“Komünizm” Limanı -1

Türkiye Komünizmi’nin önderlerinden ve “Atatürk ve Komünizm” kitabının yazarı Rasih Nuri İleri anlatıyor:

Gazi Paşa, daima Emperyalizme direndi…

Birkaç yazıdır , Kemalizm gemimiz bazı limanlara uğradı.. Türklük, İktisat, Kalkınma gibi limanları geride bıraktık.. Önümüzde Komünizm limanı var. Oraya da uğrayacağız.. Emperyalizme karşı gerekleştirilen Türk Kurtuluş Savaşı esnasında Anadolu’ya destek veren tek adresin Sovyetler Birliği ve komünistler olduğunu hiç unutmadan..

Bu yazımızda şahsi yakın dostum Türkiye Komünizminin simge isimlerinden rahmetli Rasih Nuri İleri’yi de parantez içinde önemle anlatacağım.

Çünkü..

Çünkü, Atatürk’ün kurduğu Kemalizm temelli partiyi, Emperyalizme, ABD’ye, Emperyalizmin aparatı PKK örgütüne ve HDP’ye (Yeşil Sol Parti), küreselcilere, batıcı liberalizme, NATO’ya, gerici minik partilere ve sonunda eski ülkücü politikacılara muhtaç hale getirenlerin dışında kalan gerçek Kemalist insanlarımıza tarihi müttefiklerini nerede aramaları gerektiğini hatırlatmak istiyorum..

Önce Atatürk’ün kurduğu komünist partiyi anlatalım..

Sonra adım adım gidelim..

Yolumuz uzun.. Yolumuz çetrefilli..

ATATÜRK’ÜN KURDUĞU KOMÜNİST PARTİ

Türkiye Komünist Fırkası (TKF), Ulusal Kurtuluş Savaşı döneminde, 18 Ekim 1920’de Atatürk’ün emriyle kurulmuş siyasi partidir. “Resmî komünist partisi” olarak da bilinir. 18 Ekim 1920 tarihinde kuruldu. Genel Başkanı Hakkı Behiç Bayiç idi. Kapanış tarihi Mart 1921 idi. Merkezi Ankara oldu..

18 Ekim 1920: Türkiye Komünist Partisi (TKP) Bakü’de yapılan Kongre ile kuruldu. Sağda Mustafa Suphi, ortada genel sekreter Etem Nejat.

Atatürk’ün bu kararının önemli nedenlerinden biri, dış müttefiki olmayan Ankara Hükûmeti ile Sovyet Hükûmeti arasındaki yakınlaşmaydı. Bu dönemde Sovyet Hükûmeti, Kurtuluş Savaşı’nı silah ve cephane göndererek destekliyordu. Ayrıca yaklaşık bir ay önce Bakü’de kurulan Komintern’e bağlı (yani Sovyetler’in hakimiyetindeki) bir diğer Türkiye Komünist Partisinin (TKP) de önü kesilmek, ülkede artan Bolşevik sempatisi ve çeşitli sosyalizm eğilimlerini de böyle bir parti içerisinde denetim altına alınmak istenmişti. (Donald F. Busky (2002) – Communism in History and Theory: Asia, Africa, and the Americas. ISBN 0275977331).

Bu nedenle TKF’in kurulmasıyla birlikte mecliste Halk Zümresi ile temsil edilen Yeşil Ordu Cemiyeti dâhil, tüm Bolşevik, sosyalist ve komünist yapıların yasaklanıp tümü bu partiye katılmaya çağrıldı.

Partinin kurucuları arasında Tevfik Rüştü Aras, Mahmut Esat Bozkurt, Celal Bayar, Yunus Nadi, Kılıç Ali, Hakkı Behiç Bayiç, İhsan Eryavuz, Refik Koraltan, Eyüp Sabri Akgöl ve Süreyya Yiğit yer aldı. Görüldüğü gibi bunlar Atatürk’ün yakın adamlarıydı

Partinin genel sekreterliğini (umumî kâtipliğini) Hakkı Behiç Bey yapıyordu. Fevzi Çakmak, Ali Fuat Cebesoy, Refet Bele, İsmet İnönü, Celal Bayar ve Kâzım Karabekir de partiye katıldılar.

Yunus Nadi’nin Anadolu’da Yeni Gün gazetesi ise (şimdiki Cumhuriyet gazetesi) partinin yayın organı oldu.

Fakat Yeşil Ordu içindeki birçok İttihatçı kadro resmî partiye katıldıysa da, Yeşil Ordu / Halk Zümresi mensuplarından Nâzım Bey ve diğer bazıları ile birlikte Salih Hacıoğlu liderliğindeki Ankara’daki gizli komünist partisi mensupları, 7 Aralık 1920’de Türkiye Halk İştirakiyun Fırkasını (THİF) kurdular.

Ankara’nın kurduğu resmî komünist fırkası (TKF), Dünya komünist partileri enternasyonal kuruluşu Komintern’e üyelik için başvurduysa da kabul edilmedi. Bunun üzerine Atatürk yaklaşık üç ay sonra partiyi kapattı. Bu kararda bağımsızlık temelli bir Sovyet dostluğu öngörülmüştü..

TKP önderlerinden Rasih Nuri İleri bu gelişmeleri, Atatürk’ün ileri görüşlü bir bağımsızlık arayışında olmasına ve yine Emperyalizme karşı daha kararlı savaşabilme içgüdüsüne bağlamaktadır.

Bu parantez içinde benim özellikle dikkatimi çeken nokta şudur:

Gerçek komünistler de, gerçek Türkçüler de anti-emperyalisttir. Komünizmde Mustafa Suphi – Şefik Hüsnü – Nazım Hikmet – Mehmet Ali Aybar geleneği ne kadar anti-emper­ya­list ise; Türkçü doğrultuda, Ömer Seyfettin – Ziya Gökalp – Mustafa Kemal – Yusuf Akçura – İsmail Gaspıralı – Sultan Galiev – Neriman Nerimanov çizgisi de o kadar anti-emperyalisttir. Bu bakımdan ger­çek komünistler ile gerçek Türkçülerin çatışması anlam­sızdır ve sadece Emper­yalizm’in işine yarar. Hele hele Amerikancı libe­ral ümmetçiliğin ve Amerikancı bölücü Kürtçülüğün bu kadar azdığı günümüzde..”

Bunu kim söyledi?..

Bu saptamayı 2001 yılında Attila İlhan yaptı. Buradan hareket edip Stalin’e ve Sultan Galiev’e yani Doğu Türklerinin komünist önderi Mir Said Alioğlu’na geleceğiz, ama ancak gelecek yazımızda bu konuları sunabiliriz….

Şimdi oralara uzanmadan, “Komünist limanı” yazımıza devam edelim.

RASİH NURİ İLERİ AİLESİ İLE HATIRALARIM

1980’li yılların başında önce “Suphi İleri” geldi bizim köye.. Beni buldu ve hemen dost olduk. Sonra onu Dede’ye (Hayrettin Karademir) götürdüm. Yer soframızda hemen kendine yer ayrıldı. Sonra İstanbul’a döndü, eşi cefakar Mahmure ile biricik kızı Esin’i de aldı geldi. Kaynaştık… Hatta köy girişinde yol üstünde minik bir eski evi de satın aldılar.

Mahmure, ünlü şair Refik Durbaş’ın kız kardeşi idi, süper iyi bir insan, hamarat, cefakar ve fedakar bir eş ve cefakar bir ana…

Suphi, esaslı şair, inançlı komünist … Türkiye Sosyalizmi’nin gelmiş geçmiş en yiğit komünistlerinden, yazar Rasih Nuri İleri’nin oğlu…

Romantik, heyecanlı ve iyi ruhlu bir şairdi Suphi’cik…

Suphi’cik diyorum, çünkü öldüğü günden beri içim sızlıyor…

Bizim köyde güzel günler geçirdik… Dedim ya kaynaştık…

Suphi, İstanbul’da Galata’nın, Kuledibi’nin, Beyoğlu arka sokaklarının şairi idi… Onu ” Galata” şiirimle selamladım.. (Rasih Nuri İleri mahdumu merhum şair Suphi Nuri İleri’ye diye ithaf ettim, Paristanbul kitabımdan, 2013)

GALATA

korkutur topları papa’nın

çizmeleri tok vurur

kanlı korsan kaldırımlara

haç’ın gölgesi dualarında

tunç şövalyelerin

koşulur yalınayak sefere

kadırga, kalyon ne lazımsa

ganimet yakışır donanmaya

hilal’in gölgesi oruçlarında

kayıkçı leventlerinin

kimler geldi, kimler geçti

polonyalı prensler, rus kontesler

altınlar, pudralar ve yosmalar

galata kuyumcusudur levanten pera’nın

bankerler hiç şiir yazmaz ki

zamanla usta bir şair

damıttı kandilli şiirlerini

sever bu yokuşları, inleri, cinleri

sessiz konar serçe misali

ilhan berk’tir ismi

en nihayet son şairi çıkar gelir galata’nın

kah çan sesinde, kah mevlevi ayininde

kule’yi bekler, mahmure’yi bekler, şiiri bekler

serdar-ı ekrem’de dolaşır bir şair

bir ileri, bir geri

çıkar gelir laci bereli partizan

şu bizim suphi nuri ileri

balıklıova’nın demli çayını pek severdi

ve de tavşanlarını, minik serçelerini

Bu şiirimin sosyal medyada yayınlanmasından sonra bir iki yanıt geldi.

Yanıtlar:

Özgen Ergin: Nereden nereye Yaşar?… Suphi ile Kuledibi’nde tanışmış, İstanbul’a her geldiğimde görüşmüştük. Çok erken -ansızın- gitti.

Alev Maro Salarvan: Işıklarda uyuyordur eminim sevgili Suphi… Ve sevgili Mahmure’ye de buradan sevgiler.. Bizleri halâ unutmayan… Zarif ve güzel insan…

Evet önce Suphi’yi sevdik.. Sonra babasını tanıdık. Babası da köyümüze geldi. Konuştuk bu yaşlı komünist ile.. Babasını da pek sevdik.

Kuledibi’ndeki meşhur Doğan Apartmanında Rasih Nuri’nin eşsiz tablolarla dolu efsanevi evine konuk olduk. Babasını çok daha fazla sevdik.

Ondan “Atatürk – Komünizm sorununu” öğrendik. Öğrendiklerimiz hoşumuza gitti. Konuştuklarımızda aldığımız notları buraya aktaracağız. Pek bilinmeyen Atatürk’ün komünistliği konusunu aydınlatalım. Önce Rasih amca kimdi?

Rasih Nuri İleri kimdi?

28 Mart 1920’de Cenevre’de doğdu, 6 Aralık 2014’te İstanbul’da öldü. Osmanlı komünistlerinden Suphi Nuri İleri’nin oğlu idi. Haydarpaşa Lisesi (1939), İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi Matematik Bölümü (1943) mezunu. İstanbul ortaokullarında bir süre öğretmenlik yaptı. Adana Sendikalar Birliğini kurdu. Yeni Dünya ve Gün dergilerinde çalıştı. İmalat ve ticaretle uğraştı.

1962’de Türkiye İşçi Partisi’ne (TİP) girdi, Genel Yönetim Kurulu üyeliği görevinde bulundu. 1967’de partiden atıldı. 1968’de Demokratik Devrim Derneğini kurdu ve yöneticisi oldu, Mart 1970’de kurulan İstanbul İşçi Birliği Genel Başkanı oldu. “Atatürk ve Komünizm” isimli ünlü kitabını yayınladı (Anadolu Yayınları, 1970).

1973’de Haziran İşçi Hareketi gizli örgütü 1 numaralı sanığı olarak yargılandı, 17 ay tutuklu kaldı, sonra beraat etti. 1977’de İkinci TİP’e kaydoldu. Haziran 1990’da Türkiye Birleşik Komünist Parti kurucusu ve Merkez Komitesi üyesi oldu. Ocak 1992’de Boz Mehmet ve Şahap Bakırsan’la Genel Merkez’in sağ sapması üzerine istifa etti. 1992’de Sosyalist Birlik Partisi’ne girdi. Büyük Kongre’de Merkez Komitesi’ne seçildi. Türkiye Komünist Partisi (TKP) üyesi ve konferans delegesi oldu. 3 Kasım 2002 Genel Seçimlerinde TKP’den İstanbul adayı idi.

Rasih Nuri İleri 85 yaşında bildiri dağıtıyor..

Rasih Nuri İleri, 6 Aralık 2014 günü İstanbul’da hayatını kaybetti. İleri’nin tabutu Bebek Cami’nden Aşiyan Mezarlığına alkışlar eşliğinde omuzlarda taşındı. Bu arada İleri’nin tabutuna divan kurulu üyesi olduğu Galatasaray bayrağı da asıldı. İleri’nin cenaze namazına Beşiktaş Belediye Başkanı Murat Hazinedar, Türk Tarih Profesörü İlber Ortaylı, yakınları, sevenleri ve Türkiye Komünist Partili arkadaşları katıldı.

İleri, feodal-kapitalist düzeni daima eleştiren yazılarını Servet-i Fünûn, Yeni Adam, Ses, Gün, Markopaşa, Geveze, Karanlığa Işık, Emekçi dergilerinde yayımladı. Dr. Şefik Hüsnü ve arkadaşlarının çıkarmış oldukları Kurtuluş dergisini yeni harflerle basıma hazırladı (1977). 142. maddeye aykırı görülen kitap çevirileri nedeniyle birkaç kez tutuklanıp serbest bırakıldı

Kooperatifler (1945), Ekonomik Doktrinler (1945), Kapital (K. Marks’tan özet, 1965), Atatürk ve Komünizm (1969), Kurtuluş (1975), TKP Gerçeği ve Bilimsellik (1976), Mihri Belli Olayı (2 cilt, 1976), TİP’te Oportünist Merkeziyetçilik (1985), 27 Mayıs Menderes’in Dramı (1986), Türkiye İşçi Partisi’nde Oportünist Merkeziyetçilik (1986), Atatürk ve Komünizm – Kurtuluş Savaşı Stratejisi (1999) isimli kitapları kaleme aldı..

Atatürk, komünist miydi?..

Rasih Nuri İleri ile Balıklıova köyünde ve İstanbul Doğan Apartmanındaki dairesindeki ortamlarda yaptığımız konuşmalarda oğlu Suphi ile gelini Mahmure İleri’nin çok yakın arkadaşı olduğum için zorlu sorularıma büyük bir sabır ve tevazu ile yanıtlar verdi. Sorularım, Komünizm, Atatürk, Emperyalizm üzerinde yoğunlaşmıştı.. Teybim yine çalışsın, eşi bulunmaz güzel insan Rasih Nuri İleri konuşsun:

.. Gazi Mustafa Kemal Paşa, ölümüne kadar Emperyalizme karşı koymuş, yabancı sermayeyi yurttan kovmuş ve Sovyetler Birliği’ni doğal bir müttefik saymıştır. Bu yüzden Sovyetler, İstiklal Savaşı’nın sonuna kadar Anadolu’daki ölüm kalım mücadelesinde Mustafa Kemal’i desteklediler. Bunu günümüzün kemalistleri de, komünistleri de unutmamalı.. “Atatürk ve Komünizm” sorununun ilk maddesini böyle anlatalım.

Ancak Mustafa Kemal Paşa, işçi sınıfı örgütünün güç birliği tekliflerini (1919-1925), o sınıfın objektif ve sübjektif şartları yönünden değerlendirmiş, proletarya örgütünün tarihsel gelişmemize dayanan güçsüzlüğü verisi karşısında da bu güç birliğinde, yani Kemalist-Proletarya ittifakında bir yarar görmemiştir.

Buna delilim ise, Atatürk’ün tercihi ile, 1923 İzmir İktisat Kongresi’nde “Tüccar – Sanayici – Çiftçi –İşçi” ittifakına dayalı bir karma ekonomi tercihinin ortaya çıkmasıdır. Ancak bu ittifakın “Tüccar – Sanayici” ayağının, bir ulusal burjuvazi yaratabilmek için çok daha kayrıldığı, önem verildiği ve desteklediği açıktır. Devletçilik denen şey zaten, devlet yatırımcılığını teşvik etmek ve korumak çerçevesi içinde nihai amaç olarak milli bir kapitalizmi kurmak idi.

Ne yazık tır ki, bu tutumun bizi, kısa bir dönemde (yani kendisinden sonra) yeniden Emperyalizme bağımlı duruma düşüreceğini Mustafa Kemal Paşa hesaplayamamıştır. Bununla beraber iktidarın verdiği güce ve kendine uyulan geniş sevgi ve saygıya dayanarak bu geriye, yani gericiliğe ve Emperyalizme tutsaklığa gidişin hızını sağlığında devlet zoru ile durdurabilmiştir. Fakat İsmet İnönü dönemi de kapanıktan sonra, çok partili demokrasiye güya geçilmesiyle Kemalizm’in küçük burjuva devrimcisi lastiği patlamıştır.

Kemalist devrimin dayandığı sınıfsal ittifak, küçük burjuva kökenli asker sivil bürokrat zümreden ve eşrafın millici kısmından ibaretti. Bir de ortak Ermeni tehlikesine karşı Doğulu aşiret beyleri ile işbirliği durumu mevcut idi. İlk iki zümrenin önderliğinde başarılan Milli Kurtuluş Savaşını işçi sınıfı ve örgütü desteklemiş, sürekli savaşlar sonunda bitap hale gelen köylüler ise mücadeleye ancak düşman mezalimi karşısında veya askerlerin zoru ile katılmışlardır. Sonraları sosyal gerilimi frenleyecek olan bir unsur da Ermeni ve Rum mallarının paylaşılması şeklinde belirmiştir.

(…)

1920 yılında olayların zoruyla Mustafa Kemal Paşa’nın temsil ettiği asker-sivil küçük burjuva kökenli yönetici zümresinin öncülüğünde bir Anadolu Şura Devleti veya Sovyet Halk Cumhuriyeti kurulsaydı ağırlığını hissettirebilecek durumda bulunan, bilinçli ve örgütlü bir proletaryanın var olmaması, dahası devrimci teori ile yoğrulmuş bir işçi sınıfı partisinin olmayışı karşısında, böyle bir sosyalist etiketli rejim, yöneticilerin bütün iyi niyetlerine rağmen, olsa olsa bir tür “Devlet Sosyalizmi” şeklini alırdı

Yine de padişahlığı, saltanatı, monarşiyi, hilafeti, gerici tüm kurumları bir çırpıda silip süpüren, yerine batılı burjuva yaşamına dönük ileri hamleleri gerçekleştiren bir kemalist rejim tam bu noktada ilerici ve kendine özgü tam devrimci sayılabilir. Daha ötesi, yani sosyalizme ulaşmak 1920’lerde belki onlardan beklenebilirdi, ancak günümüzden geriye baktığımızda bunun bir anlamda imkansız olduğu görülmektedir.

(…)

Sosyalizme ülkemizi kemalistler değil, sosyalistler kavuşturmalıdır. Teori bunu anlatır bize. Milli Demokratik Devrim aşamasında işbirliği kaçınılmazdır, ama hepsi o kadar.. Bir başkası bize sosyalizmi armağan etmez.

(..)

Mustafa Kemal’in gerçekçiliğini belirtelim önce. Sonra “komünist olmuş muydu, sosyalist miydi?..” sorularına cevap verelim. Kesin olarak hayır.. Kurtuluş Savaşımızın asker kökenli lideri, hiçbir dönemde içten biçimde ne komünist, ne de sosyalist olmuştur.

Zaten ne kadar çok okusa, birikimi olsa, kuzeyindeki Bolşevik devriminden haberli olsa bile, sosyalizm konularında tutarlı bilgisi yoktu, olması da gerekmez zaten. Paşa için bunlar teorik değil, pratik konulardır. Paşa, komünist yönlü bazı yazılar yazmış, demeçler vermiş, hatta yakın arkadaşlarına komünisti isimli bir parti kurdurmuştur, daha da ileriye giderek 3.cü Enternasyonel’e yani Komünist Enternasyonal’e, daha doğrusu Komüntern’e üye olunması için müracaatta bulunmuştur.

Ama bütün bu belgelere rağmen içten bir komünist hiçbir zaman olmamıştır. Paşa’nın tek derdi ülkesinin bağımsızlığını sağlamak konusuydu. Bu yolda her türlü görüntüye girebilirdi. Ama o görüntüye teslim olmamıştır. Tek amacı Emperyalizmin defterini dürmektir. Bunda da başarılı oldu.

Bu yüzden biz komünistlerin daima ona saygısı vardır.”

Torunu Esin İleri onu anlattı

Sol gazetesinde 6.12.2015 tarihinde Volkan Algan, “Torunu Esin İleri ile konuştuk: Rasih Nuri İleri’yi hatırlamak…” başlıklı bir söyleşi yayınladı. Gazete giriş yazısında Rasih Nuri İleri’yi şöyle tanıttı okuyucularına:

.. Tek başına uzun yaşamış olmanın ne önemi var ki! Peki ya mücadele içinde geçen ve son anına kadar umudu yitirmeden örgütlü kalınabilmiş bir asırlık bir hayattan bahsediyorsak… Üstelik bu hayat insanlığın en hızlı çağında, 20. Yüzyıl’da, Türkiye gibi zor bir ülkede geçiyorsa. Saygı duymaktan başka ne gelir insanın elinden, örnek almaktan başka…

Hayatını kaybettiğinde TKP’nin en yaşlı üyesiydi. Torunu Esin İleri’nin deyişiyle hayranı olduğu, devrimci mücadeleye atılmasında büyük payı bulunan babası, komünist hukuk profesörü Suphi Nuri İleri’den tam 69 yıl sonra, dolunaylı bir 5 Aralık gecesi, onunla aynı gün ayrıldı aramızdan. 1 yıl oldu eski tüfeği kaybedeli…

Kolay çözümlerin, cin fikirlerin, kısa yolların her türlü ilkeyi ayaklar altına aldığı yüzer gezer bir siyaset piyasası karşısında, nasıl da onurla yükselir taviz vermeden ömrünü tek bir davaya vermiş olmanın erdemiyle o koca çınar….

Bugün daha fazla hatırlamalıyız Rasih Nuri’yi, daha fazla tanımalıyız, buna ihtiyacımız var. Biz de öyle yapmaya çalıştık ve Rasih Nuri için çok özel birisi olan, elinde büyüyen, onu çok iyi tanıyan ve son anına kadar hep yanında olan torunu sosyolog Esin İleri ile dedesi Rasih Nuri’yi konuştuk; Bazen duygulanarak, bazen tebessümle ama çokça saygı ile anarak…”

Dedem ve ben..

Sol gazetesi, dedesi ile ilgili bir çok soru sordu sosyolog ve bir yayınevinde çalışan Esin İleri’ye.. Uzun yanıtlar içinde can alıcı bölümleri sunalım:

.. Aramız çok iyiydi, dede torun ilişkisinin dışında daha çok arkadaş gibiydik. Klasik bir dede-torun ilişkisi değildi sanıyorum bizimkisi, bir tür aşk vardı aramızda, sevgi demiyorum bakın. Elele uzun süre oturduğumuz olurdu bazen, birbirimizi çok kollardık, düşünürdük.

(…)

İkimizin de tutkusu kitaplar tabii, ben bir kitapçıya gittiğimde ya da okul için Fransa’ya gittiğimde onun ne isteyebileceğini düşünüp ona kitap taşırdım, o da benim ilgilimi çekebilecek bir şey gördüğünde alıp getirirdi.

Çok konuşur, tartışırdık. Üniversitede üç seneye yakın beraber yaşadık. Ailem aynı apartmanda olmasına rağmen dedem ve babaannemle yaşamayı tercih ettim ben. Dedemlerin kütüphaneli oturma odasında küçük bir yatak vardı, orada yaşadım. Dolayısıyla bir ev arkadaşlığımız da vardı.

(…)

Bazı geceler dedem sabaha kadar çalışırdı. Bir kitaba başladığında bitirmeden asla bırakmazdı mesela. Hattâ bazen “çok kötülük yaptın bana Esin, perişan oldum, getirdiğin kitap çok ilgimi çekti, sabaha kadar okudum, uykusuz kaldım” derdi.

Çok disiplinli çalışırdı ama bu çalışmanın gün içinde bir saat programı anlamında karşılığı yoktu. Çalışması ne zaman biterse o zaman uyurdu. Gün içinde 10-15 dakika uyurdu, sonra uyanıp çalışmaya devam ederdi. Öyle küçük uykularla gücünü toparlardı.

Kahvaltıdan sonra çalışma odasına girerdi, öğle yemeği yemezdi. Çay-kahve falan götürmezseniz bir şey istemez, akşama kadar hiç odasından çıkmadan çalışırdı.

Çok çalışkan, disiplinli ve titiz biri olduğunu biliyoruz… Son anına kadar da üretmekten geri kalmadı. Türkiye’de pek görmeye alışık olmadığımız, birinci el kaynakları bulup çıkararak sol tarihimizin literatürüne eşsiz katkılar yaptı. Belgeye çok önem veriyor, belgesiz yazmayı sevmiyordu. Arşivciliği zaten dillere destan. Ama bir konuyu eksik mi bıraktı acaba diye de düşünmüyor değilim, hatıralarını yazmadı mesela ki anlatacağı çok önemli şeyler olduğuna eminim.

Dediğin gibi belgeye, yazdıklarını belgeye dayandırmaya çok önem verirdi. Belgesiz yazılanlara, atıp tutmalara, gerçeklerin tahrif edilmesine çok kızardı. Yanlış belge kullanımından ya da belge kullanılıyormuş gibi yapılıp olayların çarpıtılmasından çok rahatsız olurdu. Kendi işine gelmeyen bir olayda bile gerçeğe yaklaşımı değişmezdi.

(…)

Zaten bildiğiniz gibi kendini öne çıkarmayı hiç sevmezdi, herhalde o kuşağın bugüne kadar edindiği mücadele kültürü ile ilgili bir şey bu. Siyasi mücadelesi, onun tarihine yaptığı katkılar hep daha önemliydi, “benim meselem önemli değil” veya “ölmeden yapmam gereken bir sürü şey var, aklımda daha 2-3 kitap var, onlara vakit ayırmam gerekiyor” derdi.

(…)

Dedemin babası İstanbul Üniversitesi’nde hukuk profesörü. Ama Atatürk ile arasında bir tartışma çıkıyor, malum o da komünistti. Atatürk birgün “Şu saatte gelip Suphi’nin dersine gireceğim, beni beklesin” diyor, o da “beklemem” diyerek çıkıp gidiyor. Sonra üniversitedeki görevi bitiyor tabii. Galatasaray’da bugün Yapı Kredi’nin olduğu binanın yanındaki handa bir yazıhane tutup avukatlık yapmaya başlıyor.

Büyük dedemin Atatürk ile ilişkisi eski aslında. Lozan tartışmaları sırasında Atatürk “benim adıma git bir bak, gözüm kulağım ol” diyerek resmî bir görevi olmamasına rağmen gönderiyor onu, dedem de bu yüzden Cenevre’de doğmuş. Birkaç ay sonra İstanbul’a geliyorlar; çocukluğu da Yeniköy’de geçiyor.

Dedemin annesi Leyla Dino beş kardeş. Kardeşlerin en büyüğü karıkatürist Ali Dino, en küçüğü ressam Abidin Dino. Ali dayımın Yunanistan’da doğup büyüyen kızı Saffet halam var, ama dedem İstanbul’daki kalabalık bir ailenin tek oğlan çocuğu olarak el üstünde büyüyor.

(…)

Babasıyla çok özel bir ilişkisi var, büyük hayranlık duyuyor. Söylemiştim, büyük dedem hukuk profesörü, kooperatifçilik üzerine yazdığı kitabı da var. Onu mesela beraber yazıyorlar. Yalnızca yazılanları temize çekmekten bahsetmiyorum, büyük dedem Suphi Nuri yazdıklarını dedeme okutuyor, fikirlerini soruyor. 14-15 yaşındaki dedemle tartışarak, sen ne düşünürsün diyerek yazıyor kitabı. Dedem kitaba katkısı olduğunu söylerdi.

Şair Suphi Nuri İleri

Büyük dede Suphi Nuri’nin komünist olmasının dedemin siyasete girmesinde, kendine çizdiği yolda doğrudan ilgisi var tabii, onu kendine rol model olarak alıyor çünkü. Ikisinin de ayni gün, yani 5 aralik’ta ölmelerinin de bu bağlamda güzel bir tesadüf olduğunu düşünüyorum.

(…)

Büyük dedem Tan Baskını’ndan birkaç gün sonra kalp krizinden ölmüş ve ailenin bütün yükü tek çocuk olarak dedeme kalmış. O ara matematik okuyor. Mezun olduktan sonra bir süre Eyüp Lisesi’nde matematik öğretmenliği yapıyor. Sonra çevirmenlik yapmış, İETT’de çalışmış, bir arkadaşıyla asansör şirketi kurmuş… Sonra yayıncılık işine girip kendi yayınevi olan Anadolu Yayınları’nı kurmuş. Hattâ Henri Lefebvre’in meşhur Lenin’in hayatı ve eserlerini çevirip yayınladığı için müebbetle yargılanmış. Uzun süre hayatını yayıncılıktan kazanmış.

(…)

Mesela ilkokulda öğretmen tüm sınıfa tek tek sordu, hani çocuklarla yeni tanışınca sorarlar ya işte baban ne iş yapıyor falan diye, normal bir diyalog yani. Biri doktor diyor, diğeri avukat… Bana sorduğunda “komünist” yanıtını vermişim. Ertesi gün tabii annem babam bütün aile müdürün odasındayız. Ben hatırlamıyorum da annem anlatıyor. Müdür uyarmış bizimkileri, “Sizin çocuk böyle şeyler söylüyor, dikkat edin” diye.

(…)

Benim çocukluğum dedemlerle geçti. Annem ve babamdan daha çok onları görüyordum. Çünkü annem Mahmure İleri, o zaman Cumhuriyet gazetesinde çalışıyordu, babam Suphi İleri, Ana Britannica Ansiklopedisi’nde araştırmacı kadrosundaydı. Okuldan dedem alıyordu ve bütün öğleden sonramı dedem ve babaannemle geçiriyordum. Akşam çok geç geliyordu ailem, ben çoktan uyumuş oluyordum. Hafta sonları da çalışıyorlardı zaten. Ben dedem ve babaannemin elinde büyüdüm diyebilirim.

Sessiz bir ortamda büyüdüm. Sürekli kitap okunan bir evdi. Ve tabii hep büyüklerle beraberdim. Evde sürekli gördüğüm insanlar vardı: Şoför İdris, Boz Mehmet, Şahap Bakırsan. Ve ben küçücük bir kız olarak hep onlarla oturuyor, konuşmalarını dinliyordum. Öyle 30-40’lı yaşlarında bile insanlar yoktu çevremde. Hep dedemin akranlarıyla beraberdim.

(…)

Evden eski tüfekler eksik olmuyordu, birbirlerine çok bağlıydılar bir kere. Ama onların ilişkisinin şimdi bize biraz garip gelebilecek tarafları da vardı. Mesela bir gün annem kapının önünde Şoför İdris, Boz Mehmet ve Şahap Bakırsan’ı görmüş. Hava buz gibi ama bakmış aşağıda bekliyor, yukarı çıkmıyorlar. Neden eve çıkmadıklarını sorduğunda, saat 14:00 için randevulaştıklarını, buluşma saatine daha sekiz dakika olduğunu söylemişler. Ve tam saat 14:00’te kapıyı çalmışlar.

(…)

Kimler kimler gelip giderdi Rasih Nuri’nin evine.. Eski TKP’li arkadaşları tabii, genel olarak sol mücadele içinde olan insanlar, gazeteciler, gençler. Onların dışında ressamlar, sanatçılar, hatta tez yazanlar çok gelirlerdi danışmak için. Bir de çat kapı gelenler olurdu. İşte duymuşlar mesela oturduğu yeri, “merhaba sizinle görüşmeye geldim” diyen çok oluyordu.

(…)

Tavana kadar kitaplarla dolu… Sadece çalışma odası falan da değil, salon, yatak odası her yer kitap doluydu.

(…)

Tehlikeli bir tarafı da var aslında bu merakının. İllegal mücadele dönemlerinden itibaren bayağı riskli şeyleri de saklamış çünkü. Belki kendisine “imha et” diye verilen belgeler de var içinde. Partinin verdiği emri belki de sadece bu istisnada dinlememiş. Ama hem polisten kaçırmayı başarmış, hem korumaya almış ve bugüne kadar ulaşmasını sağlamış.

Aynen öyle. Kâğıtları saklayabilmek için de şöyle bir yöntem geliştirmiş, belgelerin yakıldığı izlenimini verebilmek için evde düzenli olarak kâğıt yakmış. Daha sonra kendisini takip ettiğini bildiği polislerin “Biz hiç basmayı düşünmedik Rasih Nuri’nin evini, çünkü sürekli kâğıt yakılıyordu” dediklerini duymuş.

(…)

Önem verdiği konularda hep çok ciddiydi; Parti meselesi olsun, siyaset olsun, tarih olsun… Kendi araştırma alanlarında durmadan, ara vermeden, yoğun çalışırdı. Uzun günler, saatler, haftalar boyunca çalışırdı. Büyük emek ve mesai harcardı.

(…)

Geleceğe dair ümidini hiç kaybetmedi. Kaybetmek söz konusu değildi zaten onun için. Düşer düşer kalkarız diye düşünürdü. Varoluşsal bir şeyden bahsediyoruz, öyleydi o kuşak. Partili, örgütlü mücadele etmenin getirdiği bir özellikti bu onda. Sinirlendiği, kızdığı, üzüldüğü tabii oluyordu ama kaybetmek, ümidini kaybetmek gibi bir şey söz konusu olamazdı. Hep ne yapılabilir diye düşünürdü, nasıl daha iyi örgütlenilebileceğini, başka nelerin denenebileceğini tasarlardı.

Mesela bana hep partisiz komünist olunamayacağını söylerdi. Ben sosyalizm, komünizm üzerine ilk defa bir şeyler okumaya başladığımda, “sen komünist misin” diye sormuştu. Ben “bilmem, öyle diyebilir miyim?” gibi bir şey deyince de “diyemezsin, partili olmadan komünist olunmaz” demişti. Parti, örgüt çok önemliydi onun için.

(…)

İlkokulda “baban ne iş yapıyordu” sorusuna “komünist” yanıtını veren bir çocuk başka ne çalışabilirdi ki zaten… Galatasaray Üniversitesi’ni bitirip Paris’te Ecole de Hautes Etudes en Sciences Sociales’de Sosyoloji alanında yüksek lisans yaparken, 1980 öncesi mücadele eden kuşakta cezaevi sürecinin siyasi kimlikler üzerine etkisini inceledim. Doktora tezinde ise yine aynı okulda 68 Kuşağının çocukları ile politik ilişkisi hakkında çalışacaktım aslında, biraz da kendi yaşamımdan yola çıkarak.. Ve şimdi Gezi direnişi üzerine çalışıyorum.

Dedem tez konularımı okurdu, beğenirdi de ama dedim ya, hiç öyle çok beğendiğini belli etmezdi. Bir taraftan da sosyolojiye çok önem vermezdi, hukuk okumamı çok isterdi. Hem babasının hukukçu olması hem kendisinin aslında ileri yaşlarında parti göreviyle girdiği hukuk fakültesini üç yıl sonunda yarıda bırakmak zorunda kalması nedeniyle herhalde. Babam Mustafa Suphi’nin de hukukçu olmasını çok istemiş, ama babam da siyasi nedenlerden dolayı liseden atıldığı için üniversiteye gidememiş.

(…)

Bugünden bakıldığında kitaplarla ilişkisi “hastalıklıydı” diyebiliriz. Mesela, 30 bin kitap arasından hangi kitabı arasa, anında bulabiliyordu, hangi rafta, hangi sırada olduğunu ezbere biliyordu. Bana hâlâ çok şaşırtıcı geliyor. Yüz hafızası yoktu ama ad-soyad, hangi yıl nerede partiye girmiş hepsini ezbere bilirdi. Bir de elinden alırdı beğendiği kitapları, bu benim olsun sen kendine yenisini alırsın, derdi… Tabii verdiği kitapları da unutmazdı!

(…)

Kimseyle kurmadığı bir ilişkiyi kurmuştu benimle. Babamların bile daktilosuna dokunmaya izni yokmuş, benim ilkokulda çekilmiş bir fotoğrafım var mesela, hatırlıyorum, orada kucağına oturmuşum, tak-tak vuruyorum daktilosuna. Bu büyük bir taviz Rasih Nuri için… Çalışma odasına girebilirdim, el yazmalarına bakmaya iznim vardı. Dedemin hayatında çok ayrıcalıklıydım..”

OKUMA PARÇASI -1

Atatürk komünist miydi?

Soner Yalçın – 14 Aralık 2014

Sosyalizme adanmış bir ömür… Geçen hafta hayatını kaybeden Rasih Nuri İleri, 94 yıllık yaşamının 75 yılını sosyalist olarak yaşadı. Kemalist Devrimi ve Jöntürk devrimciliğini sahiplenen İleri, “Atatürk ve Komünizm” kitabında Atatürk’ün siyasal görüşünü ele aldı.

Atatürk’ün, politik görüşü neydi?

Atatürk komünist miydi?

Önce komünist olmuş sonra mı vazgeçmişti?

Rasih Nuri İleri bu eserinde, Mustafa Kemal Atatürk’ün siyasal görüşünü ele aldı. Rasih Nuri İleri bir komünistti. Peki ya Atatürk? Kitabından özetleyerek aktaracağım…

Osmanlı Sosyalist Partisi ve Osmanlı’daki sol hareketlerinin tarihi; Atatürk’ün gençlik yıllarına kadar uzanmaktadır. Bu hareketlerin bir kökü; Avrupa’ya kaçan Jöntürkler’in liderlerinden Dr. Refik Nevzat’ın başta Fransa olmak üzere Avrupa’daki sosyalist ilişkilerine bağlanır. Diğer kökü ise Osmanlı Devleti’ndeki Türk olmayan gruplara dayanır.

Örneğin… Engels “Komünist Beyannamesi”ne 1890’da yazdığı önsözde, bu eserin Ermenice çevirisinin 1887 yılında İstanbul’da yayımlandığını belirtmektedir. Bulgar, Yunan, Ermeni, Yahudi Osmanlı vatandaşları arasında, hatta 1877 Meclisi Mebusan’ında “sosyalist” kişilere rastlanmaktadır.

Mustafa Kemal Paşa bu akımlarla-kişilerle ilişki kurmamıştır. Osmanlı Devleti’nin bulunduğu çıkmaz karşısında daha çok pratik çıkış yolları aramaktadır.

Bolşevik Devrimi rüzgarından herkes gibi Mustafa Kemal de etkilendi. Kazım Karabekir, İstanbul’da iken kendisinin ve Mustafa Kemal’in “Bolşevik olma yolunda bulundukları”nı yazdı. Keza… Teşkilat-ı Mahsusa ve MM Grubu Başkanı Albay Hüsamettin Ertürk’ten naklen yazılan hatıratta; Mustafa Kemal’in Samsun’a varışından sonra Havza’da geçirdiği 22 günlük dönemi Bolşeviklerle temas olayına bağlar. Havza’ya gelip Mustafa Kemal ile görüşen Sovyet heyetinin başında bir süvari albayı bulunmaktaydı.

Ertürk’e göre aralarında şöyle bir konuşma geçti:

Paşa Hazretleri, Anadolu’da kurulacak hükümet için nasıl bir rejim düşünüyorsunuz?

Sovyetler’in yani Şuaralar Cumhuriyetine benzer bir hükümet tarzını düşünüyoruz… Yani Bolşevikliğin prensipleri üzerine kurulmuş bir cumhuriyet, değil mi generalim? Öyle olacak, devlet sosyalizmi dersek daha doğru söylemiş oluruz.

Rasih Nuri İleri’ye göre Atatürk komünist yönlü bazı yazılar yazdı; demeçler verdi; hatta yakın arkadaşlarına komünist isimli bir parti kurdurdu ve daha ileriye giderek III. Komünist Enternasyonal’e, yani Komintern’e üye olunması için müracaatta bulundu. Fakat sosyalist-komünist olmadı. Mustafa Kemal sadece dünyadaki güçler dengesi bakımından kurtuluşumuza yardımcı olabilecek, ortak düşmanla savaşan tek güç olarak Sovyet Rusya’sını gördü ve bu yüzden ona yaklaştı.

İleri’ye göre, İnönü veya Sakarya’da ordularımız yenilseydi Mustafa Kemal’in bu yolu seçmesi zorunlu olacaktı. Sabahattin Selek’in “Anadolu İhtilali” kitabında yaptığı tespite göre, komünist sistemin tatbikatta başarılı olabileceği hakkında Mustafa Kemal Paşa’ya tam bir güven gelmemişti. Türkiye’nin sınıfsal yapısı ve dönem şartları buna uygun değildi.

Rasih Nuri İleri, Mustafa Kemal’in, bir Bolşevik rejimi kurmayı hesapladığı ancak bazı rastlantılar sonucunda bunun tehlikeli olacağını gördüğü tespitinde bulunuyor. İleri’ye göre, Atatürk gücünün sınırlarını çok iyi biliyordu; büyük bir gerçekçiydi. Her attığı adımda ne yapabileceğini, nereye kadar gidebileceğini gayet iyi hesaplayan bir kurmaydı.

O, hayatı boyunca Marksizmin ünlü formülünü doğal olarak uyguladı: “Özgürlük zorunlulukların bilinmesinden ibarettir!” Politikada en beklenilmedik hamleleri yaptığı, herkesi şaşırttığı zamanlarda bile Atatürk için ölçü; zorunlulukların, olanakların, sınırların gayet iyi hesaplanmasıydı.

Rasih Nuri İleri, bir diğer tespitinde, “Atatürk zorunda kalsaydı bir sosyalist rejimi kurardı; ancak kendisi kurardı” diyor: Lenin’in öngördüğü proletarya devrimini hiçbir zaman kabul edemezdi. Devrim olacaksa, onu kendi kadrosu ile gerçekleştirirdi. İleri, bir önemli konunun da altını çiziyor: Atatürk sosyalist değildi ama karşısında da değildi. “Din, iman düşmanı Bolşevik”, “geleneksel düşman Moskof” gibi demagojileri bir tarafa attı.

Atatürk’ün döneminde Sovyetler Birliği aleyhinde yayında bulunmak yasaktı. İlişkiler çok iyiydi. Örneğin, Atatürk sipariş ettiği “Ankara Anadolu’nun Kalbidir” filmini bile bir Sovyet rejisörüne, Sergei Yutkeviç’e çektirdi. Filmde bol bol orak-çekiç amblemleri görüntüsü vardı. İstiklal Marşı’nın yanı sıra Enternasyonal çalıyordu. Hatta bu filmin yapılmasından sonra Atatürk, (Rasih Nuri İleri’nin dayısı) Abidin Dino’yu 1934’te sinemacılık tahsili yapmak üzere Rusya’ya gönderdi.

Peki sonra ne oldu?

Atatürk döneminde genellikle sol yayınlar ve sosyalist partiler serbest idi. İngilizlerin Musul’u bize vermemek için kışkırttıkları Şeyh Sait ayaklanmasından sonra rejim sertleşince diğer bütün akımlar, örgütler ve yayınlarla birlikte sol da yasaklandı. 1925’ten Atatürk’ün ölümüne kadar, (pek kısa “Serbest Fırka” sondajı dışında) her türlü parti ve örgüt kurmak yasaktı. Mason derneklerinden Türk Ocakları’na, işçi derneklerinden tekkelere kadar CHP kontrolü dışındaki her türlü politik ve hatta kültürel teşekküle izin verilmedi.

Ancak…

Atatürk’ün ölümüne kadar yine de, genel anlamda sol yayınlar ve çeviriler serbestti. 1932-1936 arasında her kitap çevrilebiliyordu; her türlü kitap yazılabiliyordu. Örneğin, Rasih Nuri İleri’nin babası Suphi Nuri İleri’nin çevirip özetlediği Marx’ın “Kapital”i basıldı; Lenin’in “Devlet ve İhtilal” gibi kitapları yayımlandı. (Suphi Nuri’nin 1936’da yazdığı bir diğer kitabı “İspanya’da Sınıf Savaşı” idi.)

Bir önemli detay ise Nazım Hikmet’in ders kitaplarına girmesiydi! Rasih Nuri İleri bir ilginç tespitte bulunuyor: Yasak olan sol örgütlere verilen cezalar Atatürk yaşarken şaşılacak kadar azdı. Biliyoruz ki Atatürk döneminde -kimi Atatürk’ün yakın arkadaşı da olan- eski İttihatçılardan asılanlar oldu.

Keza… Dinciler asıldı. Bölücüler asıldı. Ancak idam edilen ya da aşırı ağır cezaya çarptırılan sol eğilimli tek bir kişi yoktu. 1920-1921 yıllarında bulanık su komünistlerinden Türk Mebusu Nazım Bey ve arkadaşlarından, İstiklal Mahkemesi’ne verilenler hüküm giydikten dört ay sonra affa uğradı. 1925 tevkifatında hüküm giyen Aydınlık dergisi grubundan Dr. Şefik Hüsnü gıyaben 15 yıla mahkum oldu; ancak ceza maddesi kalkınca cezası bir yıla indi.

1927’de TKP’nin başında olan ve yurda gizlice dönen Dr. Şefik Hüsnü’yü ve bütün teşkilatı, Vedat Nedim Tör parti evrakı ile birlikte ele verdi. Davanın sonucunda Dr. Şefik Hüsnü 1925 cezası dahil edilmek üzere bir buçuk yıl hüküm giydi. Cezası tamamlanınca da isteği üzerine kendisine 1929’da pasaport verildi.

Vedat Nedim ile Şevket Süreyya Aydemir ise genel müdürlüklere atandılar. 1932 yılında KADRO dergisini çıkardılar. 1929-1932 yılları arasında komünistlikten hüküm giyenler en fazla 4’er yıl ceza giydi. Cumhuriyet’in 10. yılı için çıkarılan afla serbest bırakıldılar.

1933-1936 yılları arasında hüküm giyenler; 1936’da TCK’nın 141/142. maddeleri kabul edilip eski yasa iptal edildiğinde hapisten çıktı. Atatürk hayatta iken en büyük cezalar Harp Okulu ve Bahriye ile ilgili, Nazım Hikmet, Dr. Hikmet Kıvılcımlı’yı içine alan davada verildi. Atatürk ölüm döşeğindeydi. Kaldı ki bu davada hüküm giyen Nazım Hikmet ile Dr. Hikmet Kıvılcımlı bile ağır hapis cezalarına rağmen derhal şartlı olarak tahliye edildi. Atatürk’ün ölümünden sonra tekrar tutuklandılar.

Sosyalistlere, komünistlere düşmanlık Soğuk Savaş döneminde arttı. Nazım, Sultan Reşat’ın elinden düşürmediği “Mesnevi”yi dört cilt halinde Türkçe’ye çeviren; beş dil bilen Hariciye Nazırı Abidin Paşa’nın torunuydu.

Abidin Paşa Adana Valisi iken, kızı Nefise’yi Adana Vali Muavini Mustafa Nuri Bey’le evlendirdi. Prof. Suphi Nuri İleri (1887-1945) bu evlilikten dünyaya geldi. Rasih Nuri İleri’nin babası olan Suphi Nuri Bey, İstanbul Hukuk’u bitirip Fransa’da doktorasını yaptıktan sonra I. Dünya Savaşı’nda Cemal Paşa’nın karargahında istihbarat şube başkanı olarak çalıştı. Şam’dan ordu hazinesini kaçırıp Halep’te Mustafa Kemal Paşa’ya teslim eden askerdi. Milli Mücadele döneminde, İngiliz arşivlerine göre Atatürk’ün Avrupa’daki temsilcisi olarak gösterildi. Yurt dışından silah temin edip Anadolu’ya ulaştırıyordu. Lozan Konferansı’na katıldı.

Suphi Nuri İleri sosyalistti. Sosyalist Parti genel sekreterliği görevinde de bulundu. Yazdığı makaleden dolayı Elazığ İstiklal Mahkemesi’nde yargılandı. Beraat etti. Ama siyasete küstü. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi ile Yüksek Ticaret ve İktisat Fakültesi ve Maltepe Askeri Lisesi’nde ders verdi. Yazıları nedeniyle üniversiteden kovuldu! Kalbi, solcu Tan gazetesinin yağmalanmasına dayanamadı; 5 Aralık 1945’te vefat etti.

Rasih Nuri İleri’nin annesi Leyla Hanım, babası Suphi Nuri’nin annesi Nefise Hanım’ın, kardeşi Rasih Bey’in Saffet Gazi Turhan Hanım’dan dünyaya gelen Ali Ekrem, Ali, Arif, Abidin ve Ahmet Dino’nun kardeşiydi.

Tarih: 28 Mart 1920 Rasih Nuri İleri babasının Atatürk’ün özel temsilcisi olarak bulunduğu Cenevre’de doğdu. Tek çocuktu. Öğrenimini Galatasaray Lisesi, Haydarpaşa Lisesi ve İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi’nde yaptı. Lisede solcu; üniversitede (tarihçi Prof. Kemal Karpat ile) Marxsizmi araştırıp komünist oldu.

TKP’ye, 1942’de Ferit Kalmuk tarafından kaydedildi. TKP emriyle Esat Adil (Müstecablıoğlu)’nun yanında Yeni Dünya gazetesi ve Gün dergisinde gazeteciliğe başladı. 1946’da Dr. Şefik Hüsnü’nün kurduğu Türkiye Sosyalist Emekçi ve Köylü Partisi’ne babasıyla birlikte üye oldu. Partinin yan kuruluşu olan sendikalarda görevler üstlendi. Adana Sendikalar Birliği’ni kurdu.

1948’de solcu olduğu için Yedek Subay Okulu’ndan çavuş çıkartıldı! 1950’de Adana’daki Bossa’nın ilk sahibi tekstilci Salih Bosna’nın torunu, sefir Mehmet Ali Behlil’in kızı Bedia ile evlendi. (Bu evlilikten; Leyla, (şair Refik Durbaş’ın kız kardeşi Mahmure ile evlenen) yazar Suphi Nuri ve ressam Mehmet Can doğdu.)

1962’de TİP’e kaydoldu. 1. Kongre’de merkez komitesi üyesi oldu. 1967’de “aşırı solcu” olduğu gerekçesiyle ihraç edildi. 1968’de Milli Demokratik Devrim Derneği kurucusu; 1970’lerde İstanbul İşçi Birliği genel başkanı oldu. Yazı yazarak, çeviri yaparak hayatını kazandı. Çevirdiği kitap nedeniyle hapis yattı. 1973’te Haziran Hareketi gizli örgütü bir numaralı sanığı olarak gözaltına alındı; 27 gün işkence gördü; beraat etti. 1975’te 2. TİP’e kaydoldu. 1978’de ilk kez pasaport alabildi.

1990’da Türkiye Birleşik Komünist Parti kurucusu ve merkez komite üyesi oldu; 1992’de “Gorbaçov’un etkisiyle genel merkezin sağa sapması” üzerine istifa etti. 1992’de Sosyalist Birlik Partisi’ne girdi; merkez komiteye seçildi; sonra partinin sosyalizmden uzaklaşması üzerine istifa etti. 1994’te Birleşik Sosyalist Partisi’ne katıldı. Vefat ettiğinde yaşamı boyunca safında olduğu TKP üyesiydi. “Güneşi içenlerin” kuşağındandı; güneşe gömüldü…

OKUMA PARÇASI – 2

Engin Ardıç’tan 2 adet çirkin Rasih Nuri İleri yazısı:

Hepsi çınar maşallah..”

ENGİN ARDIÇ

SABAH – 08 Aralık 2014

Sabah gazetesi yazarı Engin Ardıç, son olarak Cumartesi günü 94 yaşında hayatını kaybeden Rasih Nuri İleri’yle ilgili çirkin bir yazı kaleme aldı. Sosyalizm mücadelesinin çınarlarından Rasih Nuri için “hayatını bir vehme kurban etmiş” koca bebek” ifadesini kullanan yandaş yazar, Mihri Belli ve Rasih Nuri için ‘tuhaf adamlar’ dedi.

Rasih Nuri İleri’nin ‘çınar’ olarak nitelenmesini kaldıramayan Engin Ardıç’ın yazısında şu ifadeler yer aldı:”İyi kötü herhangi bir alanda ‘temayüz’ etmiş ve yaşı da geçmiş herkese ‘çınar’ diyorlar… Bu bir Babıali zevzekliğidir.

(…)Geçen gün bir çınar daha devrilmiş. Yok, Talat Sait Halman değil, Rasih Nuri İleri. Yaşı doksan dört ya, ulu çınar. Köknar, ladin ya da selvi kurtarmıyor. Çınar olacak.

Rasih Nuri, 1942 yılından beri Türkiye Komünist Partisi üyesiymiş. Bu yüzden de büyük adam. Komünizm tarihe karışmış, bir ara ülkemize gelen SSCB Komünist Partisi eski birinci sekreteri Mihayıl Gorbaçov aleyhte gösterilerle karşılaşınca şaşırıp ‘Türkiye’de hâlâ komünistler mi var?’ diye sormuş, merhum hiç tınmamış.

1962 yılında Türkiye İşçi Partisi’ne ‘eski tüfek kontenjanından’ girmiş, 1967’de kovulmuş. Hiçbir komünist bunu sorgulamıyor.

Rasih Nuri hemen ertesi yıl Milli Demokratik Devrim derneğinin kurucusu… Mihri Belli’yle birlikte… Bunlar, TİP’e ters düşen ve Türkiye’de sosyalizmden önce ‘milli burjuva devrimi’ yapmayı düşünen tuhaf adamlar… Sol Kemalist sandıkları ordudan, “asker-sivil aydınlardan” medet umanlar…

Önce bir burjuva devrimi yapacaklar, sonra da milli burjuvazi (enayi olduğu için) iktidarı kendiliğinden bunlara devredecek… Deniz Gezmiş’in de başını böyle yediler, Sinan’ın da, Hüseyin’in de, Yusuf’un da, Mahir’in de, Ulaş’ın da, İbrahim’in de…

Hiçbir komünist bunu sorgulamıyor.

(…) Ulu çınar devrildi ha? Bütün orman devrilmiş, yanmış bitmiş kül olmuş, farkında değiller! Merhum, doksan dört yıllık upuzun hayatının hiçbir noktasında durup da ‘biz neyi nerede yanlış yaptık’ diye düşünmeyen, sonra da “boşuna mı çiğnedik biz bu yolları” diye ağlama kitapları yazan takımdan. Bunlar, Reşat Nuri’nin Damga romanında bir başka bağlamda söylediği gibi ‘hayatını bir vehme kurban etmiş’ koca bebekler…

Türkiye Komünist Partisi, son seçimde 49 milyon seçmenden 61 bininin oyunu aldı. Oy oranı yüzde 0.14 oldu… Yüzde 1 oy alsalar çok sevineceklerdi, ‘biz de varız’ diyeceklerdi, binde bir buçukta kaldılar.

Başları sağ olsun… Yok, Rasih Nuri öldüğü için değil, kendi yüzyılları, yirminci yüzyıl öldüğü için. Çeyrek asır gecikmeli bir başsağlığı oldu bu, çünkü yirminci yüzyıl 1991’de ölmüştü.” (İleri Haber)

Aristokrat komünizm

ENGİN ARDIÇ –

SABAH – 10.12.2014

Merhum Rasih Nuri İleri’nin ölüm ilanını okuyordum, meğerse Galatasaray’dan ağabeyimizmiş, bilmiyordum… Sultani’li bir komünist!

Başka bir şey daha dikkatimi çekti: Merhumun şeceresi.

“Demirtaşoğlu Umur Bey, Alkuş, Gazi Turhan, Aslanpaşa, Helvacızade ve Dino soyundan…”

Vay vay vay… Bir Osmanlı aristokratı!

Hani şu Cenevre’de yaşayıp Yeniköye’de yalı yaptıran Divan-ı Muhasebat Müdürü’nün torunları falan… Arif, Abidin, Güzin, hep akraba…

“Hariciye Nazırı ve Cezayir-i Bahr-i Sefid Valisi Abidin Paşa ile Ayan Meclisi üyesi ve Hazine-i Hassa Nazırı Nuri Paşa’nın torunu…”

Paşa torunu.

Bendeniz de Kasımpaşa Tersanesi’nde gariban tornacı Ali Saip Efendi’nin torunu.

Paşa torunu, komünist.

Ben işçi torunuyum ve komünist değilim.

Anne tarafından da kamyon sürücüsü Cemil Efendi’nin torunuyum üstelik.

Biz Cenevre’de doğup yalıda büyümedik. Dedelerimin, anlı şanlı 1930’lu yılların anlı şanlı devrimci yönetimi sırasında ne sendikaları vardı ne de grev hakları.

Olur ya efendim, aslına bakarsanız Karl Marx da bir burjuvaydı, Friedrich Engels de… Hep bunu derler…

Fakat şu bizim “eski tüfeklerin” sınıf kökenleri her zaman ilgimi çekmiştir.

Hepsi aristokrattır, hepsi seçkindir, hepsi paralı pulludur.

Batı’daki gibi değil tabii. Gerçek Türk aristokratlarını, daha oluşma döneminde Fatih Sultan Mehmet tasfiye etmişti. Bunlar, Fatih’in yarattığı “devşirme kapıkulu” sınıfının son temsilcileri…

Mustafa Celalettin Paşa adını alan Konstantin Borzecki’nin torunu Nazım Hikmet… (Münevver Hanım niçin başka yere değil de Polonya’ya yerleşmişti acaba?)

Çuvalla parası olan “İstanbul sosyetesinden” Mehmet Ali Aybar…

Dedesi Mehmet Ali Paşa’nın Erenköy’deki köşkünde doğup büyümüş Memet Fuat, nam-ı diğer Fuat Bengü…

İzmir Kemeraltı’nda han sahibi fabrikatör Cazım Aktimur yoldaş da cabası.

Ali Fuat Cebesoy’dan Zeki Baştımar’a, Numan Menemencioğlu’na uzanan ilginç akrabalıklar zinciri, falan filan.

Merhum Rasih Nuri’nin serüveninde işçi neredeydi? İşçi sınıfı niçin bu aristokrat çocuklarının “komünistçilik oyunlarında” yer almamıştı?

Bu insanlar niçin hayatları boyunca kendi kendilerine gelin güvey oldular? Kim kimi nereden ve nasıl kurtaracaktı?

Acaba Osmanlı aristokrasisinden gelmekten ötürü, halka karşı gizli ya da açık bir “kompleksleri” mi vardı?

Hani şu, “babam halkı sömürüyor” kompleksine kapılıp öğrencilik yıllarında solculuk oynayan bizim kuşağımızın zengin çocukları, özellikle Robert College kökenliler gibi?

Dostoyevski’nin taa yüz kırk yıl önce “Ecinniler” romanında o eşsiz sanatçı sezgisiyle anlattığı tiplerin bizdeki benzerleri üzerine bir araştırmayı arslan sosyologlarımız ne zaman yapacaklar?

Türkiye’yi kurtarmaktan başlarını alabilirlerse belki günün birinde…

Sımsıcak dostluk günlerinden, Rasih Nuri İleri ve eşi Bedia İleri, Yaşar Aksoy, sosyalist şair Şükran Kurdakul ve eşi Selma Yenge. (3.12.1997)

Bunları da sevebilirsiniz