Spor, Endüstriye Dönüştürülünce!

Paris 2024 Olimpiyatlarının başlamasına bir yıldan az bir zaman kala, olimpiyatları naklen yayınlayacak olan Eurosport’da, olimpiyata ilişkin duygusal görüntüler sıklıkla yer almaya başladı. Başardığında ağlayan, şansızlık sonucu kaybedip olimpiyat hayali hiç de beklendiği şekilde sonlanmayanlar, açılış ve kapanış törenlerinden duygusal şarkılar ve daha birçok duygusal an, duygusal hikaye.

İnsanın bu duygusallığa kendini kaptırmaması hiç de kolay değil. Çocukluk ya da ilk gençlik yıllarından itibaren, bir gün olimpiyatlarda yer almak, başarı kazanmak hayaliyle harcanan dakikalar, saatler, günler, aylar, yıllar. Belki de bu özlem nedeniyle yaşanmamış, yaşanamamış bir çocukluk, gençlik.

Dünyanın en büyük medya kartellerinden biri olan Discovery Chanel’ın bir parçası olan Eurosport’da, taşı bile gözyaşı döktürtecek bir incelikle, bu işi gerçekten çok profesyonelce yapıyor. İstemeseniz de kaptırıyorsunuz kendinizi.

Duygusallık, o denli “zarif” bir şekilde pazarlanıyor ki, Olimpiyatların, küresel siyasetin oyuncağına, bir büyük para kapma oyununa, popüler deyimle endüstriye dönüştüğünü anlamanız için, şirketlerin reklam panosuna dönmüş “ulusal takım formaları”, ne diyeceğine, nasıl konuşacağına, ne giyeceğine dahi karışan maddi destekçilerinin (sponsorlarının) oyuncağı haline dönüşmüş sporcuların zavallı hali dahi yeterli olamıyor. Neyi, nasıl öne çıkarıp, neyi, nasıl saklayacağı, gözlerden ırak tutacağı, spikerlerin değinecekleri/değinmeyecekleri konulara, kullanacakları kelimelere kadar hesaplanmış, despotça denetlenen bir mali, finansal, siyasi operasyon söz konusu anlayacağınız.

Sporun dostça rekabeti esas alan amatör ruhu, günümüzde yerini, profesyonellik adı altında, şirketlerce finanse edilen vahşi bir rekabete dönüştürülmüş, spor organizasyonları, sponsorları memnun edecek şekilde bir ticari gösteriye (show bussines) dönüştürülmüş durumda.

Günümüzde küresel düzeyde örgütlenmiş olan bu büyük gösterinin ardındaki güç ise, Uluslararası Olimpiyat Komitesi (IOC), Uluslararası Futbol Federasyonları Birliği (FİFA), Uluslararası Basketbol Federasyonları Birliği (FİBA), Uluslararası Bisiklet Birliği  (UCI) ve benzeri, amacı uluslararası düzlemde spor organizasyonlarını ve sporun kurallarını düzenlemekle görevli kurumlar.

Küresel düzlemde yayın yapan medya ve küresel ölçekli şirketlerle içli dışlı hale gelmiş, sıklıkla mali skandallarla anılan bu kuruluşların, bu niteliklerinden kaynaklı bir önemli özelliği, parayı veren bu şirketler ve bunların arkasındaki siyasi gücün -an itibarıyla bu kuruluşlarda çok ağırlıklı bir batı hegemonyası söz konusu- taleplerinin dışına çıkamıyor olmaları. Herkes herkesin talebini, zaaflarını, dolayısıyla bu karşılıklı çıkar ağına karşı çıktığında hemencecik “harcanacağını” biliyor.

Hal böyle olunca, küresel ölçekte yayın yapan spor kanallarınca gönüllü ya da zorunlu olarak görmezden gelinmesi dile getirilmemesi gereken konulardan birisi, belki de en önemlisi Rusya, Ukrayna savaşı nedeniyle, Rus ve Belaruslu sporcuların uluslar arası spor yarışmalarından dışlanması konusu oluyor.

Afganistan’ı, Irak’ı, Libya’yı, Suriye’yi ve daha birçok ülkeyi gerçek dışı algı oluşturarak işgal eden, on binlerce insanın işkence görmesine, milyonlarca insanın ölmesine neden olan ABD ve müttefiklerinin sporcularına hiçbir şekilde reva görülmeyen bir dışlanma, aşağılanma, emperyalist batı siyasetinin aracı haline dönüşmüş küresel ölçekli spor organizasyonları tarafından Rus ve Belarus’lu sporculara reva görülüyor. Her konuda ahkam kesen, her tür insani değeri hunharca paraya tahvil eden küresel spor medyası bu konu üzerine tek bir eleştirel laf dahi edemiyor.

Savaşın başlamasından bu yana geçen sürede, şimdilerde yaklaşık bir yıl sonraki Paris Olimpiyatlarını pazarlamak için duygusal olimpiyat reklamları yayınlayan Eurosport başta olmak üzere hiçbir spor kanalında yer verilmeyen bir dramdan bahsediyorum aslında.

Bütün yaşamı boyunca kendisini uluslar arası platformda yarışmak için hazırlayan, formunun en üst noktasına ulaştığı yaşta uluslararası yarışmalara katılmaları yasaklanarak, tüm hayallerinin son bulmasına neden oldukları sporcuların, ikisi de en temel kişilik haklarına saldırı nitelikli iki seçenek arasından tercihe zorlanmasından bahsediyorum.

Ya tabiiyet değiştirerek farklı ülke formaları altında yarışmaya ya da ülkelerini yani aidiyetlerini reddetmek arasında seçim yapmaya zorlanan sporcularından, bu gencecik sporculara reva görülen vahşetten bahsediyorum.

Spor, spor olmaktan çıkarılarak yani ticarileştirerek büyük bir çıkar ağına dönüştürülüyor ve bu vahşet, küresel ölçekte yayın yapan medya tekelleri tarafından sürekli insan sevgisinden, demokrasiden, dostluktan bahsedilerek pazarlanıyor. Sahip oldukları internet bilgisiyle, mimariden, siyasete, siyasetten yönetim bilimine, tarihe, coğrafyaya, ekonomiye her konuda laf etmeyi kendilerine hak gören spikerlerin bu dram konusunda sesi soluğu çıkmıyor/çıkamıyor. En kötüsü ise, bu durumu gören ama görmezden gelen, bu platformlarca verilen manipülatif enformasyonla düşünce yapısı şekillenen -güdülen demek de mümkün- “büyük insanlığın” içler acısı hali.

Sonuç olarak, 2024 Paris Olimpiyatlarının maskotu olan özgürlüğün sembolü, Frig Şapkası -Yassıhöyük (Gordion) kökenli-; bu günlerde, sporu küresel ölçekte yöneten, sermayenin ve emperyalizmin oyuncağı haline dönüşmüş küresel spor organizasyonlarının yolsuzluklarını, manipülasyonlarını, haksızlıklarını gizlemenin aracı yapılmış durumda. (¹), (²)

Özgürlük sembolü Frig şapkası, yolsuzlukları, haksızlıkları örtmek için kullanılıyor ve kimsenin sesi çıkmıyor. Yazık. Çok yazık.

Ahmet Müfit

Kaynak:

(¹)https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/2927988

(²)https://www.youtube.com/watch?app=desktop&v=jICOexhohEk&ab_channel=InsideEdition

Bunları da sevebilirsiniz