Dr.Yavuz Daloğlu’na ithafımdır… Ahmet Adnan Saygun, Atatürk’ü anlatıyor.

Dostumuz Dr.Yavuz Daloğlu, 2023 Yılı Ütopyalar Buluşması’ndan sonra Dağarcık Türkiye Gurubu arkadaşlarına bir 100.Yıl bestesini ithaf etmişti.

Dinledik ve çok beğendik.

Ben de Ahmet Adnan Saygun ile yaptığım bir yayınlanmamış söyleşimi kendisine ithaf ediyorum.

Başarılar dileyerek..

Ahmet Adnan Saygun kimdi?

1-Ahmet Adnan Saygun ve Yaşar Aksoy (1989)
                                      1-Ahmet Adnan Saygun ve Yaşar Aksoy (1989)

Modern, laik ve ilerici Türkiye Cumhuriyetinin gururlarından Ahmet Adnan Saygun (7 Eylül 1907 – 6 Ocak 1991), “Türk Beşleri” arasında yer alan klasik müzik bestecisi, müzik eğitimcisi ve müzikologdur..

Türk müzik tarihinde ilk Türk operasının bestecisidir ve “Devlet sanatçısı” unvanını alan ilk sanatçıdır. Cumhuriyet Dönemi Türk müziğinin en çok seslendirilen eserlerinden “Yunus Emre Oratoryosu” en önemli yapıtıdır.

Saygun’un babası sonradan İzmir Milli Kütüphanesinin kurucuları arasında yer alacak olan öğretmen Mahmut Celalettin Bey, annesi Konya’nın Doğanbey mahallesinden gelip İzmir’e yerleşmiş bir ailenin kızı olan Zeynep Seniha Hanım’dır.

İzmir’de “Hadikai Sübyan Mektebi” adlı mahalle mektebinde başladığı ilköğrenimini “İttihat ve Terakki Numune Sultanisi” adlı çağdaş okulda devam etti[. Sanat eğitimine ağırlık veren bu okulda 13 yaşında iken İsmail Zühtü (nazariyat) Rosati (piyano) ve Tevfik Bey (piyano) yanında müzik çalışmalarına başladı. 1922 yılında Macar Tevfik Bey’in öğrencisi oldu. 1925 yılında Fransız La Grande Encyclopedie’den müzikle ilgili makaleleri çevirerek birkaç ciltlik büyük bir Musiki Lugati meydana getirdi.

Hayatını kazanmak için su şirketi, postane gibi çeşitli yerlerde çalışan, İzmir Beyler Sokak’ta bir kırtasiye dükkânı açıp nota satmayı deneyen Ahmet Adnan Bey, bu denemelerde başarısız oldu ve ilkokullarda müzik öğretmenliğine yöneldi. İlkokullarda öğretmenlik yaptığı dönemde Ziya Gökalp’in, Mehmet Emin’in, Bıçakçızade Hakkı Bey’in şiirleri üzerine okul şarkıları yazdı. 1925 yılında devletin yetenekli gençleri müzik eğitimi için Avrupa’daki önemli konservatuarlara göndermek üzere açtığı sınava girmek isteyen genç müzisyen, annesinin ani ölümü üzerine bu fırsatı kaçırdı. Orta dereceli okullarda müzik öğretmenliği yapmak için açılan sınavı kazanarak 1926 yılından itibaren bir süre İzmir Erkek Lisesinde müzik öğretmenliği yaptı.

Paris’teki öğrencilik yılları

1927-1928 yıllarında “Re Majör Senfoni”yi besteleyen sanatçı; 1928 yılında hükûmetin müziğe yetenekli gençler için açtığı sınavı tekrarlaması üzerine bu sefer fırsatı yakaladı ve devlet bursuyla Paris’e gönderildi.

Vincent d’Indy (kompozisyon), Eugène Borrel (Füg), Madame Borrel (armoni), Paul le Flem (Kontrpuan), Amédée Gastoué (Gregoryen ezgileri), Edouard Souberbielle (org) ile çalıştı. Paris’teyken Op. (Opus) 1 sıra numaralı Divertissement adlı orkestra eserini yazdı.

Saygun’un bu bestesi 1931 yılında jüri başkanının Henri Defossé (Cemal Reşit Rey’in orkestra şefliği hocasıdır) olduğu Paris’teki bir beste yarışmasında ödül kazandı, Gabriel Pierné yönetimindeki Colonne Orkestrası tarafından önce Paris, Varşova daha sonra da Rusya ve Belçika’da seslendirildi. Eser böylece, Cemal Reşit Rey’in Paris’te seslendirilmiş bulunan üç eserinden sonra – Anadolu Türküleri” (1927), “Bebek Efsanesi” (1928) ve “Türk Manzaraları” (1929) – yurt dışında icra edilen dördüncü Türk orkestra eseri olmuştur.

Ahmet Adnan Saygun’un klasik müzik kariyeri böylece hızlı ve üstün bir öykü ile zirveye tırmanmış ve Devlet Sanatçılığı’na ulaşmıştır.

Ahmet Adnan Saygun ile kuzeni Mehmet Aşçıoğlu’nun Halilrifatpaşa’daki evinde saatler süren bir sohbet yapmıştık. Bu sohbeti iyi ki teybe almışım. Bu söyleşimizde Saygun, İzmir’in işgalden kurtulduğu 9 Eylül 1922 tarihinden başlayarak, Atatürk’ün önünde icra ettiği bestelerinin hikayesini veciz bir şekilde anlattı. Bu arada dedem Başöğretmen Hilmi Dölek’in talebesi olduğunu öğrenince ikimizde son derece duygulu anlar yaşamıştık.

Atatürk’ün İzmir’de ilk günü

Saygun ile yaptığımız söyleşi sonrasında teyp çözümünde ünlü bestecimiz Atatürk üzerine şunları anlattı:

İzmir 9 Eylül’de alındı. 10 Eylül’de saat iki sıralarında Atatürk Konak meydanına geldi. Yanında Fevzi Çakmak Paşa bulunduğu halde üstü açık bir otomobildeydi. Kemeraltı’ndaydık. Müthiş ve mahşeri bir kalabalık vardı, İzmirliler Atatürk’ü görmek için akın akın gelmişlerdi. Otomobilin ilerlemesine imkan yoktu, ağır ağır gidiyor ve şoför Hükümet Konağı’na varmak istiyordu.

Atatürk bir gün önce şehrin içinde Yerli Rumlar ve Ermeniler tarafından patlatılan bombalara hiç önem vermiyordu, ama bir bomba Konak meydanında da patlayabilirdi. Onun o vakur duruşunu o anda hissetmek heyecan içinde olan bizler için inanılmaz bir olaydı. İşte Atatürk’ün Anadolu içlerinden savaşa savaşa İzmir’e gelerek, o sükunetli tavrını gülümseyerek, halkı selamlayarak bize yansıtması, Hükümet Konağı’na doğru ilerleyişi, bize Atatürk’ü bambaşka bin insan gibi, adeta insan üstü bir varlık gibi göstermiştir. Onbeş yaşındaydım..

O günleri unutmak kolay mı?.. Hep gözümün önündedir. Yunanlıların sokaklarımızda “Kopsi kefali” diye bağırarak geçmeleri, öldürülen komşularımızın feryatları, babam Celal hocanın müdürü olduğu Milli Kütüphane’nin ismini Yunanlıların İslam Kütüphanesi olarak değiştirmek istediklerinde babamın karşı çıkması üzerine hapse atılışı, şehri 9 Eylül’de giren süvari kuvayı milliyecilerimizin çatallı mızraklarının ucundaki küçük bayrakları sallayarak Halilrifat’tan geçişleri, bunları unutmak kolay mı?

Bir tarafta ezilmişlik ruhu, öte taraftan kurtuluş heyecanı, tüm bunların ötesinde batılı bir kente yetişme avantajı.. İşte bunlar ruhumuzu yoğurdu. En son Gazi Mustafa Kemal tüm bu birikimlerimizi yükselterek bize yeni bir ülkü verdi. Cumhuriyet idi bu.. Biz Cumhuriyet’in ameleleriyiz (işçileriyiz).”

Atatürk’ün ağzından yeni sanat, yeni sosyete..

.. 1934 yılının özellikle ikinci yarısı Atatürk’ün musiki konusundaki düşünüşünün gittikçe yoğunlaştığı bir dönem olmuştu. Bu münasebetle de, musiki konusunu ele alacağı toplantılarda beni de Çankaya’ya davet eder olmuştu. 1934 Ekim ayında bir akşam saat on sularında Çankaya’ya davet olundum.

Böyle davet ettiğinde bana masada ayırmış olduğu yer, her halde konu dolayısı ile olacak, upuzun masanın baş tarafında kendisinin solundaki yerdi. Karşımda ise yani Atatürk’ün sağında, elinde bir kalem, önünde bir sürü kağıt Kazım Özalp Paşa oturmakta idi.

Önünde çeşitli kitaplar olan Atatürk bir şarkının epey Arapça-Farsça karşılığı olan sözlerini sade Türkçeye çeviriyor, Kazım Paşa da kaleme alıyordu. Çevirme işi tamamlanınca Atatürk bu sözleri bana verdi ve bestelememi istedi. İsteğini yerine getirdim ve piyanoda kendime eşlik ederek bestemi söyledim. Bu piyano eşliğinde bir Lied olmuş idi, yani kısa şiirler üzerine yazılmış ve genellikle piyano eşliğiyle söylenen bir eserdi. Atatürk bu Lied’i birkaç defa daha tekrarlamamı istedi. İsteğini yerine getirdim. Her defasında heyecanının arttığını fark etmemek elde değildi. Nihayet masadaki kalabalık davetlilere dönerek şunları söyledi:

.. Efendiler! O sözler Osmanlıcadır ve onun musikisi Osmanlı musikisidir. Ancak bu sözler Türkçedir ve bu musiki Türk musikisidir. Yeni sosyete, yeni sanat!..”

Burada söz konusu olan şey piyano eşliğinde bir Lied’den ibaretti.. Fakat, Atatürk’ün bunu yorumlayış biçimi, onun devrimlerine paralel bir yeni musiki düşüncesini çok güzel yansıtıyordu. Arapça – Farsça – Türkçe karışımı bir Osmanlı yazı dili ve o dilin ürettiği en çetrefilli bir Osmanlı edebiyatı, en sonunda o edebiyattan çıkan bir Osmanlı musikisi var ise, Atatürk’e göre o dil, o edebiyat ve o musiki hayalindeki inkilapçı yeni Türkiye’ye uymuyordu. Türk musikisinin bu kapsamda yeni bir sanat anlayışına, modern bir ifade biçimine yönelmesi, evrilmesi gerekiyordu.

Atatürk bir hamlede geri bir musiki anlayışından, çok sesli, her türlü insani duyguları dile getirebilecek bir sanat alemine sıçramak istiyordu. “

(Yaşar Aksoy’un Notu: Bu konuda şu yayınlara bakılabilir: 1) Atatürk ve Musiki – A.A.Saygun – Sevda ve Cenap And Müzik Vakfı Yayınları – Ajans Türk Matbaacılık, 1987, 2) doğumunun 100.Yılında Ahmed Adnan Saygun – Dinçer Yıldız – Sun Yayınevi, 2007, 3) 7-8 Ocak 1987 Ahmed Adnan Saygun Semineri Bildirileri – İzmir Flarmoni Derneği Yayınları, Haziran 1987, 4)Atatürk’ü Gördüm – İzmir Devlet Senfoni Orkestrası Sanatçısı Tuğrul Göğüş – Çağdaş İzmir, Şubat 1990)

Bunları da sevebilirsiniz