Yüzüncü Yılda Türkiye

75 yaşına kadar bugün olanları göreceğimi aklıma

getirmemiştim. İkinci Dünya Savaşı sonundan başlayarak,

giderek artan çok rezalet, cehalet ve zorbalık gördüm

Ama Türkiye’nin uçurumun kenarında asılı kalacağını

hayal edemedim. Dengesini yitiren toplumda sağduyulu

tartışma olanağı kalmadı. Toplum kendini toplayabilir mi,

bilmiyorum. Ülkenin bu duruma düşmesi özel

olarak geliştirilmiş bir ‘science-fiction’ öyküsüne benzi-

yor. Bu ancak kör cahil bir toplumun başına gelebilir.

Doğan Kuban (2014)

Yazının başlığı okuru caydırmasın. Bu köşenin sınırlarını aşmamaya çalışacağım. Birkaç örnekle derdimi anlatabileceğim kanısındayım.

Şu sıralarda ülkemiz için anlamlı yıllardan birisini sürmekteyiz.

2019’dan bu yılların biri diğerini izledi.

Hiç kuşkusuz, 2023 ardışık anlamlı yılların başının tacıdır.

Türkiye’nin yaşamakta olduğu ekonomik ve demografik bozguna karşın, bu yılı coşkuyla kutlayacağımızı öngörmüştüm.

Şubat’ın 6’sında yaşadığımız ve acısı henüz küllenmemiş yüzyılın deprem yıkımı olumsuzlukların üzerine tüy dikti. Bir kaynakta rastladım. Yaşanan deprem küresel ölçekte çeyreğini geride bıraktığımız yüzyılın önemli depremlerinden birisi olarak geçmiş kayıtlara. Can yitimi açısından şimdilik 6. sırada. Bu bilgiyi depremden hemen sonra yönetsel çevrelerden kaynaklı ve beceriksizliklerini örtmeyi amaçlayan anlayışa destek amacıyla paylaşmadım.

Tersine, 100 yaşındaki Cumhuriyetin son 20 yılına damga vuran ve benzer kafadaki yönetimlerin üç çeyrek yüzyıldır ülkenin başında olduğunu unutmayarak bu beceriksizliği özellikle vurgulamak istedim.

İstanbul’da yeni yapılan havaalanını Cumhuriyet projesi olarak kamuoyuna sundukları anımsandığında asıl sorunun yönetsel çapsızlık olduğu anlaşılır. Bu çapsızlığın depreme şaşı bakması da şaşırtmaz.

Örneklerle sürdüreyim.

ŞEHİR HASTANESİ

Ülkemizin büyük kentleri şehir hastanelerinin birden fazlasıyla tanıştı. Anadolu kentlerinde de eksik değiller. İzmir şehir hastanesi 10 yıldır hizmete açılamadı. Aynı iş için ihaleler zinciri oluşturuldu. Her seferinde oylumlu ödemelerle yüklenici palazlandırıldı. Elbette kamu kaynağı kullanılarak.

Belirtmemde yarar var!

Şehir hastanelerinin tutkunu değilim. Kamu Özel Ortaklığı olarak tanımlanan ama gerçekte kamu kaynaklarını sağlık hizmeti örtüsü altında savurganca tüketmeye dayanan bu modelin ilk uygulandığı İngiltere gibi kapitalizmin kalesinde bile çoktan terk edildiğini bilmekte yarar var.

İzmir şehir hastanesiyle ilgili son haber!

Yorumu sözlerle yapmayı olanaksızlaştırıyor.

Bir türlü açılamayan hastane yapısında deprem güçlendirme yapılmaktaymış. Söylentisi gerçekleşmesinden kötü olan durumlardan birisi.

İzmir şehir hastanesinin yapımı sürecinde yaşananları 100. Yılda Türkiye Cumhuriyeti’nin başına gelenlerden farklı düşünemeyiz. Ülkenin içine düşürüldüğü durumun görselinden küçük bir kesittir gözlerimizin önüne serilen.

Hastanesini sağlam yapamayanın konutları yıkılmazsa şaşırılır.

Hayatta en hakiki mürşit bilimdir!” sözünden kopuşun doğal sonucudur yaşadıklarımız.

TOPUK KANI

Yeni doğanların topuğundan alınan bir damla kan pek çok hastalığa tanı koydurur. Tanı da sağaltımı olanaklı kılar.

Aşı reddi günümüz Türkiyesinde sayıca giderek artan ve sorunsallaşan bir olgudur.

Bundan 8 yıl önce bir vatandaşın bireysel başvuru kapsamında Anayasa Mahkemesi’ne taşıdığı bir dava dosyası aşı reddi konusunda cehaletin kazanç hanesine yazıldı. Kendisiyle ilgili karar verme yetkinliğinde olmayan çocuğunu aşılatmamak için konuyu yüksek yargıya götüren kişi bir yargıçtı. Zor anımızda adaletine sığındığımız bir yargıç.

Tam da ağacın kendisini kesen baltaya serzenişi gibi : “Hiçbir şeye yanmam da sapın bendendir!”

Topuk kanına karşı çıkışa dönersek! Burada bedene verilen bir madde yoktur. Neredeyse ağrısız, acısız alınan bir damla kanla doğumsal hastalık taraması vardır. Bu konuda verilecek kararın dünyaya yeni gelmiş bireyin yaşam boyu sağlıklı ya da hastalıklı olması gibi bir sonuç doğuracağı gerçeğiyle yüz yüzedir hem o minik birey hem de tüm toplum.

İşi topuk kanı alınmasına karşı çıkmaya vardıran cehaletin örgütlenme aşamasını geride bıraktığı ve artık başkaldırma noktasına eriştiğini saptamak abartı sayılır mı?

KIZAMIK SALGINI

Üçüncü binyılın ilk yüzyılında deprem yıkımında başa güreşen Türkiye Cumhuriyeti’nde üstlerde yer alma konusundaki bir başka başlık kızamık salgını olabilir.

İçinde bulunduğumuz yılın ilk 6 ayında bildirilen kızamık olgusu sayısı 400’e yakındır. Oysa kızamık demografik bozgundan önce neredeyse unutulmuş bir hastalıktı.

Bu yükselişte aşı reddinin yanı sıra sınırlarını kanla çizmiş Türkiye Cumhuriyeti’nin 100. yaşında sınır güvenliğini hiçe sayan, açık kapı politikasıyla ortadoğunun sığınmacı deposuna dönüştürülen ve diğer yandan da son olarak İngiltere ile imzaladığı anlaşmayla Avrupa sınırlarının bekçiliğine soyunan Türkiye var artık!

İnsancıl sözlerle yaldızlanan ama gerçekte palavradan öteye anlam ve değer taşımayan söylemlerle süslenen açık kapı politikasıyla ülkenin sürüklendiği tablo her şeyi anlatmakta kolaylık yaratacaktır. Bugün Türkiye’de sokağa çıkıp yürüdüğünüzde karşınıza çıkan her 10 kişiden birisi yabancıdır. Sözüm ona da sığınmacıdır.

Yazının başındaki demografik bozgun böylelikle ete kemiğe bürünmüştür.

Cumhuriyet kurulduğunda Anadolu’da kol gezen bulaşıcı hastalıkları öncelik sayan kurucular hiç de uzun sayılmayacak bir zaman aralığında bu sorunun üstesinden gelerek aklın ve bilimin rehberliğinde önemli bir utku kazanarak başlamışlardı silahsız savaşa.

İlerleyen yıllarda aşılamayla bu başarı kalıcılaştırılmıştı.

Hekim-şair Ceyhun Atuf Kansu’nun aynı adlı şiirine gönderme yapan yazımı aşağıdaki erişkeden okuyabilirsiniz. (Kansu’nun kült şiirini kaleme aldığı yıllarda kızamık aşısı aşı takvimine eklenmiş değildi)

http://dagarcikturkiye.com/2019/06/01/kizamuk-agidi/

Örneklerden oluşan yazının sonuna gelmişken bir acı gerçeğin altını çizmekte yarar var.

Artık, korunacak ve kollanacak bir Cumhuriyet yoktur 100. Yaşında. Yıkım için ant içmişler kazanmıştır utkuyu.

Kurulacak bir Cumhuriyet olduğunu anımsatırken sözü şöyle bağlamalı!

Bu yazıya konu birkaç ama yaşamımızın orta yerini kaplamış sayısız akıldışılık, vicdansızlık, insafsızlık ve de ahlâksızlık nasıl oldu da egemen oldu?

Türk toplumu millet olmaktan başarıyla(!) çıkartıldı.

Ümmetleştirildi.

Böylelikle de illete dönüştürüldü.

Tüm bunlar ülkede yaşayan seçmenlerin onayıyla yapıldı.

Bir tür “rıza toplumu” oluşturuldu!

Cumhuriyetin kurulduğu günkü amaçlarını yeniden hedefe koymadan önce yapılması gereken ilk iş Türk milleti olgusunu onarmak olmalıdır.

Bunu başarmak isteyenler ve dolayısı ile yeniden Cumhuriyet diyecekler yeterince vardır.

Toplumun desteğini alabilecekler midir?

Kaldıraç kolunun yobazların, bağnazların elinde olduğu Türkiye’de, toplumsal desteğin alınıp alınamayacağı belirsizdir.

Bunları da sevebilirsiniz