Cumhuriyet vs. Demokrasi

100 yıl geçti. Eskilerin deyimiyle Cumhuriyetin 100. yılını idrak ettik. Ama acaba Cumhuriyeti idrak edebildik mi?

Cumhuriyet ve demokrasi birbirine çok sık karıştırılan, hayli ilişkili ama farklı iki kavramdır. Fatih Altaylı’nın youtube sayfasına konuk olan Ahmet Arslan bu farkı ele aldı: https://www.youtube.com/watch?v=xuA0w2s8310&ab_channel=FatihAltayl%C4%B1

Bizde adettir. Birisi, ”cumhuriyet”, ”demokrasi”, ”modern”, ”aydınlanma” vb. güzel laflar etti mi hemen rahatlar, ardı arkasını düşünmeyiz. Benzeri bazı filozof/düşünür adları için de geçerli. Rousseau, Kant, Hegel, Marks, Montesquieu gibi adları duyunca hemen rahatlar, gardımızı indiririz. Oysa en çok da böyle zamanlarda dikkat kesilmeliyiz söylenene.

Bu alışkanlığın ve umursamazlığın bir sonucu olarak postmodern ve gerici saldırılara karşı savunmasız kaldık. Filozofların söylemlerini bağlamları dışında yeniden kurgulayan gerici saldırılara karşı ya sessiz kaldık ya da saptırılmış anlamları ”yiğitlik” gereği sahiplendik.

Türkiye’nin çağdaşlaşma mücadelesi, felsefi arkaplanı olan ama esasen pratikte şekillenen bir süreçle ve en nihayetinde bir ölüm-kalım ve bağımsızlık savaşıyla Türkiye Cumhuriyetini doğurmuştur. Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran ruh (Geist), devleti kurtarma, saltanatı yıkma, milleti dönüştürme ve kurtuluş savaşı için milleti sevk ve idare etme mücadelesini tecrübe etmiştir. Dolayısıyla, bize özgü mücadelede anılan filozofların ve ilerici düşüncelerin bu ihtiyaçlara göre bir bağlama oturduğunun bilincinde olmak gerek.

Narodnikler gibi bir imparatorluğa karşı bağımsızlık ve kimlik mücadelesi vermiş değiliz. En azından böyle bir mücadeleyi silahla yapmadık. İmparatorluğun sahiplerine ve onların ruhuna karşı mücadeleyi kültür-sanat sahasında ve en çok da sosyal reformlar üzerinden verdik. Milleti yeni tekniğe, kent yaşamına ve yurttaşlığa hazırlayacak devrimlere ihtiyacımız vardı. Dolayısıyla, milli gururu, milli bilinci ve milli iradeyi canlandıracak söylem ve pratiklere yöneldi kurucularımız. Buradaki milliyetçilik, sınıf savaşını dindirmek, sömürgeci savaşlara cephane hazırlamak pratiklerinden doğmadı. Bizdeki milliyetçilik, imparatorluk bakiyesi topraklardaki tebayı yurttaş seviyesine yükseltmek, iradesini güçlendirmek ve kentli üretim ve yaşam pratiklerine uygun hale getirmek hedeflerine yönelmişti. Dolayısıyla bizde milliyetçilik salt bir kimlik mücadelesi ögesi değildi. Milliyetçilik iktisadi uyanışın barutuydu aynı zamanda. Dahası, saltanatın, eski elitlerin ve küresel yahut bölgesel hegemonların iradesine karşı yurttaşların iradesini diriltme mücadelesinin düşünsel ifadesiydi Atatürk Milliyetçiliği. Hal böyle olunca Rousseaucu toplum iradesi fikri bize gayet uygundu. Fakat bu irade, salt bir demokrasi bağlamında yeşermiyordu.

Eski Türklerde malum olduğu üzere ”kut alma” anlayışı vardı. Hükümdarın başa geçmesinin anlamı aynı zamanda Tanrı’dan kut almış olmasıydı. Kut alan başa geçerdi, başa geçmiş olan kişi elbette ki kut almıştı. Aslında gerçeklik düzleminde olan bitenin meşrulaştırılmasından ibaretti kut almak. Hele bir de Türk toplulukları hükümdarın önderliğinde toya katılmışlarsa meşruiyet sağlanmış demekti.

Milli iradenin bizdeki ifadesi de buna benzer. Bizim pratiğimizde demokratik katılım, aynı zamanda demokratik halk diktatörlüğünün tanınması biçiminde tezahür etti. Tekalifi Milliyeyi fiilen kabul eden, cepheye şu veya bu şekilde destek veren irade milli iradenin ta kendisiydi. Burada tek tek oy sayılması gereksizdi. Bedelini en ağır bir şekilde ödediği bir karara katılmıştı Türk Milleti. Türk Milleti’nin bu kararı yalnızca işgalcilere karşı da değildi; aynı zamanda Saray’a da karşıydı. Her ne kadar bu yönde düşünsel bir uzlaşı yaratılmamış olsa da Amasya Genelgesinden bu yana hakimiyetin millete ait olduğu bir pratik meselesiydi. Bu bakımdan, milli egemenlik pratikte milletçe onanmıştı. Cumhuriyetin ilanı bu hakikatin herkese duyurulmasından ibaretti.

Cumhuriyet ideali ve cumhuriyetin ruhu işte bu yüzden ”demokratik bir seçim”den çok daha üstündür. Demokrasiden belirli bir bölgede yaşayan insanların belirli bir seçim sorunu konusundaki oylarının sayılmasını ve bu toplam neticesinde yönetimin belirlenmesini anlıyorsak Cumhuriyet bunun çok daha ötesindedir. Cumhuriyet, o seçim sandıklarını ortaya koyan, halka oy verme hakkını tanıyan, nelerin oylanıp oylanamayacağını belirleyen ve dahası halkın var olma hakkını ayakta tutan milli iradenin gücünün rejimidir. Bu iradenin ayakta kalması için bazen tek bir insanın, sözgelimi Atatürk gibi bir kişiliğin iradesi veya bir heyetin sözgelimi bir yüksek yargı heyetinin hükmü çoğunluğa baskın gelmelidir. Zira ”halk” belirli bir zamanda, belirli bir bölgede yaşayan insan topluluğu anlamına gelirken, ”millet”, belirli bir siyasetin hayali topluluğudur. Bu hayali topluluğu oluşturan şey ideallerle ihtiyaçların birliğidir. Bu birlik kurulmuştur ve hala ayaktadır. Ve görünen o ki Türkiye Cumhuriyeti var oldukça Türk Milleti ayakta kalacaktır.

Postmodern saldırılara karşı tartışmalara devam edeceğiz.

Bunları da sevebilirsiniz