Çalınan Dikkat, Yüzeyselleşen Hayat

Cape Cod’a kaçış öncesinde bir zihinsel uyarım kasırgası içinde yaşıyordum. Ne zaman yürüyüşe çıksam ya podcast dinliyor ya da telefonla konuşuyorum. Bir dükkanda telefonuma bakmadan ya da kitap okumadan iki dakika duramıyordum. Her bir dakikanın uyarımla dolu olmaması düşüncesi beni telaşlandırıyordu, diğer insanların böyle yapmadığını görmek de tuhafıma gidiyordu. Uzun tren ve otobüs yolculuklarında altı saat boyunca hiçbir şey yapmadan pencereden bakan birini görünce kafamı uzatıp şöyle diyesim geliyordu: ‘Kusura bakmayın rahatsız ediyorum. Üstüme vazife değil ama sormak istedim -ömrünüzün sınırlı olduğunun, ölüme doğru geri sayan saatin sürekli işlediğinin, hiçbir şey yapmadan geçirdiğiniz şu altı saatin hiç geri gelmeyeceğinin farkındasınız, değil mi? Ölünce de sonsuza dek ölmüş olacağınızı biliyorsunuz, değil mi?’ (Bunu hiç yapmadığımı anlamışsınızdır, aksi takdirde bu kitabı bir psikiyatri kliniğinde yazıyor olurdum -ama aklımdan geçmedi değil. )” (1)

Yukarıdaki satırları Britanyalı yazar ve gazeteci Johann Hari’nin Çalınan Dikkat adlı kitabından alıntıladım. Son zamanlarda dünyada ve ülkemizde oldukça dikkat çeken kitap, içinde kaybolduğumuz, teknoloji ve bilgi çağı olarak adlandırabileceğimiz günümüz dünyasına ışık tutuyor. Miami’den Moskova’ya Montreal’den Melbourne’e 50.000 kilometre yol katederek 250’den fazla uzmanla görüşen Hari, içinde bulunduğumuz kargaşanın ayrıntılarını tüm gerçekliğiyle ortaya koyuyor.

Gerek çocuklarda gerekse yetişkinlerde giderek artan dikkat eksikliği ve odaklanma sorununu kendi hikayesi üzerinden anlayarak anlatmaya çalışan yazar, dünyada birçok insana da rehber olacak bir kitap ortaya çıkarmış. Özellikle yukarıdaki satırlar benim gibi birçok insanın hissettiklerini anlatıyor. Kitap, hayatın her anını hızlı ve boş geçirilecek bir dakika bile bırakmayacak şekilde yaşayanların zihinlerinde aydınlanma yaşatacak nitelikte. Oysa içini doldurarak yaşadığımızı zannettiğimiz her dakikayı acaba sandığımız kadar verimli mi geçiriyoruz? Ne yazık ki yapılan çalışmalar böyle olmadığını gösteriyor. California Üniversitesi Irvine kampüsünde enformatik Profesörü olarak görev yapan Gloria Mark gerçekleştirdiği çalışmada, ofiste çalışan yetişkinlerin tek bir işle ortalama sadece üç dakika meşgul olduklarını ortaya çıkarmış. Oregon Üniversitesi’nde görev yapan Profesör Michael Posner tarafından gerçekleştirilen bir çalışmada ise bir şeye odaklanmışken dikkatimiz dağıldığında aynı odaklanma durumuna dönmemiz ortalama yirmi üç dakika sürüyormuş.

İnsanların yaşamış olduğu ve bu çağın en önemli sorunlarından biri haline gelen odaklanma sorununun sebeplerinden biri de enformasyon hacmindeki artış. Güney California üniversitesi’nden Dr. Martin Hilbert ve Katalonya Açık Üniversitesi’nden Dr. Priscilla Lopez’in derlediği verilere göre ortalama bir insan 1986 yılında –televizyon, radyo, basın aracılığıyla- maruz kaldığı enformasyonun hepsini topladığınızda günde 40 gazeteye karşılık geliyormuş. 2007 yılında bu rakam günde 174 gazeteye çıkmış. Günümüzde sosyal medya etkisini de göz önünde bulundurduğumuzda maruz kaldığımız enformasyonun karşılık geldiği günlük gazete sayısının hayli arttığını düşünebiliriz. Bu kadar hızlı bir bilgi bombardımanı içinde tek bir şeye odaklanmak için epey çaba harcamak gerekiyor. Fakat göz önünde tutulması gereken başka bir şey de beynimizin bilişsel kapasitesi. Hari’nin görüştüğü sinirbilim alanında dünyanın önemli ödüllerine sahip Profesör Earl Miller bu durumu şöyle ifade etmiş: “ Sınırlarımızın farkına varıp onlarla yaşamayı öğrenmek yerine topluca muazzam bir aldanma içine düşüyoruz. Her insanın anlaması gereken hayati bir gerçek var. Zihnimizde beyin aynı anda sadece bir veya iki düşünce üretebiliyor. O kadar. Tek bir şeye odaklanabiliyoruz. Bilişsel kapasitemiz çok sınırlı. Bu durum beynin temel yapısından kaynaklanıyor ve hiç değişmeyecek. Ama bunu kabullenmek yerine bir mit icat etmişiz. Üç, beş, on şeyi aynı anda düşünmenin mümkün olduğunu sanıyoruz. Öyleymiş gibi yapacağız diye, aslında insanlar için düşünülmemiş olan bir terimi kendimize yormuşuz. Bilgisayar bilimciler 1960’larda birden fazla işlemcisi olan, yani iki veya daha fazla şeyi sahiden aynı anda yapabilen makineler icat etmiş, bu makine gücüne de ‘çoklu görev’(multitasking) adını vermişlerdi. Sonrasında bu kavramı alıp kendimize uyguladık.

Bilişsel kapasitemizi aşarak yapmaya çalıştığımız birden fazla göreve baktığımızda tüm bu yaptıklarımızdan ne kadar verim alıyoruz? Bu görev geçişlerinin bir bedeli yok mu? Hari’nin derlemiş olduğu çalışmalardaki kanıtlara bakıldığında görevler arasında geçiş yapmaya çok fazla zaman harcadığımızda yavaşlıyoruz, daha çok hata yapıyoruz, yaratıcılığımız azalıyor ve yaptıklarımızın daha azını hatırlıyoruz.

Tüm bunları düşündüğümüzde aslında hızlı, yoğun ama maalesef yeterince özümseyemediğimiz yüzeysel bir hayat yaşamış oluyoruz. Yaşadıklarımızı içselleştiremediğimiz, acı deneyimlerden dersler çıkarmadığımız ve mutlu anlarımızın hatıra olarak zihinlerimizde kalıcılaşmasına izin vermediğimiz bir hayat…

Daha pek çok konunun ele alındığı kitapta Johann Hari, hayatımızın, farkına varmadan öylece kayıp gitmesinin nedenlerini açıklıyor ve analiz ediyor. Çocukların sokakta oyun oynamayı bilmeden ellerine tutuşturulan tabletlerle büyümesinden, yetişkinlerin uzun üre okuma yapamamasına, topluma dayatılan sağlıksız yiyecekler ile beslenme alışkanlıklarının alt üst olmasından, kapitalist sistemin dayatmış olduğu tüketim alışkanlıkları ile ekonomiyi sürekli büyütme çabalarına kadar birçok konuyu uzmanların görüşleri çerçevesinde tarafsız bir şekilde ortaya koyuyor. Özellikle insan zihnini sürekli meşgul ederek onu tüketime iten ve bu sayede ciddi bir gelir elde eden Google, Apple gibi silikon vadisi şirketlerinin yaptıklarını okuyunca nasıl bir karanlığın içinde debelendiğimizin biraz daha farkında olacaksınız.

Bu kitap ile yaşadığımız bu kargaşanın sadece kendimizle ilgili olmadığını; gelişen teknolojinin bir taraftan hayatımızı kolaylaştırırken öte taraftan da bizi bir karanlığa doğru ittiğini anlıyoruz. Fakat önlem almadığımız sürece bu karanlık giderek artacak. Yaşanan bu karanlık dijitalleşme; tüm dünya üzerinde olduğu gibi ülkemizde de ciddi anlamda bir dönüşüme neden oldu. Deniz Yüce Başarır’ın Ben Okurum adlı podcast serisine konuk olan Murathan Mungan, Çalınan Dikkat kitabı üzerine gerçekleştirdikleri programda toplumumuzda yarattığı bu etkiyi çok güzel bir şekilde ifade ediyor: “Dünyada canlı bir varlık olan insanın elinde zamandan başka bir şey yoktur. Ve insanların çoğu o zamandan hayat yapmayı bilmiyorlar. Bizim kültürümüzde zaman, değerlendirilecek bir şey değil öldürülecek bir şey. Toplumda pek çok insan oyalanmayla geçiştirilmiş bir hayat yaşıyor. İçine bakmanın içini gözden geçirmenin ruh terbiyesine sahip bir kültürden gelmiyoruz. Dolayısıyla kişiler içindeki boşlukla nasıl baş edeceklerini bilmiyorlar. Günümüzün ekranları, dijital dünyası bu anlamda müthiş oyalayıcı bir saha sunuyor insanlara.”(2)

Hari, kendisi gibi birçok kişinin de içinde bulunduğu bu hızın ve kaosun nasıl yavaşlatılacağına dair önerilerde de bulunuyor. Kendi uyguladığı yöntemleri anlattığı gibi bir şeyi de özellikle vurguluyor: “Bu sorun için bireysel sorumluluk almamız gerekiyor elbette, ama daha derinde yatan etmenlerle baş etmek için hep birlikte kolektif sorumluluk da almamız gerekiyor.”

  1. Çalınan Dikkat – Neden Odaklanamıyoruz?, Johann Hari, Çevirmen: Barış Engin Aksoy, 320 syf., Metis Yayınları, 2022.

  2. https://ben-okurum.simplecast.com/episodes/calnan-dikkat-V0hkWDhW

Bunları da sevebilirsiniz