Özdeşlik ve Ayırt Edilemezlik

Aynı” sözcüğünü en az iki farklı anlamda kullanırız. Bazen, A ve B’nin aynı olduğunu söylerken ortada yalnızca tek bir şeyin olduğunu ifade etmek isteriz. Örneğin, Batman ile Bruce Wayne bu anlamda aynıdır: Ortada yalnızca tek bir insan vardır ve bu kişi iki adla anılır. Bu anlamda aynı olan şeylere “özdeş” [identical] diyelim. Öte yandan, A ve B’nin aynı olduğunu söylerken birbirlerine çok benzediklerini, aynı türden ya da modelden olduklarını da ifade etmek isteyebiliriz. Örneğin, bir partide “pişti” olan iki kişinin kıyafetleri bu anlamda aynıdır.

Genellikle “aynı” sözcüğü ile hangi ilişkiyi kastettiğimizi açıklamamıza gerek kalmaz, sözcüğü hangi bağlamda kullandığımız göz önüne alındığında hangisi olduğu kolayca anlaşılır. “Ayşe ile Fatma partiye aynı kıyafetle gitmişler!” cümlesini duyan kimse Ayşe ve Fatma’nın tek bir elbisenin içine sığmaya çalıştığını düşünmez, sanıyorum. Yine de felsefeyle uğraşırken böyle ince ayrımlara dikkat etmek ve onları açıkça adlandırmak yararlı olabilir.

Şimdi ikinci türden aynılığı düşünelim, yani iki ayrı nesneye birbirlerine çok benzedikleri için “aynı” dediğimiz durumu. İki nesnenin birbirine tüm yönlerden tamamen benzemeleri, yani “tıpatıp aynı” olmaları durumunu felsefeciler “ayırt edilemezlik” [indiscernibility] olarak adlandırır. Elbette buradaki ayırt edilemezlik ilkece ayırt edilemez olma durumudur. Yani bizim duyularımızın ya da bilimsel ölçüm aygıtlarımızın yetersizliği sonucunda birbirinden ayırt edemediğimiz nesneleri kastetmiyoruz. “Tanrı’nın bakış açısından” ayırt edilemez şeylerden bahsediyoruz. Kısaca, eğer A’nın sahip olduğu özelliklerin tümüne B sahipse ve B’nin sahip olduğu özelliklerin tümüne de A sahipse, A ile B ayırt edilemezdir.

Bu yazıda bahsetmek istediğim soru şu: Özdeşlik ile ayırt edilemezlik arasında nasıl bir ilişki vardır? Burada iki farklı ilişkiden söz edilebilir. İlk olarak, özdeşlik durumunun ayırt edilemezliği gerektirip gerektirmediği sorgulanabilir. Bunun yanında, ayırt edilemezliğin özdeşliği gerektirip gerektirmediği de sorgulanabilir. İki konuyu da sırayla inceleyelim.

Birçok filozofa göre bu ilişkilerden ilki tartışmasız şekilde doğrudur: Elbette ki A ve B nesneleri özdeşse, yani tek bir şeyse, A’nın ve B’nin özelliklerinin tümü ortak olacaktır. Bu ilke “Özdeşlerin Ayırt Edilemezliği” [Indiscernibility of Identicals] olarak adlandırılır. Tabii, “özdeşler” sözcüğündeki çoğul ekini pek ciddiye almamak lazım: A ve B özdeşse, ortada iki adla anılan tek bir şey vardır.

Özdeşlerin Ayırt Edilemezliği aslında o kadar temel bir ilkedir ki, özdeşlik kavramına sahip olan herkes aslında bu ilkeyi yetkin bir şekilde kullanabilir. İşte günlük hayattan bir örnek: Bugün evde nişanlım Fadik’i beklerken sokaktan giderek yaklaşan ayak sesleri duydum. Gelen Fadik mi diye merak ederek pencereden dışarı baktım. Fadik beyaz tenli ve kısa saçlı bir kadın. Sokaktan geçenin uzun saçlı esmer bir adam olduğunu gördüğümde Fadik’in henüz gelmediğini anlayıp kitabıma döndüm. Günlük hayatta bu türden çıkarımları o kadar kolayca ve hızlıca yapıyoruz ki, bir çıkarım yaptığımızın farkında dahi olmuyoruz. Aslında pencereden dışarı bakmam ile gelenin Fadik olmadığını anlamam arasında kurduğum bağlantı şöyle temsil edilebilir:

  1. Öncül: Fadik, beyaz tenli ve kısa saçlı bir kadın.

  2. Öncül: Sokaktaki, uzun saçlı ve esmer bir adam.

Sonuç: Öyleyse, Fadik ile sokaktaki kişi aynı (özdeş) değil.

Peki elimdeki öncüller, bu sonuca varmamı nasıl sağlayabiliyor? Çünkü arka planda Özdeşlerin Ayırt Edilemezliği ilkesi işlev görüyor. Bu iki öncüle ek olarak şunu biliyorum: Fadik ile sokaktaki kişi özdeş olsalardı, Özdeşlerin Ayırt Edilemezliği gereğince, tüm özellikleri aynı olurdu. Böylece, “farklı özelliklere sahip olduklarına göre, aynı kişi değiller” diyebiliyorum. Yani, A’nın ve B’nin uyumsuz özelliklere sahip olduklarını gördüğümde, onların iki ayrı şey olduğu çıkarımını yapmamı tam da Özdeşlerin Ayırt Edilemezliği sağlıyor.

Şimdi diğer ilişkiyi inceleyelim. Eğer A’nın özelliklerinin tümüne B de sahipse ve B’nin özelliklerinin tümüne A da sahipse, bu A ile B’nin özdeş olduklarını gösterir mi? Bu soruyu olumlu şekilde yanıtlayanlar, Ayırt Edilemezlerin Özdeşliği [Identity of Indiscernibles] ilkesini kabul etmiş olurlar. Bu ilke, Özdeşlerin Ayırt Edilemezliğine göre çok daha tartışmalıdır.

Evet, büyük bir ihtimalle gerçekten de dünyamızda birbirinden ayırt edilemez iki ayrı nesne yoktur. Aynı fabrikanın aynı üretim bandında üretilmiş iki nesne bile, en azından atomik düzeyde, küçük farklılıklar gösterecektir.i Ancak, Ayırt Edilemezlerin Özdeşliği’ni savunanlar sıklıkla bundan daha kuvvetli bir iddiada bulunurlar: Zorunlu olarak, eğer A’nın ve B’nin tüm özellikleri ortaksa, A ile B özdeştir, derler.

Bu iddianın yanlış olduğunu göstermek için ne yapmak gerekir? Mantıksal olarak göstermemiz gereken şudur: İki ayrı nesnenin tamamen aynı özelliklere sahip olabileceğini göstermeyi başarırsak, ilkeyi çürütmüş oluruz. Yani, A ile B’nin özdeş olmadıkları halde tıpatıp benzemelerinin mümkün olduğunu göstermemiz yeterli olacaktır.

Bu türden bir çürütme girişimi, Max Black’in 1952 tarihli ünlü makalesi “Identity of Indiscernibles” [Ayırt Edilemezlerin Özdeşliği]’ta karşımıza çıkar.ii Black, bizden şu senaryoyu hayal etmemizi ister: Öyle bir evren düşünelim ki, içinde yalnızca aynı hacme, aynı kütleye, kısaca tamamen aynı özelliklere sahip, karşı karşıya duran iki demir küre olsun. Böyle bir evrenin gerçekten olup olmaması önemli değil: İlkeyi çürütmemiz için böyle bir evrenin çelişki içermeksizin tasavvur edilebilmesi, yani mümkün olması, yeterli. Öyle görünüyor ki, Black’in evrenini çelişki içermeden tasavvur edebiliyoruz. Öyleyse, Ayırt Edilemezlerin Özdeşliği yanlıştır.

Elbette ilkenin savunucuları bu kadar kolay ikna olmayacaktır. Black’in iddia ettiğinin aksine, bahsedilen evrendeki iki kürenin tüm özelliklerinin aynı olmadığını söyleyebilirler. Örneğin, iki küre uzayda farklı konumlara sahip olmayacaklar mı? Sonuçta uzayın neresinde olduğu da bir nesnenin özelliklerinden biri değil mi? Kısacası, Ayırt Edilemezlerin Özdeşliğini savunanlar, Black’i şöyle yanıtlamak isteyebilirler: Tarif ettiğin evren aslında birbirleriyle tamamen aynı özelliklere sahip iki nesne içermiyor çünkü kürelerin uzaydaki konumları farklı.

Ben bu yanıtın Black’in argümanına direnmek için yeterli olmadığını düşünenlerdenim. Çünkü Black’in ayırt edilemez kürelerinin ikisi de yalnızca şu özelliğe sahip: Metal bir kürenin karşısında olmak! Bu uzamsal özellik iki küre tarafından paylaşılıyor, dolayısıyla uzaydaki konumlarına göndermede bulunarak ikisini ayırt etmek mümkün değil. “Yahu, bahsi geçen evreni ziyaret etsem, kürelerden biri sağımda, öteki solumda olmayacak mı? Konumları farklı işte!” demek isteyebilirsiniz. Oysa, bahsi geçen evrene bir ziyaretçi soktuğunuzda, evren artık yalnızca iki küreden oluşmayı bırakacak. Yani, Black’in orijinal tasvirinden başka bir şeye dönüşecek. Bu durumda, öyle görünüyor ki, uzaydaki konumlarına göndermede bulunarak iki küreyi ayırt etmek mümkün değil. Küreler hakikaten de ayırt edilemez olmalarına rağmen özdeş olmayan nesneler. Yani Ayırt Edilemezlerin Özdeşliği yanlış.

i Çağdaş atom altı fiziğinin bu söylediklerimi çürüttüğünü düşünenler olduğunu not etmeliyim. Bazı felsefecilere göre, elektron gibi bazı parçacıklar tamamen ayırt edilemez olmalarına rağmen özdeş de değiller; yani Ayırt Edilemezlerin Özdeşliği gerçek dünyada bile yanlış. Bkz. “Identity and Individuality in Quantum Theory” [Kuantum Kuramında Özdeşlik ve Bireylik], Steven French, https://plato.stanford.edu/entries/qt-idind/

ii Black, M. (1952). “Identity of Indiscernibles”. Mind, Cilt 61, No. 242 (Nisan 1952), ss. 153-164.

Bunları da sevebilirsiniz