olduğumuzdan ileri gelmiyor, sevinçli olamamakla ilgili.

Gene de sevinilecek şeyler hiç yok değil. İsrail bütün gücüne ve Amerikan desteğine rağmen zafer kazanamıyor! Kazanamayacak da! Üstelik, Batı’nın İsrail’i kayıtsız şartsız destekleme tekeli çözülmeye başladı! Hatta Batı’nın muteber bir yargı kurumunda kendisine karşı önlemler alınması bile kararlaştırılıyor.

*

İSRAİL SOYKIRIM YAPIYOR!

2023’ün ekim ayından başlayan İsrail silahlı kuvvetlerinin Filistin halkını kıyım ve kırım saldırısı, bombardımanı, amansızlığı dünyada görülmemiş bir şey durumunda. Ocak ayı hesaplamalarına göre 25 bine yakın insan öldürülmüş. Bunların çoğunluğunu çocuklar, bebekler, kadınlar, yaşlılar meydana getiriyor. Tam bir “halka saldırı” örneği. Savaşlarda insanların ölmesine üzülmemek elde değildir ama olağan görmek zorunludur. Savaş zaten ölüm demek olduğuna göre savaşta ölüm olağandır. Ancak burada öldürülenler askerler-savaşçılar olmadığı gibi ortada bir savaş da yok!

Peki ne var? İnsafsızlık, acımasızlık var.

Bu kıyım felaketinin yanı sıra yüz binlerce yaralı ve iki milyondan fazla insan da aç, susuz ve yersiz yurtsuz. Yaralılara hastane hizmeti verilemiyor, kalacak yer gösterilemiyor, yardım konvoyları ulaşamıyor, ihtiyaçları karşılamayı amaçlayan araçlar engelleniyor. Dahası, saldırılar ve bombardıman devam edip duruyor.

Haksızlık” ve “zulüm”; bu sözcükler yetersiz!

Yerlerinden edilmiş insanların sağ kalanları ölümü bekler durumda.

21. yüzyılda “cehennem”in tarifi, tanımı ve kendisidir bu.

ABD destekli İsrail devletinin sorumlu olduğu bir cehennemdir bu.

Batı dünyasının resmi kanadı rezaleti paylaşmış durumda. Bütün dünyada (bu bütün dünyaya Avrupa ve Batı da dahil, hatta İsrail de) yapılanlar protesto edilmekte, önlenmeye çalışılmakta, ancak bir sonuç alınamamaktadır.

Bu kıyıma ve kırıma karşı çıkanlar her yerde suçlu görülmekte, Batı dünyasının her yerinde Filistin trajedisine gözler kapatılmak, vicdanlar susturulmak istenmektedir.

Almanya’nın en önemli siyasal dergisi Der Spiegel, Gazze’de öldürülen sivillerle ilgili olarak o inanılmaz rakamı (25 bine yakın ölüm) veriyor, ancak bu rakamın tam kanıtlanmamış olduğunu yazıyor! Yani “kanıtlanmamış olduğu” için 25 bin kişilik bir cinayet, cinayet sayılmayabiliyor. Bu derginin daha resimli-fotoğraflı bir versiyonu olan Stern dergisi ise, bombardıman altında olan Gazze halkının çok güzel fotoğraflarını yayınlıyor. Bu kareler o kadar güzel anlatıyor ki dehşeti ve katliamı, sayfayı koparıp çerçeveleyip herkes görsün diye her yerde taşıyasınız geliyor! Peki ama katiller? Bu cinayetler sanki faili meçhullerden.

Gelinen nokta, “İsrail”, “Orta Doğu”, “uluslararası anlaşmazlıklar ve geçimsizlikler” olmaktan çıkmış, insanlık sorunu haline gelmiştir.

SOYKIRIM SUÇU VE İSRAİL ULUSLARARASI ADALET DİVANI’INDA

En son olarak, soylu ve kahraman bir ülke, İsrail’in sivil halka savaş açtığı, soykırım suçu işlediği için yargılanması gerektiğini ileri sürdü. 11-12 Ocakta işleme alınan Güney Afrika Cumhuriyeti başvurusu ile İsrail Uluslararası Adalet Divanı’na şikayet edildi. İsrail, Gazze şeridindeki kabul edilemez uygulamalarıyla “Soykırım Sözleşmesi”ni ihlal ettiğinden dolayı suçlanıyor. Hakkında “tedbir başvurusu” talebinde bulunuluyor.

La Hay’deki Uluslararası Adalet Divanı 26 Ocak Cuma günü, daha önce açıklandığına göre bir ara kararı verecekti, ve verdi. Bu karara göre, Mahkeme Başkanı Yargıç Joan E. Donoghue, İsrail’in suçlu bulunduğunu, Divan’ın Gazze’deki “insani trajedinin farkında olduğunu”, kendilerinse “can kayıplarından derin kaygı duyduklarını” söyledi. Divan aynı zamanda, İsrail’in Soykırım Sözleşmesi çerçevesindeki yükümlülüklerini ihlal ettiğine ilişkin ihtiyati tedbir kararı almak zorunda kaldığını belirtti. İsrail aleyhine ileri sürülen iddialar inandırıcı ölçülerdeydi. Tehlike acil düzeydeydi. Askeri operasyonlar derhal durdurulmalıydı.

Karar 15’e karşı 2 oyla alınmıştı.

Ancak tam Batı dünyası, İsrail’i sorgulayamaz, yargılayamaz, mahkum edemez diye düşünüyorduk ki, bu kararla İsrail yanında olabilecek güçleri bile zor duruma sokmuş olduğunu gördü. İsrail savunulamaz durumdadır.

Bu arada biliyoruz, Doğu’nun “Uluslararası Adalet Mahkemesi” yola çıkmıştır, yakın bir gün bir tarihte de aynı davayı görmeye başlayabilir.

TÜRKİYE, NATO’YA DİRENEMEZ MİYDİ?

24 Ocakta Türkiye bağımsızlığı ile ilgili bir sınava girdi. Ama üzülerek belirtiyoruz ki, siyasal partileriyle, devletiyle, Büyük Millet Meclisi ile bu sınav kaybedilmiştir. O Türkiye ki, halkının yüzde doksanından fazlası NATO’ya karşıdır, milletin yüzde doksan dokuzu ABD’ye teslim olmayı kabul etmeyecek kadar bağımsızlıkçıdır.

1950’lerin başında, girmeye çalıştığımız ve sonunda bizi içlerine almalarını başardığımız NATO, Türkiye’ye düşmandır ve bunca yıl boyunca yaşadıklarıyla halkımız bunun bilincine varmıştır. Ülkemiz NATO içinde olduğundan hep zarar görmüştür, darbeler yaşamıştır, müdahalelere uğramıştır, tertiplerle karşılaşmıştır, cinayetlere, suikastlara maruz kalmıştır, değerlerini kaybetmiştir, milli çıkarlarını savunamamıştır.

Eğer Türkiye’nin NATO’dan çıkması için halkoylaması yapılsa sonuç NATO’dan çıkmak olurdu. Üzülüyoruz, çünkü böyle bir Türkiye bugün NATO’ya boyun eğmiştir.

TBMM’de NATO’ya “evet” demekle bindiğimiz dalı kestik, bununla kendimizi inkar ettik.

Bu süreçten bir incelik: Meclis’teki oylamaya katılım düşük olmuştur. Milletvekilleri “NATO’ya evet” oyu vermelerinin kendilerine yapışacak ve kurtulamayacakları bir sıfat kazandıracağını bilmekteydiler. Ancak karşı olmalarına rağmen kendilerini açıkça görünür kılacak cesaretten de yoksundular. Utancın ve yüreksizliğin kesişme noktasındaydılar. Kaçmışlardır.

Yorumcular”, İsveç’in NATO’ya alınmasına rıza gösterdiğimiz için Amerika’nın bize dostluk göstereceğini belirterek kararı savunuyorlar. Bu sayede ABD, Türkiye’ye uçak verecekmiş, uçakların modernizasyonuna yardım edecekmiş vb. Böyle görüşlerin insan önce ahmaklık olduğunu sanıyor, ama böyle gerekçeler bulmak ahmaklık değil, ülkesini sevmemektir, milli duygulardan yoksun olmaktır, yurttaşlık sorumluluğunu taşımamaktır.

Bu ne haysiyetsizliktir ki, bu oylamayı koz olarak kullandık ve kârlı çıktık diye sevinçten uçanlar var.

Ocak ayında Türkiye’nin teröre verdiği ağır kayıplar planın bir parçasıydı.

PKK-PYD terörünün Amerika’dan kaynaklandığını, ABD’nin PKK-PYD’ye desteği sonucu olduğunu bilmeyen kalmadı. Her şey açık açık yapıldı. Teslim ol, yoksa terör bitmez!

Terörün yaratıcısı ve ipleri elinde tutanı olduğu için ABD’ye teslim olmak, teröre teslim olmak demektir.

ABD ile, o bize düşmanlık yaparken ve biz ona dostluk “gösterirken” terörden kurtulamayız.

Ayrıca İsveç olayında her şey meydandaydı. ABD, Rusya’yı kuşatmak istiyor, aynı NATO’yla Türkiye’yi kuşattığı gibi. Planlarına Ukrayna’yı da katmıştı, yaşananlar ortada. Zavallı Ukrayna ve Ukraynalılar, onları savaşa sürenler sonra yalnız bırakanlardır. Batı’da kimse Ukrayna’nın yanında değil. Gerçek bu.

Siyasal” İsveç hep PKK’nın arkasındaydı, hala da arkasında. İsveç, her medeni ve Hıristiyan Avrupa ülkesi gibi Türklere ve İslama karşıdır.

Olayın bu uluslararası boyutunu böyle ele aldığımızda Meclis’imizin aldığı karar, dostluk içinde olduğumuz, ortak düşmana karşı dayanışma içinde bulunduğumuz Rusya’ya ihanettir, NATO’nun ezdiği ve ezeceği halklara ihanettir, ABD’ye karşı konumlanmak isteyenlere ihanettir, Filistin halkına ihanettir. Özetle, dünya çapında sonuçları olan bir olumsuz karardır bu.

Daha da önemlisi TBMM’nin kararı, tarihimize, geçmişimize, bağımsızlık savaşımıza, Cumhuriyet’imize ihanettir!

Sorumuzu yanıtlayalım. TBMM, İsveç’in NATO’ya alınmasına karşı çıkabilirdi, antiemperyalist bir karar alabilirdi, Amerika’ya direnebilirdi, ABD’nin hoşuna gitmeyen bir tavra sahip olabilirdi. Neden mi? Kendine güveni olması gerekirdi. Her Cumhuriyet savaşla kurulmamıştır, ama Türkiye Cumhuriyeti savaşla, savaşarak ve zafer için mücadele ederek kurulmuştur. Kiminle mi savaşmıştır? Zamanın en büyük emperyalist güçleriyle.

ABD, Türkiye için dışımızdaki düşman bile değildir, kurduğu üslerle, tesislerle, istihbari teknik donanımlarıyla, askerleriyle, havaalanlarıyla sınırlarımızın içinde olduğu gibi, “dostları”yla, partileriyle, devlet içindeki görevlileriyle, Amerikan vatandaşı olmuş hizmetindeki Türklerle de içimizdedir.

SAVAŞLARIN GETİRDİĞİ YENİ BİR BUHRAN

Ocak ayı içinde Avrupa yeni bir durumun içine girdi. Piyasalar daraldı, durgunluk yaygınlaştı, pahalılık her geçen gün artıyor, yönetimler kontrol gücünü kaybetmiş, yönetmek zorlaşmış, muhalefetler canlanmış, yeni partiler çıkıyor, çok güçlenen yeni siyasetler var vb. Bunlardan sonra en önemlisi Avrupa’nın birçok ülkesinde memnuniyetsizlik artmış, halkın içinde mırıldanmalar çoğalmış.

İşte bu sessiz gidişin ortasında Almanya denilen ve Avrupa’nın merkezi sayılan ülkede grevler birbirini kovalıyor, genel grev sık duyulur oluyor ve sonunda çiftçiler-köylüler ayaklanması yaşanıyor. Yeni yılın ilk haftalarında hareketlenen kırsal kesime önce “anlayışlı ol” çağrıları yapıldı, arkasından bizzat bakanlar düzeyinde tehditler geldi. Ama ne çare, ay sonuna kadar bütün hayatı felç eden traktör eylemleri bütün dünyayı sarstı. “Dünya” sözcüğünü olayı büyütmek ve durumu abartmak için kullanmadık, gerçekten de böyle oldu. Çünkü yaşananlar emperyalizmin ve savaşın kaçınılmaz sonucu olan bir buhranı göstermekteydi. Zengin Almanya, zam yapmakta zorlanıyor, gelirlerini artırmaya çalışıyor, bunun için vergileri artırıp ayrıcalıkları ayıklıyor (örneğin, çiftçilere piyasadan daha ucuz mazot gibi), sonunda toplumsal ve siyasal gerginlik tırmanıyor.

On binlerce traktörün (başkent dahil) kentleri ve otoyolları kapaması Almanya için biraz heyecan vericiyken, aynı şeyin Fransa’da yaşanması, grevlerin birçok başka ülkede görülmesi rastlantı falan değil.

Bu çarpıcı gelişmelere eşlik eden yeni bir Almanya olgusu. Alman milliyetçiliği görüntüsüyle son yıllarda gelişme gösteren AfD adlı parti olağan olmayan bir şekilde kitle gösterileriyle protesto ediliyor. Nedeni? Yabancılar politikası konusunda Almanya genelinin ve ortalamasının bile yadırgıyacağı bir ırkçılık sergilemesi. Yorumlar, ocak ayı sonuna doğru yaygınlaşan ve giderek yükselen tepkilerin bu konuda Almanya’da yaşanmamış bir şey olduğu yolunda. Söz konusu olan, milyonlarca insanın bu partinin ırkçılığına beklenmedik ölçüde ve şekilde karşı çıkması. Bu arada AfD’nin NATO’yu beğenmezlikleri ile Avrupa Birliği’nden Almanya’nın çıkması yollu isteklerinin de değerlendirilemeden güme gitmesi ne yazık ki gerçek.

Başta Almanya olmak üzere Avrupa’nın içine düştüğü toplumsal sorunlar, silahlanmanın ve savaş harcamalarının yarattığı ekonomik sorunların giderilmesinin yükünü kitlelere, halka, çiftçilere, sabit gelirlilere yıkmaya çalışmasından doğmuştur. Aynı bizde olduğu gibi.

Giderilmesi mümkün olmayan sorun budur.

Bunları da sevebilirsiniz