Cumhuriyet’in İkinci Yüzyılında Musiki Yaşamımızı Devrimci Bir Anlayışla Yeniden Tasarlamak (I)

Türkiye Cumhuriyeti’nin temeli kültürdür.

Kültür, bir milletin bütün tarihi seyrini gösteren bir harekettir. Bugün yaşayan milletler varlıklarını ispat ve idame için çalışırlar, fakat onların dayanacağı bir esas, kökünü kendisinden alacağı bir kültürleri bulunmazsa, temel sağlam olmaz. Onun içindir ki tarihlerinde kültür izi bırakmayan milletlerin en nihayet yalnız adları kalmıştır1.

Büyük Devrimci Önder Atatürk’ün 1936 sonbaharında söylediği bu sözler bugün de yolumuzu aydınlatmaktadır.

Kültür, Uygarlık ve Musiki

Musiki, insanlığın büyük serüveni boyunca her zaman pek çok olayla ve olguyla iç içe olmuş bir uğraş, bir sanat dalı, bir bilim dalı ve en geniş anlamda bir kültür olgusudur. Musiki, doğaldır ki insanlığın bu çok uzun serüveni içinde, serpilip boy verdiği her toplumda farklı bir gelişim çizgisiyle biçimlenmiştir. Ancak burada hem yakın hem de uzak toplumlardaki benzerlikler de göz ardı edilmemelidir2.

Kültürü, en geniş anlamıyla, insanlığın günümüze değin ortaya koyduğu maddi ve manevi değerlerin tümü olarak tanımlarsak eğer, musiki de bu değerlerin içinde çok önemli bir yere sahiptir. Dolayısıyla şimdiye kadar üretilmiş ve bundan sonra da üretilecek bütün musiki eserleri, insanlık kültür evreninin bir parçasıdır.

Ancak, musiki yalnızca kültürel bir olgu değildir. Devletin, sınıflı toplumun, askeri gücün, yazının ve paranın ortaya çıkışıyla birlikte toplumsal yapıdaki sıçramayla oluşan köklü değişim, insanlığın gündemine “Uygarlık” (Ar. Medeniyyet, Fr. ve İng. Civilisation) denilen başka bir kavramı oturtmuştur. Uygarlık aşamasına geçmiş toplumların belirli musiki türleri bu çerçeve içinde düşünülmeli ve bunların yalnızca kültürel bir olgu değil, fakat bir uygarlık olgusu olduğu kabûl edilmelidir3.

Musikinin tarih boyunca kültürel bir olgu olduğunu pek çok kişi yazmış ve söylemiştir, fakat musikinin, daha açık söylemek gerekirse belirli musiki türlerinin/kültürlerinin insanlık tarihinde birer uygarlık olgusu olduğu çoğunlukça gözden kaçmıştır.

Doğaldır ki burada uygarlık kavramını kültürden bağımsız değil, fakat tam tersi birbirini tamamlayan kavramlar olarak düşünmek gerekir. Uygarlık, kültürün üstünde biçimlenen bir üst aşaması ve ayrılmaz bir parçasıdır. Ancak burada uygarlığın geçmiş uygarlık birikimlerini de içselleştirdiği, benimsediği unutulmamalıdır.

Kültür ve uygarlık, toplumsal düzlemde ve kavramsal olarak yan yana ve iç içedir. Sözgelimi bir toplumda kültürel yapının koşulladığı musiki türleri, halk musikileri üretilip yaşatılırken; aynı zamanda uygarlık aşaması musiki eserleri, sanat musikileri de üretilip yaşatılır. Doğalı ve olması gerekeni de budur. Çünkü bunlar birbirinin karşıtı ve seçeneği değil, bir gövdenin aşağıdan yukarıya yaşayan, gövdeye canlılık veren, beslenen ve de onu diri tutan kaynaklarıdır.

İnsan, Toplum ve Musiki

Kuşkusuz ki sesler sanatı olan musiki kültürün ayrılmaz, çok önemli bir parçasıdır. Aynı zamanda, musiki ile insanın eğitimiyle gelişimi ve musiki ile toplumun eğitimiyle gelişimi arasında karşılıklı çok önemli bir ilişkiler ağı vardır.

İnsanlık serüveninde büyük filozoflar, düşünürler; insan, toplum ve musiki arasındaki bu ilişkiye hep gönderme yapmışlardır.

Çin’in büyük bilgesi Konfüçyüs, musikiyi göksel, tanrısal bir sanat olarak görür. Ona göre: “Musiki insanî olan hislerin ifadesidir.” “Musiki, gök ve yerin doğal bir vergisidir. İnsan doğasını uygun bir hâle getiren ögedir ve insanlar kendilerini ondan kurtaramazlar” der4. Ve yine Konfüçyüs, “Hava yok olduğu zaman varlıklar mevcut olmaz. Dünyada karışıklık olduğu zaman musiki bozulur” demektedir5.

Besteci ve musiki yazarı Muammer Sun, Konfüçyüs’ün görüşlerini şöyle özetlemiştir:

Çinli büyük bilgin Konfüçyüs de, “Büyük Bilgi”sinde, devlet düzenini bir takım kurallara ve törenlere bağlamış, bunları da müzik temeli üzerine oturtmuştu. Bu, aşırılıkla da olsa müziğin önemini belirtmesi ve bunun 2500 yıl önce anlaşılmış olduğunu göstermesi bakımından çok ilginçtir. “Müzik dimağdan çıkar. Dimağın çalışması dış etkilerle olur. Dış etkilerin sonu yoktur. Dimağ kederle harekete geldiği zaman müzik kederlidir; sevinçle harekete geldiği zaman neşeli… Bir toplumun müziği bozuldu mu o toplumda pek çok şey de bozulmuş demektir.”6

Kuşkusuz ki musiki, bir toplumda üretim ilişkileriyle üretim biçiminin üzerinde biçimlenen bir üstyapı kurumudur. Dolayısıyla, Sun’un özetlemesiyle Konfüçyüs’ün “Bir toplumun müziği bozuldu mu o toplumda pek çok şey de bozulmuş demektir” düşüncesini de bu bağlamda düşünmek, bir başka söyleyişle aslında tersten okumak gerekir. Yani, bir toplumda üretim ile paylaşım arasında çelişkiler had safhaya ulaşmışsa, kısacası toplumun alt yapısı, temeli bozulmuşsa; doğaldır ki doğrudan musikisi de musiki yaşamı da kuşkusuz ki bozulacaktır.

Antik Yunan’da da musiki, insan ve toplum açısından çok önemli ve saygın bir sanat dalıydı. Hattâ ünlü filozof Platon’un Devlet adlı eserinde bir askerin eğitimi konusundaki şu diyalog ilgi çekicidir:

– O hâlde bir askerin doğası gereği filozof gibi olması gerekir, ayrıca güçlü ve öfkeli de olmalı. (…)

– Nasıl bir eğitim vereceğiz: Bu konuda her zamanki eğitim tarzını benimsemekten başka çıkar yol görünmüyor. Yani beden için jimnastik, ruh için musiki eğitimi.

– Tamam.

– Eğitime önce musikiyle başlamak gerekmez mi?

– Doğru7. (…)

Büyük devrimci önder Atatürk, Fransız düşünür ve yazar Montesquieu’nün “Bir milletin musikicilikteki meyline ehemmiyet verilmezse, o milleti ilerletmek mümkün olamaz”8 sözünü doğru bulduğunu ve benimsediğini belirtmiş; bu görüşü daha 1925’te İzmir Kız Muallim Mektebi’nde öğrencilerle sohbet ederken şu sözleri sarfetmiştir:

Hayatda musiki lâzım mıdır? Hayatda musiki lâzım değildir. Çünkü hayat musikidir. Musiki ile alâkası olmayan mahlûkat insan değildirler. Eğer mevzû-ı bahis [söz konusu] olan hayat insan hayatı ise musiki behemehâl [ne olursa olsun] vardır. Musikisiz hayat zaten mevcûd olamaz. Musiki hayatın neş’esi, rûhu, süruru [sevinci] ve her şeyidir. Yalnız musikinin nev’i şayân-ı mütalâ’adır [türü irdelenmeye değer] 9.

Burada Atatürk’ün bu sözleri çok çarpıcıdır ve musikinin türünün ne olması, nasıl olması gerektiğine ilişkin de önemli bir uyarı söz konusudur. Ve Atatürk bu görüşlerini kesin ve 1934’te TBMM’yi açarken “Bir ulusun yeni değişikliğinde ölçü, musikide değişikliği alabilmesi, kavrayabilmesidir” sözleriyle açık ve kesin olarak vurgulamıştır.

Atatürk musikinin etkisi ve önemini çok iyi kavramış bir kişilik olarak Türk Musikisi hakkında yukarıda yaptığım alıntıdaki konuşmasında, “Arkadaşlar, Güzel sanatların hepsinde, ulus gençliğinin ne türlü ilerletilmesini istediğinizi bilirim. Bu, yapılmaktadır. Ancak, bunda en çabuk, en önde götürülmesi gerekli olan Türk musikisidir” şeklinde altını çizerek belirtmiştir10.

Türk toplumunun önündeki seçenek nedir?

Buraya kadar söylediklerimden sonra ve bir üstyapı kurumu olan musikiyi toplum olarak nasıl el almalıyız ve neyi hedeflemeliyiz sorusu gündeme gelmektedir. Bu sorunun yanıtı nasıl yaşamak istediğimizle, nasıl bir Türkiye hayâlimizle ilgilidir.

Ve bu sorunun yanıtını konuşmamın en sonunda vereceğim.

Şimdi, Cumhuriyet’in ilk yüzyılında musiki konusundaki atılımları özetlemek istiyorum.

Musiki Devrimi

Emperyalizme, onun işbirlikçisi padişaha, sadrazama, hilâfete karşı; bir başka söyleyişle emperyalist-feodal ittifaka karşı bir devrimle kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin ilânından sonra Atatürk’ün öncülüğünde ve onun deyişiyle “Arasız Devrimler”e devam edilmiştir.

Bu devrimler arasında dünyanın hiçbir ülkesinde görülmemiş bir devrim vardır ki, o günlerde bu devrim “Musiki İnkılâbı” olarak adlandırılmıştır.

Yahudi asıllı Alman tarihsel öykü ve biyografi yazarı Emil Ludwig, 1930 yılının Kasım ayı sonlarında Türkiye’ye gelmiş ve Gazi ile bir mülâkat gerçekleştirmiştir. Bu mülâkatta Atatürk’ün askerliği, mizacı, dine karşı tutumu, kişiliği, komutanlığı, önderliği ve Avrupa’ya karşı tutumu söz konusu edildikten sonra Musiki Devrimi’ne de değinilmiştir. Bu mülâkatla birlikte ilk kez “Musiki Devrimi” adlandırılmasına rastlamaktayız.

Şimdi bu mülâkatın söz konusu bölümünü olduğu gibi aktarıyorum:

Musiki inkılâbı:

Gazi hazretleri söylüyor:

  • Montesquieu’nün “bir milletin musikideki meyline ehemmiyet verilmezse, o milleti ilerletmek mümkün olamaz sözünü okudum, tasdik ederim. Bunun için musikiciliğe pek çok itina göstermekte olduğumu görüyorsunuz.

Biz garplılara göre şark musikiciliğinin kulaklarımıza gelen garabeti cihetinden bahsettim ve dedim ki; şarkın yegâne anlıyamadığımız bir fenni varsa, o da onun musikiciliğidir. Gazi, itiraz ederek şöyle demiştir:

  • Bunlar hep Bizans’tan kalma şeylerdir. Bizim hakiki musikimiz Anadolu halkında işitilebilir.

  • Bu nağmelerin ıslahiyle terakki ettirilmesi mümkün değil midir?

  • Garp musikiciliği bugünkü haline gelinceye kadar, ne kadar zamanlar geçti?

  • Dört yüz sene kadar geçti.

  • Bizim bu kadar zamanı beklemeğe vaktimiz yoktur. Bunun için, garp musikiciliğini almakta olduğumuzu görüyorsunuz11.

(devamı var)

1 Afet İnan, Atatürk Hakkında Hatıralar ve Belgeler, İstanbul, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2014, s. 373-374.

2 Bu konuda Béla Bartók’un’un 1936’da Ankara Halkevi’nde verdiği üç konferans aydınlatıcıdır.

3 Musikinin aynı zamanda bir uygarlık olgusu olduğunu, ülkemizde ancak birkaç düşünürün sözlerinde görebilmekteyiz. Sözgelimi büyük devrimci önder Atatürk’ün daha 1928’de (9-10 Ağustos gecesi) Sarayburnu Parkı’nda Bolu mebusu Falih Rıfkı’ya okuttuğu nutkunda: “(…) Şimdi karşıda medenî dünyanın mûsıkîsi de işidildi. (…)” Bk. Hâkimiyet-i Milliye, Ankara, 11 Ağustos 1928 Cum’a ertesi (24 Safer 1347), s. 1 ve 3; Ziya Gökalp de Türkçülüğün Esasları kitabında: “Memleketimizde bunlardan başka, yan yana yaşayan iki mûsıkî vardır. Bunlardan birisi halk arasında kendi kendine doğmuş olan Türk Mûsıkîsi diğeri Fârâbî tarafından Bizans’dan tercüme ve iktibâs olunan [aktarılmış olunan] Osmanlı mûsıkîsidir. Türk mûsıkîsi ilhâm ile vücûda gelmiş, taklîdle hâricden alınmamışdır. Osmanlı mûsıkîsi ise, taklîd vâsıtasiyle hâricden alınmış ve ancak usulle [yöntemle] devâm etdirilmişdir. Bunlardan birincisi harsımızın [kültürümüzün], ikincisi ise, medeniyetimizin mûsıkîsidir.” (…) Bk. Ziya Gökalp, Türkcülüğün Esâsları, Ankara, Matbû’ât ve İstihbârat Matba’ası, 1339 (1923), s. 30. (Arap elifbasından aktaran Yavuz Daloğlu)

4 Büyük Bilgi – Müzik Hakkında Notlar (Konfüçyüs felsefesine ait metinler), Çeviri: Muhaddere N. Özerdim, Ankara, MEB Yayınları, 1963, s. 48.

5 Aynı eser, s. 30.

6 Muammer Sun, Türkiye’nin Kültür-Müzik-Tiyatro Sorunları, Ankara, AjansTürk Kültür Yayınları, 1969, s. 15.

7 Platon, Devlet, Eski Yunancadan Çeviren: Furkan Akderin, İstanbul, Say Yayınları, 2016, s. 376-377.

8 “Türkiye Reisicümhuru Gazi Mustafa Kemal Hazretlerile mülâkat”, Ayın Tarihi, Cilt: 22, Sayı: 73, Ankara, Matbuat Umum Müdürlüğü, 1930, s. 6055.

9 Hakimiyyet-i Milliyye, 15 Teşrîn-i Evvel (Ekim) 1925, s. 2.

10 T.B.M.M. Zabıt Ceridesi, Devre: IV İçtima: 4, Cilt: 25, Ankara, 1 Kasım 1934, s. 4.

11 Emil Ludwig, aynı mülâkat.

Bunları da sevebilirsiniz