Mir Said Sultan Galiyev.. 1892’de doğdu.. 1940 yılı civarında Stalin tarafından öldürtüldü. Ölüm tarihi kesin değildir.
“Enternasyonal Millî Komünizm” akımının başlatıcısıdır. Avrasya’daki ezik ve mazlum Müslüman Türkler’i federal bir sosyalist devlet içinde birleştirme çalışmalarıyla tanındı.
Bu yüzden hem ulusal sosyalist, hem de sağ Türkçü siyaset platformlarında büyük popülaritesi vardır. Tatar kökenli, Kazanlı’dır.. Mazlum Türk Dünyasının en karizmatik ve gizemli düşünce ve siyaset adamıdır.
Önemlidir.. Çünkü, Türkiye Cumhuriyeti coğrafyasında, hem “yurtsever komünistleri, hem de Türkçü kimlikli seküler milliyetçileri” aynı anda etkileyen, Atatürk’ten sonra bir başka ideolojik simge yoktur.
Sultan Galiev’i uluslararası bilim dünyasına tanıtan Fransız bilim adamı, Paris Ecoles des Hautes Etudes en Sciences Sociales’in araştırma müdürü, Paris Üniversitesi Edebiyat Fakültesi akademisyeni ve Chicago Üniversitesi Tarih profesörü Alexsandre Beningsen’dir..(d.1913 St.Petersburg – öl.1988 Paris)..
C.L.Quelquejay ile birlikte hazırladığı ünlü kitabı “Sultan Galiev , Üçüncü Dünya Devriminin Babası” ismini taşır. Kitap, Sosyalist Yayınları tarafından Türkçeye çevrildi. Bennigsen’in, Orta Asya tarih araştırmacısı S.Enders Wimbush ile birlikte kaleme aldığı “Sultan Galiev ve Sovyetler Birliği’nde Milli Komünizm” kitabı da önemli bir başvuru kaynağıdır.
Cumhuriyet Türkiyesi’nde, Milli Komünizm bağlamında Sultan Galiev’i hayatları boyunca sürekli gündemde tutanların başında “Asya’da Marksizm ve Milliyetçilik” kitabını yayınlayan YÖN ve DEVRİM dergilerinin yayıncısı, devrimci düşünce adamı Doğan Avcıoğlu ve diğer yazarlardır..
Şöyle ki.
Konu üzerindeki ilk kitap olan “SSCB ve Sultan Galiev” çalışması (yayın tarihi: 1966) ile Aclan Sayılgan..
Konferansları ve başta “Sultan Galiyef (Avrasya’da Dolaşan Hayalet)” isimli nice kitaplarıyla, yine 1995 sonrası Cumhuriyet gazetesindeki köşe yazılarıyla Attila İlhan..
Rusya’daki Galiev belgelerini büyük paralar ödeyerek satın alan ve ülkemize getiren ve kaleme aldığı “Sultan Galiev ve Milli Komünizm, Kızıl Cebe Rıskılov, Destansı Kuramcı Sultan Galiev (Yorumlu Külliyat), Kızıl Turan” isimli müthiş kitapları, araştırma yazıları ve derinlikli araştırmaları ile Bilgi Üniversitesi kurucusu akademisyen gazeteci yazar Halit Kakınç..
1965 yılından itibaren üniversite gençliği içinde verdiği seminerler ve dergi yazılarıyla, 1971 yılından itibaren gazetelerdeki (Demokrat İzmir, Star, Hürriyet) yazılarıyla Yaşar Aksoy..
Konu üzerine ülkemizde gençlik yıllarından beri nitelikli akademik çalışmaları yapmış olan, 1996 yılından itibaren üç aylık Galievci “Ulusal” dergisini yayınlamış olan ve “Doğunun Büyük Devrimcileri – Mollanur Vahidov ve Sultan Galiev” kitabının yazarı Prof.Hakan Reyhan..
Bu kişiler hayat boyu süren kalem üretimleriyle Sultan Galiev teorilerini ülkemizde tanıtmışlardır..
Yine “Sultan Galiev ve Sömürgeler Enternasyonali” kitabının yazarı Erol Kaymak, “İslam’ın Rusya’daki Ayak İzi: Sultan Galiyev” kitabının yazarları Fatih Bayhan ve Mehmet Poyraz, “Sırat Köprüsü Sultan Galiev” kitabının Tataristan uyruklu yazarı Renad Muhammedi, “Sultan Galiyev ve İslam Dünyası ve Rusya” kitabının Japon yazarı Masayuki Yamauchi, “Galiyev Yaşamı ve Mücadelesi kitabın yazarı Özgür Erdem, yine İleri Yayınları’ndan basılan “Sultan Galiyev – Bütün Eserleri” kitabının hazırlayıcısı Özgür Erdem de, konuya çok önemli katkılarda bulundular.
Hüseyin Adıgüzel’in kalem aldığı “Milli Komünizmin Öncüleri Vahidov”, “Nerimanov”, “Atatürk – Nerimanov ve Kurtuluş Savaşımız”, “Nerimanov – Seçme Makaleler”, “Milli Komünizmin Öncüleri Rıskulov” başlıklı kitaplar da, tümüyle Sultan Galiev’den ve ideolojisinden söz eden önemli çalışmalardır. İleri Yayınları’ndan basılmışlardır.
Arslan Bulut’un Kaynak Yayınları’ndan basılan “Türkçü – Devrimci Diyaloğu” kitabındaki Attila İlhan’la söyleşi bölümü de, Sultan Galiev teorilerine oturan bir ideolojik çalışmadır.
Çeşitli tarihlerde İsmet Bozdağ, Milliyet gazetesinde “Kemal Tahir ile Söyleşiler” başlığı altında, Gün Zileli ise Birikim dergisinde (8Temmuz / Ağustos 1998), Hanifi Altaş ise Aydınlık gazetesinde (12.3.2018), Prof.Anıl Çeçen ise Müdafaai Hukuk dergisinde, yine Nurer Uğurlu, Oktay Yıldırım gibi yazarlar da bu konuyu manşetten ilan ederek yazdılar.
Makale bahsinde Halit Kakınç’ın, Toplumsal Tarih dergisindeki 1998 yılı yazıları da çok önemlidir.
Ancak..
Kaynak Yayınları’ndan basılan Mehmet Bedri Gültekin’in “Sultan Galiyev Eleştirisi” kitabı ise, kasıtlı, gerçek belgeleri saptıran, hayali suçlamalarda bulunan, Stalin’i arkalayan bir çalışmadır. Kitabın basılış tarihi, Kremlin Rejimi’nin ve Stalin hegemonyasının Rusya’da bile çöktüğü 1999 yılına denk gelmektedir. Gültekin efendi, kitabında Stalin sonrasında Sovyetler Birliği’nin, Sultan Galiev’e itibarını ve Komünist Partisi üyeliğini iade ettiğini, haksız yere öldürülüşünün tasvip edilemeyeceğini resmen ilan ettiklerini yazmamıştır. Çünkü art niyetli bir tetikçidir..
Mehmet Bedri Gültekin, 11 Nisan 2018 tarihli Aydınlık gazetesinin 2. Sayfasında çıkan yazısında ajitasyonuna devam ederek, “Mustafa Kemal’in tersi Sultan Galiev” şeklindeki bir başlıkla, Türkiye’deki Emperyalizme karşı biricik komünist – sağ milliyetçi diyaloğunun açık kapısından içeri girmek isteyen yurtseverlerin yoluna bomba atmıştır.
Ancak Aydınlık gazetesinin 18.4.2018 tarihinde “Okurlarımızdan gelen Mektuplar” sütununda Fikret Göktürk imzası ile yayınlanan “Galiev İtirazı” başlıklı bir yazı, Bedri Efendi’nin tüm provokasyon kokan satırlarını berhava eden bir ilmi manifesto olmuştur. Tanımadığımız Fikret Göktürk’ü kutlarız.
Engin Ardıç gibi küfürbaz gerzek sağcı makale yazarları da, Galiev’e sataşan yazılarını Star ve SABAH gibi gazetelerde yayınladılar..
Unutmayalım.. Galiev teorilerine ülkemizde karşı çıkanlar, Batılı emperyalistler, etnik milliyetçiler, Kürtçüler ve PKK, uluslararası Türk düşmanları, küreselci liberaller, gerici siyaset erbabı ve modası geçmiş Stalinci yobazlardır.. Yani..
Özetle Milli Komünizm veya Milli Sosyalizm karşıtlarıdır..
Gelelim sadede..
Araştırmalarından faydalandığımız Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi yazarı Azmi Özcan da konu üzerinde en doyurucu bilgileri yayınlamıştır… Hayatını belgelerden takip etmenin zorluğu ve uzun süre Stalin Rusya’sında tüm geçmişinin devletçe silinmesi sebebiyle Sultan Galiev’in doğruya en yakın özgeçmişini, Azmi Özcan’ın araştırmasından takip etmenin faydasına inandık. (Ara başlıklar Yaşar Aksoy’a aittir).. Şimdilik sözü şükranla kendisine bırakalım.
Köylü çocuğu bir öğretmen
“.. Sultan Galiev, günümüzde Özerk Başkırdistan’ın Sterlitamak bölgesinde Şipayevo köyünde doğdu. Asıl adı Mîr Said Sultan (G)Alioğlu olmakla birlikte Galiev olarak tanındı. 1917 Bolşevik İhtilâli’nin dört büyüğünden biridir (diğerleri Lenin, Stalin, Troçki).
Öğretmen olan babasının adı Mîr Said Haydar Ali, annesinin adı Aynilhayat Hanım’dır. Hayatına dair bilgiler, daha çok 1923’te kendisinin kaleme aldığı “Ben Kimim” başlıklı otobiyografisine dayanmaktadır (İzbrannıy Trudi, s. 473-482; ayrıca bk. Kakınç, Destansı Kuramcı, s. 35-171).
Ailesi Başkırdistan’ın değişik bölgelerinde bulunduktan sonra 1903’te Kırmıskali köyüne yerleşti. Galiyev ilk öğrenimini burada tamamladı. 1911’de Kazan’da Tatar Pedagoji Enstitüsü’den mezun olunca öğretmenliğe başladı ve iki yıl Başkırdistan’ın muhtelif köylerinde öğretmenlik yaptı. Ardından istifa ederek Ufa’da bir kütüphanede çalışmaya başladı. Bir taraftan da Rus edebiyatı klasiklerinin bazılarını Tatarca ve Başkırtça’ya tercüme ediyordu.
Devrimci ve yenilikçi bir yazar
1911-1914 yılları arasında Ufa’da yayımlanan Ufimskiy Vestnik gazetesinde yazdığı yazılarla devrim ve yenilikler hakkındaki düşüncelerini açıklamaya başladı. Gazetecilik mesleğine Tatarca Tormış (Ufa), Vakit (Orenburg), Koyaş, İl (Petersburg), Süz (Kazan) gazeteleriyle Rusça Narodniy Uçitel (Moskova), Kavkazskoe Slovo, Kavkazskaya Kopeyka (Bakü) gibi gazetelerde Kırmıskali, Kulku-Baş, Kandemir, Timurleng, Sukhoy gibi takma adlarla yayımlanan yazılarıyla devam etti.
1915’te yeniden öğretmenliğe döndü ve Bakü’deki Tatar Kız Lisesi’nde çalıştı. Bu sırada milliyetçi-sosyalist görüşleri belirginleşti. Bakü Şehir Meclisi’nde ticaret vekili oldu. Bu dönemde Galiyev’in ilk siyasî faaliyeti, Ufa’da kurucuları arasında bulunduğu militan Tatar örgütü ile bölgesindeki Ruslaştırma ve Hıristiyanlaştırma faaliyetlerine karşı direnişi örgütlemesi olmuştur. I. Dünya Savaşı sırasında Tatar ve Başkırt askerlerini Çarlık ordusunda savaşmamaya çağıran faaliyetlerde bulundu.
Rusya komünist müslümanlarının lideri
1917 Şubat devriminde Bütün Rusya Müslüman Hareketi’nin sol kanadında yer aldı ve Müslüman Kongresi Yürütme Komitesi sekreterliği için Moskova’ya davet edildi. Mayıs 1917’de Bütün Rusya Müslümanları Kurultayı’nda genel sekreterliğe seçildi. Ardından Kazan’a giderek bu dönemde Tatar Türkleri’nin tek yetkili komitesi olan Molla Nur Vahidof’un önderliğindeki “Müslüman Sosyalist Komite”ye dahil oldu ve kısa zamanda etkili bir konuma ulaşıp Müslüman Sosyalist Komite komiserliğine getirildi. Bu arada Komünist Parti saflarında hızla yükselerek Sovyet Milliyetler Komitesi’nin ikinci sekreteri oldu. Aynı zamanda bu örgütün resmî yayın organı Jizn-natsionalnostey’in editörlüğünü yapmaya başladı.
Galiyev’in 1919 ve 1920’de İdil-Ural Cumhuriyeti kurma projesi Lenin tarafından şovenist eğilimler taşıdığı gerekçesiyle reddedildi. 1920 yılında Zeki Velidi (Togan) ve bir grup önde gelen müslüman aydınla Turan Federe Sosyalist Devleti oluşturmayı amaçlayan İttihat ve Terakkî adlı örgütü kurdu.
Ancak Sovyet devriminin geleceği ve komünist politikalar hususunda Moskova’daki Bolşevik liderliğiyle Sultan Galiyev arasındaki fikir ayrılıkları belirginleşmeye başladı ve giderek merkezîleşen Moskova yönetimi müslüman halkların beklentilerini kısıtlama yoluna gitti.
Bu dönemde Moskova’da Doğu Emekçileri Komünist Üniversitesi’nde hocalık yapmakta olan Galiyev, devrimin vaadleri konusunda hayal kırıklığına uğrayınca muhalefetini açıkça ortaya koymaya başladı. Jizn-natsionalnostey gazetesinde 1921’de neşrettiği “Müslümanlar Arasında Din Karşıtı Propagandanın Mahiyeti” başlıklı makalelerinde (makaleler ayrıca kitap halinde yayımlanmıştır, Metodyanti-religioznoi propagandy sredi musul’man, Moskova 1922) Bolşevikler’in İslâm ve din karşıtı çalışmalarını eleştirmesi Stalin ile ilişkilerini gerginleştirdi (Galiyev’in kendi hazırladığı, bütün görevleriyle sorumluluklarını ihtiva eden liste için bk. Kakınç, Sultan Galiyev ve Milli Komünizm, s. 309-310).
Sultan Galiyev tutuklanıyor
1923’te burjuva milliyetçisi olmak, Türkiye ve İran gibi ülkelerde bağlantılar tesis ederek Sovyetler’in milletler politikasına karşı faaliyette bulunmak gibi ithamlarla tutuklanarak yargılanan Galiyev aynı yıl içerisinde devrime olan büyük katkılarından dolayı serbest bırakıldı. 1923-1928 yılları arasında bir taraftan teorilerini geliştirirken bir taraftan da örgütlenme faaliyetlerine devam edip Türkistan Sosyalist Partisi’ni kurdu.
Galiyev 1928’de Turancı, karşı devrimci ve Troçkist gibi suçlamalarla yeniden tutuklandı. Partisi tasfiye edildi, on yıl çalışma kampı cezasına çarptırılarak Sibirya’da Solovki çalışma kampına gönderildi. Bundan sonraki âkıbeti hakkında farklı rivayetler bulunmaktadır. 1939’da serbest kaldığı bildirilen Galiyev’in müslüman cumhuriyetlerde ikameti yasaklandığı için Kazan’ın güneyinde Kuybişev’e yerleştiğine, ancak 1940 veya 1941’de idam edildiğine inanılmaktadır.
Turan sosyalist devleti ütopyası
1917 Bolşevik İhtilâli’nin ardından Rusya merkezli Komünizme karşı Turan sosyalist devleti ve sömürgeler enternasyonali tezlerini geliştiren Sultan Galiyev’in düşüncelerinde, tarihi ve olayları değerlendirmede Marksizm’i temel alan diyalektik materyalist bir bakış açısı öne çıkmaktadır.
Bununla birlikte onun fikrî yapısında döneminin kendi bölgesindeki en belirgin anlayışı olan Cedîdcilik ve Türkçülük-Turancılık hareketlerinin tesiri açıkça görülmektedir. Müslüman bir kültür çevresinde yetişmesi ve kendi toplumunun sıkıntılarını fiilen yaşamış olmasının bu sentezde etkili olduğunda şüphe yoktur. Nitekim bu sentez dolayısıyla Marksizm’e ve sosyalizme getirdiği yeni yorumlarla Rus komünistlerinden ayrılmış ve ideolojik olarak evrensel bir geçerlilikten ziyade milletlerin kendilerine has şartlarının uygulamada belirleyici olması gerektiğini savunmuştur.
Buradan hareketle millî sosyalizm veya üçüncü dünya sosyalizmi denilen görüşlerini ortaya atan Galiyev, başlangıçta fiilen katıldığı Sovyet devriminin ardından yaşanan gelişmeler üzerine Rus proletaryası adına hareket eden devrim önderleri sınıfının bir müddet sonra diktatörleşeceğini, böylece Rus tarzı komünizmin beklenildiğinin aksine başka halklar için baskı, yoksulluk ve kaos doğuracağını, nihayet dağılacağını söylemiştir.
Sultan Galiyev’in anti Stalinist tezleri
Sultan Galiyev’in Rus tipi komünizmin âkıbeti hakkındaki değerlendirmesinde en belirgin olan anlayış özellikle Stalin’in katı merkeziyetçi politikalarından duyduğu rahatsızlıktır. Sovyetler Birliği’nde Rusya dışındaki cumhuriyetlerin eşit şartlarda kabul edilmeyip iradelerinin kısıtlanması demek olan bu yaklaşımın müslüman Türk halkları arasında başarılı olamayacağını savunan Galiyev, müslüman topluluklarda da devrimi tamamlayabilmek için hem eşitliğe hem de halkın din, gelenek ve yaşayışına saygılı olunması gerektiğini belirtiyordu.
Bunun yanında Galiyev’in en çok bilinen farklılığı, Lenin ve Stalin’in dünya proleter devrimi için Avrupa proletaryasına yüklediği rol ve beklenti üzerine olan eleştirel görüşleridir. Bu yaklaşımın Asya halklarının özel durumunu göz ardı etmesi Galiyev ile diğer liderler arasındaki temel ayrılık noktasını oluşturmuş, Galiyev, Marksizm’in temel dinamiği olan ezen-ezilen diyalektiğinde evrensel anlamda ezilenlerin Batı proletaryasından ziyade sömürülen uluslar olduğu tezini (sömürge enternasyonali) ortaya atmıştır. Ona göre Avrupa burjuvazisi bu ulusları ezerek elde ettiği güçle kendi proletaryasının bütün isteklerini karşılayabildiği için Batı’da devrim olması imkânsızdı. Önemli olan nokta Batı’yı besleyen sömürgeleri sömürüden kurtarmaktı ve Batı kapitalizmi ancak böyle çökertilebilirdi.
Galiyevizm olarak da değerlendirilen “Sömürgeler Enternasyonali” tezi genel anlamda iki aşamalı bir programdı. İlk aşamada sırasıyla Tatar-Başkırt Devleti, Türkistan Cumhuriyeti ve Turan Federal Halklar Sosyalist Cumhuriyeti tesis edilecek, daha sonra Azerbaycan ile Altay ve Çuvaş bölgesindeki Türk toplulukları dahil edilerek Sovyetler Birliği’ndeki bütün müslüman ve Türk halklarının siyasî birliği tamamlanacak, ikinci aşamada ise benzer birliklerini oluşturmuş bütün dünyanın mazlum halklarının sömürgeler enternasyonali gerçekleştirilecekti.
Kendi ifadesine göre on altı yaşında ateist olan Galiyev’in müslüman halklar arasında devrimin tamamlanması sürecinde sosyal bir gerçeklilik olarak benimsediği İslâmiyet hakkındaki değerlendirmelerini Jizn-natsionalnostey dergisinde yayımladığı iki makalesinden takip etmek mümkündür. Galiyev burada bir taraftan müslüman toplumlarda din karşıtı bir tavırla değişimin mümkün olamayacağını ileri sürerken diğer taraftan sosyalizm söz konusu olunca bir din olarak İslâm’ın insanlar arasında adalet ve eşitliğe verdiği önemin, demokratik mesajının ve Batı’da sanıldığının aksine yeniliklere açık karakterinin göz ardı edilmemesi gerektiğini vurgulamıştır.
TKP kurucusu Mustafa Suphi’nin yoldaşı idi
1917 Bolşevik İhtilâli’nin ardından dünyanın her tarafından -Galiyev’in de ders verdiği- Komünist Üniversitesi’nde eğitim için Rusya’ya gelen gençler vasıtasıyla üçüncü dünyada gelişen kömünist hareketlerinde belirli bir etkisi bulunan Galiyev’in Türkiye Komünist Partisi’nin kurucusu Mustafa Suphi ile de yakın irtibatı bulunuyordu.
Bu bağ Türkiye’deki sol çizgi içerisinde Kemal Tahir, Şevket Süreyya Aydemir gibi isimlerle devam etmiş, ancak daha sonra Türkiye’de farklı bir komünist çizgi geliştiği için Sultan Galiyev ve düşünceleri yakın zamanlara kadar ihmal edilmiştir. Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından Sultan Galiyev’le ilgili çalışmalarda dünyada ve Türkiye’de bir yoğunluk gözlenmektedir. Galiyev’in konuşmalarını ve yazılarını ihtiva eden çalışmalar 1992 ve 1998’de yayımlanmıştır (Sultan-Galiev, Stati, Vıstupleniya, Dokumentı, Kazan 1992; İzbrannıy Trudi, Kazan 1998). Ayrıca Rusya devlet arşivlerinde bulunan Galiyev hakkındaki bütün belgeler de neşredilmiştir (Neizvestnyi Sultan-Galiev: Rassekrechennye dokumenti i materialy [ed. B. F. Sultanbekov – D. R. Sharafutdinov], Kazan 2002). Türkiye’de Halit Kakınç, Rusça ve kısmen Tatarca olan Galiyev külliyatının seçilmiş bölümlerini tercüme ettirerek yayımlamıştır.
Sultan Galiyev üzerine yazılacak binlerce ciltlik araştırma kitaplarının özünden çıkacak kısa Sultan Galiyev özgeçmişini yukarda sunduk.
Biz şimdi yakından izlediğimiz ve tanıdığımız Attila İlhan ve Aclan Sayılgan isimli yazarlarımızda önemli yer tutan “Sultan Galiyev ütopyasını”, hatıralarımız eşliğinde inceleyeceğiz..”
Kitap fuarında Sultan Galiev paneli
Şimdi sözü Yaşar Aksoy alsın..
Yıllar öncesine dönelim..
2004 yılındaki “9. İzmir Kitap Fuarı”nda ilginç bir söyleşi oldu. Bulut Yayınevi’nin düzenlediği söyleşinin konusu, “Milli Komünizm” ideolojisinin kuramcısı “Sultan Galiev” üzerineydi.
“Halit Kakınç”, Bilgi Üniversitesi öğretim üyesi, ünlü edebiyatçı Tarık Dursun K. ‘nın yeğeni, yani rahmetli yazar Faruk Kakınç’ın sevgili oğlu. Halit, 1990’larda bizim Yeni Asır’da Yazı İşleri Müdürlüğümüzü yapmıştı. İlginç adamdı.. Sultan Galiev üzerine uzmandı. Galiev üzerine yeni sükseli bir kitabı yayınlanmıştı. Panele konuşmacı olarak katılıyordu.
“Nusret Türk” ise eski İlerici Gençler Derneği (İGD) yöneticilerinden, yani Moskova taraftarlığından yetişmiş, kadim Stalinci bir arkadaştı. Yurt dışında uzun yıllar kaçak olarak kalmıştı. Bir zamanlar Moskovacı bilinirdi.. Ama şimdi zıpkın gibi bir Galiev’ciydi.
Bir de ben.. Kemalist bir yazar.. Konuyu iyi bildiğimi sanırdım. Sağlam bir arşive dayanırdım.
Türkçü kanattan bir Azerbaycanlı Galievci ise toplantıya gelememişti.
Salona girdiğimde, her yerin dolduğunu gördüm. Toplantıyı ben yönetecektim. Karşımdaki kalabalığa baktım. En sağ köşede ve en önde Mahir Çayan çizgisindeki THKP-C hayranı olduğu için “Parti-Cephe Bülent” denilen bir yiğit oturuyordu, koca göbeği ile haşmetli biçimde koltuğa kaykılmıştı.
Amanın dedim içimden, şimdi kıyamet kopacak.. CHP içindeki romantik devrim sempatizanlarından olan eski DİSK sendikacısı Bülent, bu tür kalabalık sol toplantılarda mikrofonu eline alır, pek susmasını bilmezdi. Çünkü donanımlı bir sosyalist idi…
Önümdeki kalabalık içinde kafasını benden saklayan bazı sinmiş gövdeler hissettim. Yavaşça yana filan çekildim, saklanan yüzleri okudum. Ne kadar eski fraksiyon (TKP, Dev Sol, Dev Yol, Halkın Kurtuluşu, Halkın Yolu, Halkın Sesi, Aydınlıkçılar, TİKKO) varsa, velhasıl hepsi salondaydı. Hiç şüphesiz biraz kitap karıştıran ağır abi ülkücüler de vardı.. Hem birbirlerinden, hem benden gizleniyorlardı..
Konumuz müthişti.. Sultan Galiev’i anlatacaktık.. .. Bu konuyu iyi bilirdik.. Nusret kardeş, bir komünist olarak Galiev’i marksist yorumla sundu. Babacan dostum Halit, bir bilim adamı olarak araştırmalarını ortaya serdi. Ben bir anti-emperyalist Kemalist olarak Galiev’i, diğerlerinin, yani Mustafa Kemal’in, Lenin’in, Mao’nun, Gandi’nin, Lumumba’nın ve Arafat’ın yanı başına yerleştirdim. İki saat estik gürledik..
Soru var mı, dedik sonunda.. Kimse soru sormaya yanaşmadı. Kimsenin, Stalin’i övecek, Marksist – Leninist – Stalinist jargondan soru soracak mecali kalmamıştı. Sessizce çekip gittiler.. Kimse bizi kutlamadı..
Efendim, kayda geçirelim..
Galiev’i, tarih oyunca dört Karşıyakalı topluma tanıttı. Bunlar sırasıyla Aclan Sayılgan, Attila İlhan, Halit Kakınç ve Yaşar Aksoy’dur.. Şöyle bir düşündüm.. Nedir bu yeşil – kırmızı Karşıyakalıların Galiev hayranlığı?.. İlginç değil mi, ne dersiniz?..
Savulun Attila İlhan geliyor
Attila İlhan, kitap fuarlarına büyük bir “ihtilalci” gibi gelirdi. Yüzlerce, binlerce kişinin tutku derecesinde bağlandığı, hem aşk adamı, hem yurtsever-marksist kavga lideri kimliğindeki “Masal Kahramanı Attila İlhan”, memleketi İzmir’e gelir de hemşerileri onu yalnız bırakır mıydı?..
Hiçbir zaman onu yalnız bırakmadılar ve bağırlarına bastılar.. Aferin onlara!.. Kuvayı milliye mayalı bu topraklar, doğal ki destansı şairine sahip çıkacaktı.
Bilgi veya İş Bankası kitapevleri standına kurulup, cakalı kaptan şapkasını yandan çarklı bir okyanus süvarisi gibi eğik biçimde başına yerleştiren, bordo atkılı Attila İlhan, gerçekten bir Masal Kahramanı gibi fuara gelir, Kuvayı Milliye toplarını gümbür, gümbür patlatıp, yine geldiği gibi yapayalnız karanlıklara karışıp çeker giderdi.
2004 yılı kitap fuarında da böyle oldu. İki gün geldi, binlerce kitap imzaladı. Söyleşi salonu doldu taştı. Kalabalık içeri sığmadı. Atlas pavyonuna intikal etme kararı alındı. Şairimiz, peşine yüzlerce kişiyi takarak, belli belirsiz soğuk gülümseyişi dudak uçlarına yapışık bir çalımla, Kültürpark içinden yürüye, yürüye, devasa Atlas pavyonuna gitti. Önceden gelenler yerlere oturmuşlardı. Her taraf salkım saçak insandı. Attila İlhan, başladı dıgıdık, dıgıdık, kuvvacı süvarisi gibi atını kalabalığın üstüne, üstüne sürmeye.. Arada mutlaka Sultan Galiyev’den bir mitoloji kahramanı gibi söz edecekti. Bu ayrıntıyı ustalıkla kullandı. Millet tapındı, şairimiz tanrılaştı.. Sonuç: Dip dalga geliyormuş!..
Attila İlhan önemli adamdı.. Hem Mustafa Kemalci, hem Galievci idi.. Batı Türklerin (Anadolu) önderi ile Doğu Türklerinin (Avrasya) önderini pek güzel kaynaştırırdı..
Ben, 1970 başında Demokrat İzmir gazetesinde yazarken, genel yayın yönetmenimizdi. CHP yanlısı bu gazetede başyazıları önemliydi, Türkiye İşçi Partisi’ni (TİP) desteklediği seziliyordu. Ancak Sultan Galiev hakkında tek kelime yazmamıştı.. Benim gazetenin ikinci sayfasındaki donanımlı Sultan Galiyev yazılarım ilgisini çekmişti.
Odasına çağırır benimle dikkatlice konuşur, Sultan Galiyev konusunda bildiklerimi araştırırdı, ne düşündüğümü merak ederdi. Ben konuşurken yavaşça not aldığını hatırlıyorum. Bu satırlarda kendimi özellikle öne çıkarmak niyetim yok, gerçekleri yazıyorum. Benim 1960 sonrası, yani 27 Mayıs İhtilali sonrasında İstanbul örgenci yurtlarında Sultan Galiev üzerine yatakhanelerde sağ-sol karışık öğrencilere uzun Sultan Galiev seminerlerimi verdiğimi, doğal ki Attila İlhan bilemezdi.
Bu seminerlerime (Dev-Genç öncesinde) yeni kurulan DÖB yani Devrimci Öğrenci Birliği lideri Deniz Gezmiş ile Nihal Atsız izleyicisi Türkçülerin gençlik lideri Silifkeli Mustafa Ok’un (Ünlü Komando Mustafa) yan yana katıldıklarını söylersem küçük diliniz yutarsınız değil mi?.. Komünist bir Türkçü olan Sultan Galiyev, her ikisine de ilginç geliyor, kafalarında yeni sayfalar açıyordu.. Deniz ile Mustafa’nın yakın arkadaşlığı o günlere dayanır. Belgeleri, beynimde ve arşivimdedir..
Attila İlhan ile en son konuştuğumuz tarih, “Dersaadette Sabah Ezanları” kitabına gönüllü araştırma asistanlığı yaptığım için, kitap basıldıktan sonra, 1982 yılında, Taksim Bulvar Kafe’de sabah erken sularda buluştuğumuz gündü. Bana övgü dolu şeyler söyledi, kitabına yaptığım katkı için kısa teşekkürlerle süslü, çok itinalı bir konuşma idi. İçten miydi bilemiyorum.
Şairimizin Demokrat İzmir gazetesinden bu yana gazetelerde yazdığı tüm yazılarının koleksiyonu ve tüm kitapları, dergi söyleşileri, ülkemizde kendi arşivi ve Milli Kütüphane’den sonra yalnızca benim arşivimde bulunur herhalde. Geçelim..
Bir kuyruklu yıldız gibi gelip geçti
Attila İlhan, bir kuyruklu yıldız gibi üzerimizden gelip geçti.. Ona haksız laf söyletmem.. O, halkının bir sevdalı kuluydu.. Ona paha biçmek için destanlar bulamam..
Keşke bazı konuları daha içtenlikle konuşabilseydik.. Hayatının sonuna doğru nereden nerelere yolculuk etmiştin?.. Enternasyonal Komünizm derken milli komünizme, Galievcilik derken Türkçülüğe, Anti-Emperyalizm derken Avrasyacılığa, Marksistlik derken Kemalizm’e kadar gelip dayanmıştın. Bu kavramları en tadına doyum olmaz biçimde sen yorumluyordun, halkını, ülkeni koruma içgüdün son yıllarında şaha kalkmıştı. Yanılmıyordun.. Türkiye batıyordu.. Bu topraklarda Türklerin son yüzyılını yaşıyorduk.. Konuşacak o kadar çok konumuz vardı ki.. Bir türlü olmadı.. Yüzyıllara sığmayacak kadar çok uğraşımız vardı..
Gelip geçti her şey.. Bir kuyruklu yıldız gibi.. Geriye yalnızca satırlar ve mısralar kaldı..
Attila İlhan’ın en güzel yapıtları
Attila İlhan’ın en sevdiğim romanı “Dersaadet’te Sabah Ezanları”dır.. Selanik, İstanbul, İzmir şehirleri arasında Meşrutiyet ve Mütareke yıllarını bir sinema gibi gözümüzün önünde canlandırır.
En çarpıcı denemeleri, “Hangi Sol” ve “Hangi Batı” kitaplarındadır. Her söylediği doğrudur, her tahmini çıkmıştır..
En sevdiğim şiir kitabı “Yasak Sevişmek”tir. Yıllar geçti hala okumaktan ve mırıldanmaktan bıkmam.. Bu kitap içindeki en ünlü şiiri, Timur Selçuk’un şarkısına konu olan “Karantinalı Despina”dır. Haydi şiirin en çalımlı dörtlüğünü mırıldanalım:
Bir gül takıp da sevdalı her gece saçlarına
çıktı mı deprem sanırdın ‘kara kız’ kantosuna
titreşir kadehler camlar kırılır alkışlardan
muammer bey’in gözdesi karantinalı despina
Vatan ve Namus
Attila İlhan’ın nice söyleşisi içinde “İleri” dergisinde Ocak 2001 tarihinde yayınlanan Gökçe Fırat ile gerçekleştirdiği “Vatan ve Namus” başlıklı söyleşi en anlamlı söyleşidir. Ana fikri şöyledir:
“Gerçek solcular da, gerçek Türkçüler de anti-emperyalisttir. Solda Mustafa Suphi-Şefik Hüsnü geleneği ne kadar anti-emperyalist ise; Türkçü doğrultuda, Ömer Seyfettin-Ziya Gökalp-Mustafa Kemal-Yusuf Akçura-İsmail Gaspıralı-Sultan Galiev-Neriman Nerimanov çizgisi de o kadar anti-emperyalisttir. Bu bakımdan gerçek solcular ile gerçek Türkçülerin çatışması anlamsızdır ve Emperyalizm’in işine yarar. Hele hele Amerikancı liberal ümmetçiliğin ve Amerikancı bölücü Kürtçülüğün bu kadar azdığı günümüzde..”
Doğru söze ne denir?
Attila İlhan 1981 basımı “Hangi Atatürk” kitabında beş sayfa kadar yer kaplayan iki yazısında benden söz açar. “Mustafa Kemal’e Tuzak” isimli yazısı ile konuya girmiştir. 12 Eylül öncesi ona yazıp, tartışma konusu yaptığım “Mustafa Kemal Yalnız Devrimci” ana fikirli bazı ideolojik sorunları Bulvar gazetesindeki köşesine taşımıştı, sonra bu yazılarını 12 Eylül sonrası “Hangi Atatürk” kitabına koydu…
Tartışma konumuz, “Kemalist devrimin bürokrasiye teslim olma sebepleri” üzerine idi. “Yaşar Aksoy ne güzel söylemiş” diye başlayan yazılarında, devrimin kadrosunun olmamasını, devrimin önderlik ettiği sınıfın yani ulusal burjuvazinin daha oluşmamasını, inci gibi işleyip sorularımı yanıtlamıştı. Sosyalizme neden geçmedi şeklindeki sorumu ise, yahu işçi sınıfı yok ise sosyalizme nasıl geçeceksin çocuk, diye müstehzi gülümseyerek karşıladı.
Allah rahmet eylesin..
Bir daha Attila İlhan gelmez..
Kaptan’ın ardından toplandık..
Attila İlhan’ın 11 Ekim 2005 günü vefatından sonra İzmir’de rahmetliyi anmak için İsmet İnönü Sanat Merkezi’ nde bir toplantı düzenlendi. Yeğeni Kerem Alışık, ben, ünlü televizyon programcısı Nebil Özgentürk, Hürriyet Gazetesi Ege Temsilcisi Dr.Hakan Tartan, şair Namık Kuyumcu ve şair Dedocan konuşmacı olarak yan yana geldik.
Sıram gelince Attila İlhan için ölümünden sonra yazdığım bir şiiri okumaya başladım.. Şiirimde en başta Sultan Galiev’in ismi geçiyordu:
ATTİLA İLHAN
çıktı geldi kaptan
avrasya’dan, sultan galiev’den
gavur dağları’ndan, paris’ten, şangay’dan
hüzzam tadında kırmızı kaşkolu boynunda
lacivert paltosu ve gemici şapkasıyla
karşıyakalı genç yıllarını arar uzak kaldırımlarda
çıktı geldi kaptan
yağmurlardan, aşklardan, limanlardan
dedi ki her zaman:
önce vatan, önce hürriyet, önce devrim
varsa yoksa hayali bir sevgilim
çıktı geldi kaptan
son tramvayın son hayaleti gibi
sisler bulvarı’nda bizim abbas yolcu
şimdi doludizgin rüyalarda
katılmış kalpaklı orduya, aşiyan’da..
Şiiri okuduktan sonra, savaşçı bir konuşma yaptım. Attila İlhan’ın ideolojik çizgisini, bir milli mücadele stratejisi gibi yorumlayıp, 2005’lerin ürpertici siyasi havasına tepki biçiminde geliştirdim. Galiev’in üzerinde özellikle durdum.. Yoğun alkışlar arasında, 12 Mart Darbesi mağduru eski sol subaylardan Kamil’in (Nektar Bar sahibi) havalara uçarak, beni alkışladığını gördüm; Paris bereli Kamil, ayağa kalkıp beni alkışlamış ise, bir işe yaramıştım herhalde.. Kerem Alışık, Namık Kuyumcu, Hakan Tartan, Nebil Özgentürk, şair Dedocan da anlamlı konuşmalar yaptılar.
Attila İlhan’a saldırılar
Attila İlhan üzerinden vatan ve namus düşmanlığı yapmak çocukça bir davranıştır, ucuzdur, sağlığında onun yanı başında dolaşıp şişinen, ‘Attila İlhancı’ geçinen ama daha sonra liberal din faşizmine satılan ikinci cumhuriyetçi beyni bulanık kişilere hiç yakışmaz..
Ölümünün ardından, Attila İlhan üzerine arka arkaya polemikler patladı. Önce Sabah gazetesinde iktidar yanlısı sol filozof pozlarındaki Prof.Ahmet Bülent Kahraman güya ölü Arif Damar’ın kendisine usulca söylediği “Attila İlhan polis casusuydu” iftirasını, sanki üstü örtülü hak verir havalarda gündeme getirdi.
Aynı gazetede Engin Ardıç konunun üzerine atladı. Şairin Paris’e giderken 1949’da pasaport alabilmiş olmasının gizli polis yardımseverliğine bağladı (27 Ekim 2010). Hemen ardından yine Prof.Hasan Bülent Kahraman, şairin yaşamının son yıllarında Türk devletini korumasının altında polis yanlısı geçmişinin yattığını akla getirip, gene de bütün dosyalar, belgeler açılsın, araştırılsın, bu iddialar aydınlığa kavuşturulsun diye önerdi (29 Ekim 2010).
Aynı gazetede Engin Ardıç, 31 Ekim 2010 günü yazdığı yazıda ise, şairin son yıllarda saplanıp kaldığını iddia ettiği ‘Komünist Turan Birliği peşindeki Sultan Galief muhabbetinin’ kendisini çok kızdırdığını, çoğu kişi gibi köpürdüğünü yazdı.
Aynı yazar zaten, yine aynı gazetede, 25.8.2007 tarihinde yazdığı “Attila İlhan casus muydu?” başlıklı yazısında şairi karalamaya başlamış, 10 Temmuz 2010 tarihli yazısında ise şairimiz için ‘okumamış düşünür’ deme saygısızlığını göstermişti. Kümesin horozu ölünce, şişinip kabaran tavuklar gibi ya da gökteki kartallar terki diyar edince bir iki metre kanat çırpmayı yiğitlik sanan aptal ördekler gibi, bu kişilerin çapsız ve hayli acımasız yorumlarını okuyunca, kendimi zaptedemedim: “Topunuzun canı cehenneme!..” dedim..
Ancak tüm bu saldırıların içindeki ipuçları, bizi bir yere götürüyordu.. Attila İlhan milli komünizm simgesi Sultan Galiev’i ısrarla savunduğu için, satılmış solcu veya satılmış liberallerden küfür yemekteydi..
Bu küfürlerde, etnik köken bağlantısı ve Türk’e, Türkçülüğü, Atatürk’e düşman bir dürtü de rol oynuyordu. Çetin Altan’ın veletleri Ahmet ve Mehmet ile, Engin Ardıç ve İslamo Faşizmin estetik (!) destekçisi Kadir Has Üniversitesi Rektör Yardımcısı Hasan Bülent Kahraman ile Sultan Galiev hakkında ağır hakaretler içeren bir kitap yazmış olan Dersim kökenli Aydınlıkçı Bedri Gültekin’i aynı cephede buluşturan psikoloji buydu. Stalin’in arkasına saklanan Bedri Gültekin, sanki kendisine vazife vermişler gibi, rejim tarafından öldürülen Galiev’i faşist bir savcı gibi yargılıyordu… Aferin ona..
MERAKLISINA NOT: Attila İlhan’ın “Sultan Galiyef – Avrasya’da Dolaşan Hayalet, Cumhuriyet Söyleşileri ,Ekim 1997 – Mart 1998” isimli Türkiye İş Bankası Yayınları’ndan çıkan kitabını (Birinci baskı, 2000) okuyunuz.
Aclan Sayılgan’ı anlatmanın tam sırası
Madem ki Aclan Sayılgan, anıların alengirli bir yerinden çıkıp geldi, isterseniz yolumuza korkusuzca devam edip, şu meşhuuur kişiyi adam gibi anlatalım, çünkü şu ülkede bunu anlatacak benden başka kimse yoktur..
Türkiye’de Sultan Galiev hakkında ilk kitabı yazmış olan, 1940 dönemi ünlü ilk komünistlerden sonra “dönek” olarak damgalanmış Aclan Sayılgan, en büyük Soğukkuyulu ve Karşıyakalı’lardan biridir.. Çünkü bu semtin ölü hatıralarını sanki canlıymış gibi hep bana anlattı durdu.. Bu yüzden onu uzun anlatacağım.. Karşıyaka Soğukkuyu’daki evimde soğuk bir kış akşamı “Aclan Abi” isimli bir şiir yazdım, o şiirimde de Sultan Galiev mısralar arasından başını uzatır ve “Yaşasan kızıl bayrak” diye bağırır:
ACLAN ABİ
ürkek gözlerinde şüpheli yağmurlar
çocuk gülümseyişi o eski karşıyaka’dan
belki derinlerde sızlayan bir acı, gece çığlıkları
yürek suları neden geri çekilmez?
hüzün ve ihtiras, ruhunda vuruşan iki silahşör
vakta ki, sultan galiev çıkar gelir
uzak steplerin ihtilalci nal seslerinden
o an partizandır bu sessiz yaşlı adam
heyhat ki ne heyhat
dünya tiyatrosunda rolünü unutana yer yok
yolunu kaybetmiş yolcudur sisler bulvarı’nda
vız gelir, sen bize eski soğukkuyu’dan yadigarsın
Evet, 1930’larda Soğukkuyu İlkokulu Müdürü İsmail Hakkı Sayılgan ile Devlet Hanımın afacan oğlu Aclan Sayılgan’ ın ideolojilere ve romanlara sığmayan yaşamının hikayesi bu şiirde gizlidir.
Aclan Sayılgan hüzün yüklü bir adamdı.. Üstelik ihtiras doluydu.. Fikir dünyası kıpır kıpırdı, çok duygusaldı, yürek suları kabarmış tüm yaşamını istila etmişti. Şiirimde geçen bu yürek suları, deniz kenarında bir karış suda boğulurken bu hüzün yüklü adama son oyununu mu oynamıştı?..
Bize eski Soğukkuyu’yu, en güzel o anlatırdı. Tatlı, tatlı.. Okşaya, okşaya.. Müşfik bir üslupla.. Bir usta ressamın yumuşak fırça vuruşları gibi.. Sanki, onun eski Soğuk-kuyu’su bir masal dünyasıydı.. “Deprem” romanında bu mahalleyi pek güzel anlatmıştır
“Deprem” romanı 1975’te İstanbul’da basıldı. Romanın giriş bölümünün en üstünde Ceyhun Atuf Kansu’nun anlamlı bir sözü yazılmıştır:
“Kırılır, bütün oyuncaklar kırılır,
Çocuk kalplerinden mi yaparlar onları?..”
Romanı yazan bu sözü çok beğenmiş besbelli.. Daima çocuk kalmış olan yaşlı kalbinin hep kırık olduğunu mu söylemek istemiş bize?.. Bilinmez ki.. Yazarın “Tutuklama” isimli bir romanı daha vardı. Soğukkuyulu babasını, Mehmet Soğukkuyulu ismiyle anlattığı ilk romanı ise, Hakimiyet gazetesinde tefrika edilmişti.
O, bir Türk Soljenitsin’i idi..
Aclan Sayılgan 1960 sonrasında, roman yazıyor, piyesler yazıyor, marksist ideolojinin tarihini ve içyüzünü anlatan çarpıcı kitaplar kaleme alıyordu. Ama spot ışıkları altında ünlü bir popüler yazar değildi, onu yalnızca sağcılar tanıyor ve sağcılar okumaya devam ediyordu. Çünkü kulaktan kulağa fısıldandığına göre, soldan (1950’li yıllardaki Komünizm’den) dönmüş, azılı bir anti-komünist olmuştu..
Oysa bir gün bana, “Benim ezeli talihsizliğim kitaplarımı sağcı yayınevlerinin kapışıp basmasıdır” demişti. Bu ihtiras ve hüzün karışımı beyaz saçlı adam, özel sohbetlerinde sosyalizme daima inandığını içtenlikle anlatır, yalnızca Stalin’e boyun eğmediğini iddialı biçimde savunurdu. 1951 Komünist Tevkifatında, kodeste tüm Stalinci TKP’lilerin öttüğünü görünce, kafası kızıp o da ötmüştü, ama örneğin TKP üyesi Behice Boran’ı ele vermemişti.
İnkar Fırtınası, Türkiye’de Sol Hareketler, SSCB-Marksist Diyalektiğin Sonu, Ansiklopedik Marksist Sözlük, Yeni Sol, Sovyetlerde Eğitim ve Türk Öğrencileri gibi kitapları, 1960-70’li yıllarda raflarda yerini almıştı, sağ kitle onu adeta su içercesine okuyordu. Solun fraksiyon önderleri ise, “sakıncalı bir dönek” olduğunu ısrarla çevreye yayıyorlardı.
Bir gün bu konuyu ona sorduğumda şöyle dedi:
“– Sovyetler’de 3 film özellikle lanetlenmiştir. Kominform’ daki Rus rezaletlerini işleyen Arthur London’un “İtiraf” filmi, Richard Burton’un başrolü oynadığı “Troçki” filmi ve Costa Garvas’ın ölümsüz “Z” filmi.. Benim tüm hayat filmim, ölümümden sonra bile geçerli olmak üzere lanetlendi. Ama inanıyorum ki, Stalin Komünizmi’nin damgasını bastığı bir zulüm devleti olan Sovyetler bir gün çökecektir, ben öldükten sonra bunu hissedeceğim..”
Oysa, o ölmeden Sovyetler çöktü.. Berlin Duvarı yıkıldı.. Doğu Bloku ülkeleri Rus pençesinden kurtuldular.. Türki Devletler bağımsızlığını kazandı.. Sovyetler’de Glasnost ve Perestroyka gibi Komünizme yapılan diriliş aşıları tutmadı, bu büyük ülke bir anda Büyük Rusya Federasyonu’na dönüştü ve kapitalizm bu bakir toprakları hoyratça ele geçirdi..
Biz, olanları hayretle izliyorduk. Bir gazeteci genç arkadaşım Hakan Atis, yıkılmış Berlin Duvarı’ndan kapıp getirdiği küçük bir taş parçasını bana armağan edince, ne yapacağımı, taşı nereye koyacağımı şaşırmıştım. Elimde tuttuğum bu küçük taş, insanları yıllarca bölen, delip geçmek için ölümün bile göze alındığı bir lanet duvarının artığı mıydı?..
Aclan Sayılgan ise, olan bitene hiç hayret etmemişti, inanılmaz bir sessizlik içindeydi, ağır bir hüzün çevresini sarmış gibiydi, tek zafer çığlığı atmadı, olup biteni alkışlamıyordu.. Neden bu kadar sessizce karşılamıştı, komünizmin çöküşünü acaba?.. Uzun yıllar Komünizme karşı kalemi ile kıyasıya mücadele etmiş bir kişi olarak, bu tarihi zaman diliminde ne düşünüyordu?.. 26 Nisan 1991 Cuma günü Kemeraltı’nda kaldığı Şükran Oteli’ne gittim.
Önce beni odasında ağırladı, sonra Şükran Lokantası’na inip havuzlu avluya bakan pencere kenarında demlenmeye başladık. Eski Soğukkuyu’dan, İzmir’in yaşlı semtlerinden söz açıyor, tanınmış edebiyatçılardan anılar naklediyordu. Saatler ilerledi.. O akşamki konuşmalarımızı teybime kaydetmişim, hâlâ durur. Aniden sormuştum:
“– Aclan abi, Komünizm çöktü, ne hissediyorsun?..”
Mavi gözlerini birden duman bürüdü, başımın üzerinden çok uzaklara bakar gibiydi:
“– Onlara tam 10 genç yılımı verdim, sonra tüm hayatımı harcadım. Boşa mı gitti?.. Geçenlerde Türkiye Komünist Partisi’nden teklif geldi, partinin eski üyelerini arayıp sormaya başlamışlar. Ben kabul ettim. Başvurup yeniden üye olacağım. Bundan şeref duyuyorum. Sovyetler Birliği Komünist Partisi (SBKP), Stalin’in öldürdüğü Sultan Galiev’e de üyeliğini ve itibarını iade etti. Ben yalnızca Stalin’e karşıydım, o yüzden Komünizm’den döndüm. İşte şu günlerde o Stalin yıkılıp gidiyor. Ama sosyalizmin insancıl idealleri yaşamalıdır, benim ezik ruhumda bu ülkü daima yaşamıştır”.
Aclan Sayılgan, sol kesime göre dönek, pişmancı, itirafçı, ajan, hatta bir provokatördü. Sağa göre ise, kürsü sahibi akademisyen gibi Komünizmi en iyi analiz eden bir anti-komünist idi. Hiçbir akademik eğitimi olmayan, yalnızca hücre tipi örgütlenmelerden başlayarak yaşadıklarından hareketle bir dev dünya ideolojisini ve onun ülkesindeki örgütlenmesini analiz edebilen bir tiyatro sanatçısının gözlemleri ve birikimleri bu kadar çabuk nasıl harcanabilirdi ki?..
Bana göre, Aclan Sayılgan’a, pekala “Türk Soljenitsini” diyebilirdik.. Devlet Tiyatrosu’nda hiçbir zaman ön plana çıkmayan, belki çıkartılmayan bir aktördü. Bilgili, aydın, lafazan ve yurtsever bir insandı. Beyaz saçları bu ülkenin yer altı cehenneminde ve kültür rüzgarlarında ağarmıştı. Ama, beni en çok Soğukkuyulu olması ilgilendiriyordu.
Üçünü Birden Sevdim
Onu çok sevdim..
Attila İlhan’ı ve Şükran Kurdakul’u da çok sevdim.
Bu üç genç, Attila, Şükran ve Aclan, İkinci Dünya Savaşı yıllarında Karşıyaka’da, özellikle emekçi-köylü muhiti olan Soğukkuyu’da ilk komünist örgütlenmelerde birlikte çalışmışlardı, üçü de sıkı arkadaştılar.
Sonra..
Attila, komünizmden döndü, sol kemalist oldu!..
Şükran, hep komünist kaldı..
Aclan da komünizmden döndü, ama ne yazık ki sağın yararına çalıştı..
Yani, tam tamına üçe bölündüler..Ve onları bölen, Stalin’den başkası değildi..
Şükran, Aclan’ın kızkardeşi Müjgan’a aşıktı. Aclan önce Attila’nın kızkardeşi Çolpan’a, sonra sahilden Rüksan’a aşık oldu. Attila ise, “varla yok arası aşklar” yaşadı.. Sonra eski aşklar da kayboldu.. Kayboluşun en ağır sillesini ise, Soğukkuyu yedi..
Ben ölümüne kadar Şükran Kurdakul’un yakın dostu olarak yaşadım, bununla onur duyarım. Aclan Sayılgan ile de dosttum, ama Şükran abi bunu bildiği halde bana onu hiç sormazdı, sanki ondan nefret ediyordu. Aclan ağabey ise hep Şükran’ı, Attila İlhan’ı bana sorardı. Soğukkuyu’ nun daracık sokaklarındaki dava arkadaşlıklarını öyle bir arardı ki, bir körün hiç erişemeyeceği ışığı arayışı şeklinde tanımlayabileceğim duygusunu, hüzünlü gözlerinde acı ile okurdum.
Aclan Sayılgan, Ankara Oran Sitesi’nde yaşarken, onunla devamlı mektuplaştık, bir mektubunun ekinde bana küçük bir zarf içinde paha biçilmez bir risale gönderdi. Köln’de yaşayan Türkistan özgürlük savaşçılarından Dr. Baymirza Hayit’in ona gönderdiği 1926 tarihli ve 1 numaralı eski Türkçe “Yaş Türkistan” kitapçığını, Türkoloji Kütüphanemin 1 numaralı eseri olarak saklıyorum.
Yeniden Soğukkuyu’ya geliş
Daha sonra (yanılmıyorsam) 1995’lerde Aclan Sayılgan, ailesi ile birlikte yeniden Karşıyaka’ya bizim mahalleye döndü, modernleşen Soğukkuyu’nun en alımlı caddesi olan Girne Caddesi’nin civarında bir eve yerleşti. Nergis’e giden 1775/3 numaralı sokağın 17 numaralı apartmanının en üst katını satın almışlardı. Asansörsüz, çatısı devamlı akan bir küçük daireydi. Kan mı çekmişti?.. Yine Soğukkuyu’ya gelmişti. Evlerimiz birbirine çok yakındı artık. “Karşıyaka’ma kavuştum” diye çocuk gibi sevinen Aclan Sayılgan ile daha çok buluşur olduk. Hep Sultan Galiev’i konuştuk..
Soğukkuyu’ya gidip, tam o esnada apartman olmak için yıkılmakta olan eski evini bolca fotoğraflamıştı. Dev kütüphanesi önünde nice sohbetlerimiz oldu. Hiç de zengin bir adam değildi, gönül zengini idi. Kapitalizmin hizmetinde bir çanak yalayıcı değildi, öyle olsa idi, arabası, yazlıkları, lüks apartman katları olurdu, o bir tiyatro emekçisi ve gerçekte bir komünizm akademisyeni idi. Parasız kalınca, marksist kitap koleksiyonunu parça parça bölüp, benim aracılığım ile eski kitapçılara yok pahasına satarken, onun da, benim de içim parçalanırdı. Eşi Memduha ve kızı Gülcan ile birlikte çok mütevazi yaşardı. Aktör oğlu Şahap uzaklarda, Ankara’da idi (şimdilerde tv dizilerinde oynuyor).
Evimin karşısında hemen her gün araştırmalarımla ilgili fotokopiler çektirdiğim “Emre Kırtasiye” isimli bir kırtasiye dükkanında, dükkan sahibi eski devrimci Ertuğrul ve Aclan abi ile epey kaynatmışızdır. Şimdi o dükkan yok!
Aclan Sayılgan, hafta sonu denize girmek için gittikleri Selçuk sahilinde 5 Eylül 2001 günü, bir karış suda ölüverdi. Aclan ağabeyin bana armağanı olan Soprano Zehra Yıldız’ın CD’sini, ölümden hemen sonra Memduha Hanım geri istedi, derhal verdim. Ardından Memduha Hanım da öldü..
Evlerinde şimdi kızları Gülcan, bir sürü kedisi ile yaşıyor. Babasına aşık bir kızın duygusallığını, her karşılaşmamızda, her konuşmamızda iliklerime kadar hissediyorum. 2010 yılı başında Gülcan, bana tuğla gibi kalın bir kitap armağan etti. Tam 785 sayfa.. Aclan Sayılgan’ın “Türkiye’de Sol Hareketler” isimli önemli kitabı, bol fotoğraf ve eklerle, nefis baskılı olarak Doğu Kütüphanesi’nden yayınlandı. Erol Cihangir’in yayına hazırladığı bu muazzam külliyatı elime alınca şöyle bir tarttım. Osmanlı İmparatorluğu’ndan Gorbaçov dönemine kadar olan Komünizm birikimini gözler önüne seren bu kitap, Aclan Sayılgan’ın bir zafer çığlığından başka bir şey değildi, bana göre..
Sağ olsaydı, hâlâ sağın tenhalardaki bir zirve adamı olduğuna hayıflanacak, özgürlükçü solun parlak bir marksist ideologu olamadığına pek hüzünlenecekti.. Ne yapsın?.. Dünya Tiyatrosu’nda rolünü unutana, ne yazık ki yer yok!
Sultan Galiev’in İlk Yazarı
Aclan Sayılgan ismi, benim 1965-71 yılları arasındaki üniversite öğrenciliğimde aklıma kazınan bir efsanevi isimdir. Çünkü “Mazlum Milletlerin Kurtuluş Savaşları Karşısında SSCB ve Sultan Galiev” isimli 1966 baskılı küçük bir cep kitabı, okuduğum andan itibaren beni büyülü bir aleme taşıyıvermişti, o andan itibaren Sultan Galiev’in sadık bir ihtilalci kulu oldum.
Sultan Galiev.. Bir devrimciydi.. Bir Tatar’dı.. İmanlı bir komünist idi.. Asya Türklerini, komünizm şemsiyesi altında birleştirmek isteyen bir ihtilalciydi.. Düşmanlarına göre ise bir Pan-Türkist, bir Turancıydı..
Bolşevik Devrimi’nin Müslüman önderi Galiev, hiyerarşide Lenin’den sonra gelirdi.. Sovyet Devrimi içinde, Müslüman Türk halklarını ayaklandırarak, onları sosyalizme inandıracak bir Türk Birliği projesi uyguluyordu. Ama Stalin, ona “Türkçü” suçlaması yaparak vahşice öldürtecekti. İsmi Asya steplerinde efsanevi bir büyüye kavuştu. (1990’de Sovyetler Birliği Komünist Partisi, Sultan Galiev’in haksız biçimde öldürüldüğünü kabul edip, onurunu ve parti üyeliğini ona iade etti. Kaç yazar?..)
Aclan Sayılgan’ın kaleme aldığı bu küçük Sultan Galiev kitabı beni çok etkiledi. Kafam allak bullak olmuştu. Birçok sağcı ve solcu genç, birbirlerinden habersiz aynı fırtınayı yaşadılar ve Galiev’in Asya tipi Anti-Emperyalizm teorilerine bağlandılar. Sol ile sağın bir kaynaşma noktası ortaya çıkmıştı. Üniversite yurtlarında ve kantinlerinde Galiev tartışılmaya başlandı. “Batıda Mustafa Kemal, doğuda Sultan Galiev” yaklaşımı hızla yayılıyordu. Ama bir anda patlayan silahlı çatışma, bu akademik tartışmayı unutturdu, ben ise araştırmaya devam ettim.
İşte Aclan Sayılgan bendeki bu kıvılcımı tutuşturan adamdır. Bir Soğukkuyulu, gitmiş Asya bozkırında Bolşevik İhtilali’nin önderlerinden Sultan Galiev’i arayıp bulmuş ve benim yüreğime getirip konuk etmişti.
Ardından Yön Yayınları’ndan basılan ve Helene Carree’ in araştırması “Asyada Marksizm ve Milliyetçilik” kitabını 1966’da okudum, önsözünü Doğan Avcıoğlu yazmıştı; baştan sona Sultan Galiev teorileri gündeme getiriliyordu. Sonra Alexandre Bennigsen-Chantal Quelquejoy’un hatırladığı “Sultan Galiev ve Sovyet Müslümanları” kitabını devirdim.
Daha sonra Halit Kakınç’ın Rusya’ya ve Tataristan’a giderek kaleme aldığı “Sultan Galiev” kitapları basıldı.. Attila İlhan ise, 1990-2000 arasındaki ulusalcılık mücadelesini getirip Galiev teorilerinin üstüne oturtmaz mı?..
Kimse, bu sürecin mimarının Aclan ağabey olduğunu pek hatırlamadı bile.. Benden başka.. Aclan Sayılgan ölünce gazetelerde küçük bir haberi çıktı. 15 Ekim 2001 tarihli Cumhuriyet gazetesinde Attila İlhan, “İnkar Fırtınası Dindi” başlıklı bir yazı yazdı, hayli küçümseme kokuyordu:
“Soğuk Savaş onu kullanmış, sonra kaldırıp bir kenara atmıştı. O tutkusal, biraz delifişek, gözleri boncuk mavisi, Karşıyakalı delikanlı gitmiş, yerinde “yeraltında” geçmiş gerilimli yılların yıprattığı, yorgun bir adam duruyor. Acaba büyük bir aktör olabilir miydi?.. Ciddi ve yorulmaz bir “müdekik”?.. Heyecanı yoğun bir romancı?.. Sanırım hepsini denedi, iki üç yılda bir, uğramayı adet edinmişti: Yeni bir kitabını vermek, ecnebi basınında çıkmış bir Türkiye haberini ulaştırmak; fakat asıl galiba, baş başa iki Marksist aydın gibi dertleşebilmek için! Mahir’i (Çayan) yakından tanıdığını söylüyordu; bir romanında onu yazmış; ille de okumamı istiyor. Aclan Sayılgan’ı, hiçbir zaman, hiç kimse, bir aktör ya da bir yazar olarak ciddiye almadı, döneklik elbette onun için icat edilmemişti ama onun için ne kadar çok ve sık kullanılmıştır. Geçen gün, gazetelerden birinde, iki satırlık bir haber: “Aclan Sayılgan öldü”. 40 karanlığının ve Soğuk Savaş’ın çarçur ettiği bir hayat daha: “İnkar Fırtınası” nihayet dindi!..”
Attila İlhan’ın yazısından etkilendiğini belirten Hasan Pulur ise, 22 Ekim 2001 tarihli Milliyet’te “Döneklik Zor Zanaat” başlıklı yazısında ölmüş gitmiş Aclan Sayılgan’a apaçık hakaret edecekti..
Düşünüyorum da, 1950 sonrasının Aclan Sayılgan’ı, şimdinin (2000’li yılların) dönekleri ile aynı kaba konur mu?.. Aclan Sayılgan, Soğuk Savaş’ta ülkesinin özgürlüğü için Stalin’e karşı çıkmıştı, şimdiki dönekler Türkiye’yi ABD ve AB’ye apaçık satıyorlar. Aynı şey mi acaba?.. Birisi çıkıp, her iki döneklik yolları da son tahlilde Amerika’nın kucağına oturuyor, ikisi de aynı şeydir diyebilir, ne diyeyim, o da haklı olabilir..
Gülcan’ın baba sevgisi
Hasan Pulur’un yazısına, kızı Gülcan sert tepki gösterdi ve zehir zıkkım bir mektubu yazara postaladı, ses çıkmadı tabii ki.. Babasını çok seviyordu Gülcan.. Susamazdı.. Attila İlhan’a da biraz kırıldı.. Bu konuyu bağlamak istiyorum. Atilla Akar’ın 1989’da İletişim Yayınları’ndan çıkan “Eski Tüfek Sosyalistler” isimli kitabında, yazarın Aclan Ağabey ile yapılmış ders verici bir söyleşisi vardır. Okuyalım..
Sayfa: 124.. Attila Akar soruyor: “Peki acaba bugün ne düşünüyordu Sayılgan?.. Şu an neye inanıyor ve neyi savunuyordu? Sosyalizme düşman mıydı?”
“Hayır” diyor, “Ben kimseye düşman olamam ancak karşı olurum. Ben bugün soyut olarak Türk devleti imajını savunuyorum. Hayalimde affeden ve veren devlete tutkunum. Ve benim anladığım bu devlet demokrasiye engel değildir. Ben sosyalist partilere de oy verebilirim, yeter ki milli vasıflarını yitirmesinler. Avrupa komünizmi bunu çoktan anladı.”
İşte, bir “Soğukkuyulu”nun çok çarpıcı yaşamı buydu.. Aclan Sayılgan’ı niçin uzun anlattım?.. Çünkü yaşadığı yıllarda kitap fuarına hiç adımını atmayan ve sürekli ısrarıma rağmen, gözlerini benden kaçırarak, ‘kütüphanemde veya bir tenha kitapçıda kitaplarla baş başa kalmak istiyorum’ diyen bu kitap kurdunun hiçbir zaman vatan haini, provokatör olduğuna inanmadım. Keşke dedim kendi kendime.. Kolkola girip kitap fuarlarını adımlayıp, panellere birlikte katılsa idik diye hayıflandım, ama imkansızdı bu arzum. Çünkü 1940 karanlığı diye bir kabus vardı, o dönemi yaşayanlar o kabustan bir türlü çıkamadılar, harcanıp gittiler, Soğuk Savaş’ın belalı ve karanlık dehlizlerinde..
Hüzün hiç bitmeyen bir şarkıdır
Aclan Sayılgan’ın, Ekim 1989 yılında Önsözü’nü yazdığı ve pek bilinmiyen “Kabahat Kimde? – Çehreler” isimli kitabını her okuduğumda içim sızlar. Komünist örgütlerden yetişip 1940’larda Stalin’e karşı çıkmanın farturasının ne kadar ağır olduğunu acıyla fark ederim. Onca eski arkadaşlıklarına rağmen, Şükran Kurdakul ile Attila İlhan’ın kendisine karşı daha sonraki sessizliklerini bir türlü içine sindiremiyen Aclan Sayılgan, özellikle Attila İlhan’a bu kitabında serzenişte bulunur:
“Attila benden şiirlerinde hiç bahsetmez. 1946-52 yıllarında sakıncalı piyade idim, 1954’ten sonra yani Komünist Parti’den ayrılınca gene ama bu kez ters yönde sakıncalı piyade kaldım. Attila’nın gençliğimizin en güzel günlerini birlikte geçirdiğimizi unutması imkansızdır. Bana şiir yazmamasını, şiirinde adımın geçmemesini anlayışla karşılıyorum. Ama, Attila bağışlasın beni, ben, O’nun şu küçük şiirini kendime ithaf edilmiş kabul ediyorum.
“Boynuna o yeşil fuları sarma çocuk
Gece trenlerine binme
kaybolursun
Sokaklarda mızıka çalma çocuk
Vurulursun!..”
Gece trenlerinde kalboldum Attila; sokakta mızıka çaldığım için vuruldum, hem de fena vuruldum!..”
Aclan Sayılgan’ın yaşamı boyunca derin bir hüznü taşıdığını gözlemledim. Ne sola, ne sağa yaranamamak zor meslektir. 1946’dan Karşıyaka’daki komünist örgütlenmeden Aclan’ın sıkı arkadaşı Fahri Petek Beyefendiyi’de, 1996’da Paris’te tanıdım, sevdim, saydım. Şükran, Attila, Aclan ve Fahri.. Dördü de eski Karşıyakalıydı.. Zaten Fahri ile Attila İlhan’ı tanıştıran da Aclan idi. Fahri Petek, Attila İlhan’ın Paris’e ilk gidişinde ona kucağını, evini açan, her sabah önüne ekmek ve süt şişesini koyan kişiydi, Attila İlhan’ın şiirlerinde “Mahler’in Arkadaşı” kod ismiyle geçer. Fahri Petek, 1946 sonrası komünist avı başlayınca, yurtdışına kaçmış ve daha sonra Fransa’da çok ünlenen bir ecza profesörü olmuştu, Marksist çevrelerin büyük saygısını kazanmış bilge bir adamdı. Arkadaşımız Gaye Petek’in babasıydı. Fahri Bey, 40 yıl sonra Türkiye’ye ziyarete geldi ve Karşıyakalılar olarak onun da katıldığı Şükran Lokantası’ nda bir gece düzenledik.
Yemekten dönerken vapurda yan yana oturduğumuz hala Sosyalizmden vazgeçmemiş bu kibar yaşlı beyefendiye sormuştum:
“– Fahri ağabey, Aclan Sayılgan Karşıyaka’ya döndü, hatırlar mısınız onu?.. Şimdi gidip kapısını çalalım mı?..
Burma bıyıklı Fahri Petek, derin bir hüzne kapıldı, karanlık denize baktı:
“– Bu gelişimde, yani yıllar sonra Attila İlhan’ın kapısını çaldım. Hafif bir gülümsemenin dışında beni içeri buyur bile etmedi. Şimdi gidip Aclan’ın kapısını çalsam, boynuma atılıp göğsümde ağlayacağını iyi biliyorum. Ama artık böyle buluşmalara dayanacak kalbim yok.. Konuk kaldığım eve gideyim daha iyi.. Her şey geçmişte kaldı..”
Fahri Petek’in bu sözleri bana büyük bir ders vermiştir.. Moleküler Biyoloji alanında ünlü bir bilim adamı olan, Vietnam, Küba gibi ülkelerde de görevler yapan Prof.Fahri Petek Bey’i, 24 Aralık 2010 günü Paris Paul Brousse Hastanesi’nde 88 yaşında kaybettik.. 3 Ocak 2011 günü 12.15’te Pere Lachaise Mezarlığı’nda kendisine bir veda töreni düzenlendikten sonra, Maumejan Salonu’ndaki krematoryumda cesedi yakıldı.. Uğur Hüküm, Cumhuriyet gazetesinde ardından hüzünlü bir yazı yazdı. Kızı Gaye Petek’e başsağlığı diledim.. Külleri herhalde Seine Nehrine serpilmiştir…
Gelelim Aclan Sayılgan’a..
Bendeki iz bırakan Aclan Sayılgan yukarda anlattığım kişidir. Özellikle “Kabahat Kimde? – Çehreler” kitabı, bizim ülkemizde yazılan en içten, en analitik, anti-Stalinist kitaptır. Kapitalizmi veya sağcılığı değil, Demokratik Milli Sosyalizmi işaret eder..
Ama bir başkası çıkar da, bir başka Aclan Sayılgan da vardır, sen yanılıyorsun derse, o söze de saygı duyarım. Çünkü gerçeğin birçok yüzü vardır, herkese göre değişebilir.
Dilerim, Aclan Sayılgan şimdilerde öte alemde, “Sultan Galiev Komünü”nün saygın bir üyesi olarak sonsuz huzura kavuşmuştur.
Muammer Ketençoğlu ve Nihat Genç
Kitap Fuarlarımıza geri dönelim..
Yine “Muammer Ketençoğlu” ile tanıştığım fuar gününü hatırlıyorum. İlk konuşmamızda bin yıllık dost gibi kaynaştık. Ne kibar, ne güzel bir insandı. “Ege Türküleri” konusunda yardım istemişti. Sevdim onu.
Aynı gün, her Perşembe mutlaka aldığım Leman dergisinin silahşör yazarı “Nihat Genç”in ayağına ben gittim. Leman açıkhava standında, yazar-çizer takımı arasına oturmuş, önüne gelen binlerce ideolojik soru soran uzun saçlı, kulağı küpeli aklıevveller ile uğraşıyordu.
Kuyruğa girdim, vardım yanına, “Gardaş geçende bir Sultan Galiev yazısı yazdın, helal sana” diye ona sarıldım. Yerinden kalktı, önünü ilikledi, o da bana sarıldı. Benim gibi bir ihtiyarı bilinçlendirdiği için gururlanmıştı herhalde..
Sultan Galiev’i, daha 1970’lerde Attila İlhan el yordamı ile yeni yeni Beningsen’in Fransızca kitaplarından öğrenirken, 1960’larda İstanbul öğrenci yurtlarında, (cebimde Aclan Sayılgan’ın “Galiev” kitabı ile Doğan Avcıoğlu’nun “Asyada Marksizm ve Milliyetçilik” kitabı olmak üzere), kalabalık koğuşlarda Galiev üzerine seminer yaparak, Lenin’in silah arkadaşı bu Asyalı Tatar Marksisti kitlelere anlattığımı, nereden bilsin bizim sevgili Nihat Genç?..
Nihat’a yan bakanı, yakarım haaa! O bizim Trabzonlu hırçın evladımızdır!. O da bir Galiev’cidir…
ÖNEMLİ NOT:
Sultan Galiev teorilerini daha iyi anlamak ve yukarıdaki makalemizi daha derinden kavramak için aşağıdaki kitaplar mutlak okunmalıdır..
-
V.İ.Lenin – Ulusal Sorun ve Ulusal Kurtuluş Savaşları- Sol Yayınları, 1993
-
Lenin’in Ulusal Sorun Teorisi ve Sovyet Rusya’daki Uygulaması (Mehmet Karaahmetli) – Toplum Yayınevi, 1976.
-
V.İ.Lenin – Ulusların Kaderlerini Tayin Hakkı – Sol Yayınları, 1992.
-
J.Stalin – Milli Mesele – Evren Yayınları, 1972.
-
J.V.Stalin – Proletarya Devrimi Çağında Milli Mesele – Aydınlık Yayınları, 1977.
-
Sosyalizm ve Ulusallık – Horace B.Davis – Belge Yayınları,1991.
-
Ulusal Sola Teorik Katkı – Hakan Reyhan, Örsan Şenalp, M.Gürsan Şenalp, Yiğit Akın – Ulusal Dergisi Kitaplığı (7) – 1999.
-
Müslüman Komünistler (Petrograd – Kazan 1917-1918) – Emel Akal – İletişim Yayınları, 2020.
-
Türkiye’nin Mazlum Amele ve Rençberlerine – Mustafa Suphi – Aydınlık Yayınları, 1976.