Oryantalizmin Saptırma ve Yalanları

Oryantalizmin ya da günümüzde daha yaygın olarak kullanılan terimiyle küreselleş(tir)menin birçok saptırma ve yalanları vardır. Batı, üstünlüğünü sürdürmek, ancak aslında sömürgeciliğini meşrulaştırmak ve kendi ölçütlerini Doğu’ya kabul ettirmek için her türlü araçtan yararlanmakta, buna yardımcı olmak üzere Doğu’da ya da istilaya yöneldiği ülkelerde de işbirlikçileri de kullanmaya devm etmektedir. Bunların kimileri arasında, Uygarlığın kökeninin Antik Yunan olduğu tezi, Dünya Haritası Saptanması, Batı Gen Kaynakları Üstünlüğü, İstila yerine Keşifler Yalanı, Emperyalizm yerine Demokrasi Getirme Yalanı, Bilgi Çağı Aldatmacası Yalanı,Uygarlık Ölçüsü yerine Batı Kültürünün Egemenliği ve Ölçütlerinin Kabulü, Ekonomik Tetikçilik ile Yönlendirme gibi konular sayılabilir.

Bunlardan, Uygarlığın Kökeninin Antik Yunan Olduğu Tezi’nin bir saptırma olduğu bir bir sonraki yazımda işlenecektir.

Dünya Haritası Saptırması

Avrupa’nın üstünlüğü hakkında algının, Avrupa kıtasının aynı zamanda fiziksel büyüklüğü ile bağlantılı olduğu kanısını güçlendirmek amacıyla Mercator’un Dünya Haritası bile kullanılmıştır.

Bu konuyu ilk kez, 1970 yıllarının başında, o zamanlar CHP Genel Sekreteri Bülent Ecevit’ten öğrenmiştim (Ecevit,1970). Mercator’un haritasında Kuzey’in kıta büyüklüğü haritanın üçte ikisini, Güney’in kara büyüklüğü ise üçte birlik bir kısmını kapsar. Ancak, gerçekte Güney’in gerçek kıta büyüklüğü kuzey yarım kürenin iki katıdır. Böylece, örneğin gerçekte İskandinavya Hindistan’ın üçte biri büyüklüğünde olduğu halde, her ikisi de eşit büyüklükte algısı ortaya çıkartılıyor. Bir başka örnek olarak Grönland ile Çin karşılaştırılması verilebilir. Çin aslında Grönland’dan dört kat büyük olduğu halde Mercator’un haritasında Grönland neredeyse Çin’den iki kat daha büyük gösterilmiştir.

Mercator’un Dünya Haritası 1974 yılına değin korunmuştur. Arno Peters 1974 yılında Avrupa’nın ırkçı özelliğini düzeltmek amacıyla bir projeksiyon geliştirmiştir. Bugün, bile nesnel anlamda bir dünya haritası hala yoktur. Bununla birlikte bu düzeltme bile bir tartışma yaratmıştır. Bir yazar: ‘’ Batılıların kendilerini pohpohlayan bir projesksiyona (daha doğrusu fiziksel büyüklük algısını güçlendiren Mercator’un Dünya Haritasına) takılmalar çok anlaşılır bir yaklaşımdır.’’ diyor.

Batı Gen Kaynakları Üstünlüğü Yalanı

Batı’da Sanayi Devrimi’yle birlikte bitki ve hayvan gen kaynaklarından kapitalist ölçülerde, salt miktarı artırma göz önünde tutulan yeni soylar elde edilmiş ve edilmektedir. Islah çalışmaları adı da verilen bu çalışmalarda Kantitatif Genetik’in kurallarından yararlanılarak saf soylar ve hibrit soylar elde edilmiştir. Çalışmalar, kamu, kamu+ tekelci şirketler ya da tekelci şirketlerce yürütülmüştür. Şirketlerin kimileri aynı zamanda ilaç üretimi de yapmaktadır. Ancak anılan çalışmalar, elde edilen bitkisel ve hayvansal soylara yeni pazarlar bulmayı da gündeme getirmiştir.

Yeni pazarlar bulmak için, gelişmekte olan ülkelerde, daha doğrusu Doğu’daki bilimcilerin algılarının Batı’nın istediği doğrultuda yönlendirmek de gerekiyordu. Bu amaçla,bunların bir kısmı Batı’da yetiştirilmiş ya da Batı’dan birçok araştırma bursu ve/ ya da destek sağlanmıştır. Değiştirilen algı ile Doğu bilimcilerinde, yerli bitkisel soylar (tohumlar) ve hayvansal soyları (damızlıkları) ile artan besin talebini karşılamak olası olamaz görüşü egemen kılınmıştır. Bu bağlamda örneğin Türkiye’de ağırlıklı olarak 1950 yıllarından itibaren önce yerli soylar ile dışarıdan ithal edilen ve adına kültür soyları adı verilen soylar arasında bir melezleme çağı başlatılmıştır. Hatta pek çok yerde melezleme ile bile de yetinilmemiştir. Yerli soylar yok edilerek kültür soylar yaygınlaştırılmıştır. Bu durum,bitkisel üretimde en yüksek düzeyde sahneye sunulmuştur. Günümüzde bunlara Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar (GDO)’lar da eklenmeye çalışılmaktadır.

Sonuçta, yerli gen kaynaklarının saf yetiştirme ve seçilim ile miktar ve kalitesinin iyileştirilmesi çalışmaları büyük ölçüde sekteye uğratılmıştır.

Gelinen noktada, tohumculukta üretimin bir kesimi Türkiye’de yapılsa bile yerli tohumlar yerine ilaç ve gübre bağımlısı kültür tohumculuğa dayalı bitkisel üretim egemen olmuştur. Damızlıkçılıkta, bir başka deyişle hayvansal üretimde iyileştirmenin aracı olan materyalde de dışa bağımlılık sürdürülmektedir (Kaymakçı ve ark., 2010; Kaymakçı, 2010). Bununla birlikte, kimi bilimcilerin yerli bitki ve hayvan gen kaynaklarının korunması, geliştirilmesi ve kullanımı konusunda duyarlılıkları belki çok geç kalınsa bile umut verici olabilir (Karagöz ve ark., 2010; Ertuğrul ve ark.,2010). Ancak bu umudun yeşermesi,iki konunun gerçekleştirilmesiyle bağlantılıdır. Bunlardan birisi, siyasal erkin bu konudaki tutumu ve uygulamalarıdır. İkincisi ise, bilimcilerin konuya karşı gösterdiği duyarlılıktır. Bunlardan birincisi yeterince güçlü değildir, tam tersine çıkarılan yasa ve yönetmeliklerle Türkiye Tarımcılığı, Batı’nın denetimine geçmiştir (Özkaya, 2009).

Batı’nın Gen Kaynakları Üstünlüğü Yalanı, Türkiye gibi benzer ülkeler için de geçerlidir. Üstelik kimi ülkelere örneğin Irak’a bu silah gücü ile kabul ettirilmiştir.

İstila Yerine Keşifler Yalanı

Genel olarak bilenen, belki de farkına varmadan da benimsetilen bir terim vardır. O da, Amerika ve dünyanın diğer bölgelerinin Kolomb, Cortes, Pizarro gibi sömürgeci öncülerinin istilası yerine ‘’Keşif’’ teriminin kullanılmasıdır. Dura (2004), bu konuda şöyle diyor:‘’ Bu terimin yeğlenmesi Avrupalının yaptığı istila ve işgali gizlemek, örtbas etmek içindir. Burada neyi görüyoruz? Bilimsel gerçeklerin, Batılı ‘ Bilim Adamları’ tarafından çarpıtılmasının bir örneğini. Kristof Kolomb Amerika’yı keşfetmedi, istila etti. Neden? Çünkü Amerika’ya ayak basıldığında, orada başka uluslar yaşıyordu. Hem de ileri uygarlık düzeyine sahip insanlar… İnsanların zaten yaşadığı bir yer başka birileri tarafından, hem de talan ve soygun için gelmiş birileri tarafından nasıl keşfedilmiş sayılır?’’.

Gerçekten de Avrupalılar, Amerika’ya ayak bastıklarında Meksika’da Aztek Uygarlığı vardı. Yasalar ve adli işlemler yazıya geçiriliyordu. Matematik ve Astronomi de, eski Avrupa halkının ilerisindeydiler. Takvimleri de o sıralar Avrupa’da kullanılmakta olan takvimlerden ileriydi. Tarım teknikleri verimliydi. Metal işlemede ileri bir zanatçılıkları vardı. Taştan ve bakırdan silah üretiyorlardı. İnkalar ise daha ileriydiler. Yönetim ve ekonomisi, emredici bir plana göre yönetiliyordu. Bu devletlerde sömürüsüz ve savaşsız bir yaşam egemendi. Ancak, altından başka amaçları olmayan Avrupalılar tarafından yok edildiler. Dura (2005), istila yerine Keşifler Yalanı’na Türkiye’nin okumuşlarının nasıl kandığına akıl erdiremediğine şaşıyor. İşin aslı dokunaklı yönü ise şudur: ‘’Türkiye’nin öğretmen, bilim adamı, profesör olarak aydınları da bu yalanları olduğu gibi kabul edip kendi insanına, kendi gençlerine öğretiyor. Peki, neden böyle yapıyor?” diyor.

Cihan Dura Hoca, bunun yanıtını elbette biliyor. Ancak ben de yanıtlamak isterim, Türkiye okumuşlarının önemli bir kesimi oryantalisttir de ondan.

Emperyalizm Yerine Demokrasi Getirme Yalanları

Günümüzde de ‘’İstila yerine Keşifler Yalanı’’, bir başka yalanla ancak özünde aynı olan‘’ Emperyalizm yerine Demokrasi Getirme Yalanı” ile sürdürülüyor. Bu bağlamda, ABD, ortakları olan Avrupa Birliği ülkeleriyle önce Afganistan’ı; sonra Irak’ı işgal etti. İşgal gerekçesi olarak, oralara Demokrasi ya da İnsan Haklarını götürme gerekçesini ileri sürdüler. Irak’ta milyonlarca kişinin ölümüne ve göçüne neden oldular. Ülke üç parçaya bölünecek gibi gözüküyor. Kendileriyle işbirliği yapan‘’ Peşmerge-coniler’’e de Kerkük ve Musul’u yağmaladılar. Savaş bitiminden sonra petrol başta olmak üzere dev ihalelerde büyük paylar aldılar. Irak Savaşı’nı planlayan Buş çetesinin üyelerinin, dev Amerikan petrol şirketleriyle bağlantılı olduğu bilinmiyor mu? Aynı şeyi Libya’ya yaptılar. İçinde yaşadığımız günlerde Suriye’ye de benzer gerekçelerle müdahale edilecek. Bu istilaları salt petrol hırsıyla yapmıyorlar, madenlerine, topraklarına, limanlarına el koymak, yeni üstler edinmek için de yapıyorlar. Arkasında yatan bir gerçek de, Doğu’nun yeni güçleri olan Çin, Hindistan ve Rusya’yı denetlemek.

Hani, Batılıları anlayalım. Onlar ikiyüzlü. Bir yüzleriyle uygarlık ve insan haklarından bahsediyorlar. Buna ‘’ Batı’nın Gülen Yüzü’’ deniliyor. Ancak bunu, diğer “Çirkin olan yüzlerini saklamak’’ için kullanıyorlar.

Peki, Türkiye’ye ne oluyor? Türkiye egemenleri, buradan kendilerine pay düşeceğini sanıyorlar. Okumuşları ve halkı da artık uluslararası tekellerin denetimine giren medyanın beyin yıkaması altındadır. Kimileri aldatılıyor, kimileri de yeterince ses çıkaramıyor. Muhalif partiler bile suskunluk içindedirler,

Bilgi Çağı Aldatmacası

Küreselleştirme ideologları, çağımızın bilgi çağı olduğunu ve bilgiye herkesin kolaylıkla ulaşılabileceğini söylüyorlar, inandırmaya çalışıyorlar. Kimileri de bunlara inanıyor.

Bu anlamda, teknoloji ile gelinen toplumsal aşamanın bilgi toplumu olduğu belirtiliyor. Unutturulan nokta ise, teknolojik ilerlemenin merkez ülkeler ve onlarla bütünleşen tekelci firmaların denetiminde olmasıdır. Bunun sonucu olarak teknolojik küreselleştirme, bilgiyi üreten ve pazarlayanların yararına bir işlev üstleniyor. Yenilikler ve buluşlar, üretenlerin tekelinde kalıyor ya da onların işine geldiği ölçüde yaygınlaşıyor. Bu durum, üçüncü dünya ülkelerinin bağımlılığını da artırıyor. Örneğin, genetikle değiştirilmiş tohumlar, silah ya da çeşitli sanayi dalları için üretilmiş yeni bilgisayar sistemleri, katma değeri yüksek aygıtlar, tekelci firmaların izin verdiği ölçüde kullanılabiliyor. Bu anlamda, internetle bütün bilgilere erişebilmenin bir aldatmaca olduğu da görülüyor. Diğer yandan, teknolojik küreselleştirme, aynı zamanda bir bilgi kirlenmesine de neden olabiliyor ve kitleleri yanıltabiliyor.Bu konuda en ciddi itirazlardan birisini, daha önce Dünya Bankası ve Uluslararası Para Fonu’nda çalışmış J. Stiglitz yapıyor. Ortaya attığı “Asimetrik Enformasyon” adlı kuramıyla, tekelci firmaların bilgileri saklayarak, yönlendirerek ve saptırarak bir bilgilendirme dengesizliği yarattıklarını bildiriyor.

Uygarlık Ölçüsü Yerine, Batı Kültürünün Egemenliği ve Tüketim Ölçütlerinin Kabulü

Uygar olmak için Onlar gibi, Onlar’ın kültürünü, egemenliğini ve tüketim ölçütlerinin kabulü yaklaşımı, Türkiye dahil bütün Doğu toplumlarında egemen olmuştur ve süreç devam etmektedir. Doğu toplumlarına Batı kültürünün egemen olması,İkinci Paylaşım Savaşı’yla hızlanmıştır. Müzikten edebiyata sanata, kısaca kültürün her dalında bir Batılılaştırma süreci, doğrudan ya da dolaylı olarak kabul ettirilmiştir.

Batı kültürünün egemenliği,sosyal-kültürel küreselleştirme ile sağlanmaya çalışılıyor.Sosyal-kültürel küreselleş(ti)menin bir çok yanı var. Bunlardan birincisi, merkez ülkelerinin sosyal kültürel yapılarının üçüncü ülkeler için de geçerli olabileceği, bir başka deyişle toplumlar arasındaki kültürel farklılıkların sıfırlaştırılması konusudur. Bu bağlamda, yeme-içme ve eğlence kültüründen müziğe, dile ve davranışlara değin her konuda çağdaşlığın merkez ülkelere benzerlikten geçmesi gerektiği dayatılıyor. Buna kısaca, McDonald’slaşma kültürü deniliyor. En tipik kültürel küreselleştirme, dillerde yaşanıyor. Dilin yapısı bile değiştiriliyor. Örneğin Türkçe’de “Çay içer misiniz?” yerine, “Çay alır mısınız?” denilmeye başlanmıştır. Yabancı dille öğretim, teknolojiye ve bilgiye ulaşmanın tek yolu olarak öngörülmektedir. Yabancı dil öğrenim konusu ile, yabancı dilde öğretim konusu, bilerek karıştırılmaktadır. Burada çok önemli bir nokta unutturulmaya çalışılıyor; milletleri bir arada tutan en önemli öğelerden birisi, ulusal dildir. Bu bağ, zaafa uğradığı zaman ulusal bütünlük ciddi yaralar alacaktır.

Sosyal-kültürel küreselleştirme ile, bir yandan da parçalanmak istenen kimi ülkelerin yerel özellik ve kültürleri de olabildiğince körüklenmiştir. Yugoslavya’nın parçalanması bu şekilde gerçekleştirilmiştir. Önce Sırpların diğer etnik soyları kırmasına izin verilmiş ya da göz yumulmuştur. Sonra iyi polis rolüne soyunulmuştur. Yugoslavya’da yaşanılan süreç, başka ülkelerde de yaşanmaktadır.İçinde yaşadığımız günlerde, Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde ortaya çıkan bütün bölücü terör,bunun yansımasından başka bir şey değildir.

Türkiye’de Batılılaştırma süreci, Tanzimat ile başlatılıyor. Yerlilik, özellikle egemen sınıflarda ve okumuşlarda Alaturkalık nitelendirilmesiyle küçümseniyor, Alafrangalılık gözde durumuna getiriliyor. Bunun ayrımına varan yine Mustafa Kemal Atatürk oluyor. Atatürk, daha önce de belirtildiği üzere, ‘’ Milli Kültür’’ den bahsediyor. Örneğin, Onuncu Yıl Nutku’nda ‘’Milli Kültürümüzü Çağdaş Uygarlık Düzeyinin Üstüne Çıkaracağız’’ der.

Ancak, ölümünden sonra, bu çarpıtıldı. Genç kuşaklara ‘’Atatürk Batıcıydı’’ propagandası yapıldı. Attila İlhan’a göre ise buna ray değiştirme İsmet İnönü ile başlatıldı. İlhan şöyle diyor: ‘’ … ilk ray 1938’de değiştirildi… Çok kısa bir süre sonra o zamana kadar Batı’yla hiçbir anlaşma yapmamış Türkiye Cumhuriyeti, Fransa ve İngiltere ile ittifak anlaşması yapmıştır.’’ 1940 yılında itibaren, Milli Kültür bir yana itilerek, Yunan- Latin Kültürü dayatılmıştır. Bunun yeni Tanzimatçılık olduğu gizlenmiş, büyük bir ilericilik olduğu topluma sunulmuştur. Milli Eğitim, milli olmaktan çıkarıldı. Bir yandan dini eğitime fırsat verildi, bir yandan da sömürge okulları yeniden pıtrak gibi açılmaya başladı. Kısaca eğitim birliği büyük yaralar aldı.’’

Tüketim ölçütleri konusunda da Batı’nın egemenliği yaygın bir şekilde Doğu’da egemen olmuş durumdadır. Su, enerji, araba, cep telefonu kullanma düzeyi, Batı ölçütlerine göre beslenme (Fast food, şekerleme türü gıda kullanımının artması, gazlı içeceklerin tüketimi), Alışveriş Merkezleri (AVM) ’nin pıtrak gibi artması, tüketimi artırmak için günlerin (Sevgililer Günü, Ana ve Baba Günleri) kabulü gibi konular bunlara örnek olarak verilebilir.

Ekonomik Tetikleyicilik İle Yönlendirme

Ekonomik Tetikçilik, özetle üçüncü dünya ülkelerinin yöneticilerinin satın alınarak, ya da ikna yöntemi, hileli seçimler, sahte finansal raporlar, rüşvet hatta seks ve cinayet yöntemleri ile yönlendirilerek çok uluslu şirketlere yatırım alanları açmak şeklinde tanımlanabilir. Bu amaçla Ekonomik Tetikçiler (ET) kullanılır. ET’ler maaşlarını büyük şirketlerden alırlar, ancak CIA, Dünya Bankası, Dünya Ticaret Örgütü, Uluslararası Kalkınma Ajansı (USAID) gibi örgütlerle işbirliği içinde çalışırlar. Görevleri, bir ülkenin yöneticilerine hazırladıkları rapor ile kalkınmak için neye gereksinim duyduklarına inandırmaktır. Yöneticiler rapora inandırılınca ihaleler açılır, krediler alınıp verilir ve ihaleyi Tetikçi’nin bağlantılı olduğu şirket kazandırılır. ET başarılı olamazlarsa devreye CIA ve benzerleri girer, rüşvetler verilir, hükümetler devrilir, suikastlar düzenlenir (Perkins, 2010). ET, Monsanto, General Electric, Nike, General Motors, Wal-Wart gibi çok uluslu şirketler uzmanlarıdır. Şirketler, bankalar ve Batılı hükümetlerin egemen olduğu bu düzene ‘Küresel Şirket Diktası’’ anlamına gelecek ‘’ Corporatocracy’’ deniliyor. Anılan, düzen ile, üçüncü dünya ülkeleri sürekli borç sarmalına sokuluyor, sonuçta ekonomik ve sosyal bağımsızlıklarının tümünü kaybediyorlar. En yeni örneği, üstelik Avrupa Birliği’nin bir üyesi olan Yunanistan’ın içine düştüğü krizdir. Üstelik şirketler yatırım yaptıkları ülkelerde, çevreyi de takip ediyor, bu ülkelerdeki işgücüne köle muamelesi de yapıyorlar.

Kaynakça

Alptekin, K., Zencirci, N., Tan, A., Taşkın, T., Köksal, H., Surek, M., Toker, C., Özbek, K., 2010. Bitki Genetik Kaynaklarının Korunması ve Kullanımı. Türkiye Ziraat Mühendisliği VII. Teknik Kongre Bildirisi, Ankara.

Dura, C., 2005. Sömürgeleşen Türkiye. 4. Baskı. İleri Yayınları 26, İstanbul.

Ecevit, B., 1970. Bülent Ecevit İle Yapılan Sohbet Toplantısı Notları, İzmir.

Ertuğrul, M., Dellal, G., Elmacı, C., Akın A. O., Pehlivan, E., Soysal, M.İ., Arat, S., 2010. Çiftlik Hayvanları Genetik Kaynaklarının Korunması ve Sürdürülebilir Kullanımı. Türkiye Ziraat Mühendisliği VII. Teknik Kongre Bildirisi, Ankara.

İlhan, A., 2005. İntibah Başladı. İleri Yayınları. No:82.

Kaymakçı, M., Özkaya, T., Ortaş, İ., Taşkın, T., Önenç, A., Atalık, A., 2010. Türkiye Tarımsal Araştırma Alanı İçin Stratejik Yaklaşımlar. Türkiye Ziraat Mühendisliği VII. Teknik Kongre Bildirisi, Ankara.

Kaymakçı, M., 2010. YÖK Başkanı Prof. Dr. Yusuf Ziya Özcan’a Açık Mektup, İzmir.

Özkaya, T., 2009. Türkiye Tarımcılığı ve Tarım İşletmelerinin Tasfiyesi (İç.) Mülkiye, 262, Bahar/2009, Cilt: XXXIII .

Perkins, J., 2010. Bir Ekonomik Tetikçinin İtirafları ( Çeviri, Kaya, M.,) April Yayıncılık

Bunları da sevebilirsiniz