Anlamsızlaşan Siyasi Söylemler

14 Mayıs 2023 Pazar, çoğu kişi için makus giden talihin değişebileceği ihtimalini taşıyan bir gün. Hem cumhurbaşkanlığı hem de milletvekili seçiminin yapılacağı bu günün sonunda ibre ne yöne gidecek, talihi değiştirecek bir değişim yaşanacak mı yaşayıp göreceğiz. Aylar kalan bu gün için kartlar yeniden karıldı ve herkes kendince oyununu oynamaya başladı. İktidar, elinde kalan son kurşun misali maaş zamları ve vergi aflarıyla yerini korumaya çalışırken muhalefet ise koca bir belirsizlik içinde yuvarlanıp duruyor.

Ülkenin hali ortada. Ortalama zekaya sahip ve düşünebilen her insanın ülkedeki eğitim, hukuk ve en önemlisi ekonomi başta olmak üzere birçok alandaki gerilemeyi görmemesi için ya sahiden kör ya da birilerinden nemalanıyor olması gerekir. Eskiden ortalama gelire sahip olan şimdi ise dar gelirli hale gelen vatandaşlar, bu ülkede hayatını idame ettirmeye çalışıyor. Bunu da bin bir hesapla ve alacaklarını sürekli erteleyerek yapıyor. Herhangi bir ev veya araba gibi gayrimenkul alımı ise bu kesim için hayalden de öteye geçti.

Halkın çoğu bu sıkışmışlık içinde yiten ruh sağlığı ile yaşamaya çalışırken gelecek refah ve huzurlu günler için umut arayışı içinde. Hiç değilse giderek zorlaşan bu hayat gailesine katlanabilmek için bu umudu korumak zorunda. Fakat ne yazık ki siyasi söylemlere ve yapılan icraatlara bakıldığında insanların içine umut ekecek bir şey göremiyoruz. Dar kalıplar içine sıkıştırılmış alışagelmiş bu söylemler artık birçok vatandaş için hiçbir anlam ifade etmiyor. Hele de ilk kez oy kullanacak Z kuşağından 6 milyon seçmen için. (1)

Sorun aslında A partisi veya B partisi değil. Bizim ülke siyaset arenasında kemikleşmiş bir anlayış hüküm sürüyor. Siyaset denilince akla gelenler güç, makam, otorite, biat, rant gibi kavramlar… Daha fazla güç ve makam sahibi olmak, yönetilenler üzerinde otorite kurmak ve onlardan daima sana biat etmesini beklemek. Sonrasında ise geldiği makamın gücü ile daha fazla rant elde etmek. Ne yazık ki bizim ülkemizde siyaset bu şekilde işlemektedir. Bal tutan parmağını yalar misali… Küçücük ilçe başkanlıkları için bile birçok oyun dönmekte ve adaylar iktidar hırsıyla hareket etmektedir.

Artık değişmenin ve bu bakış açısından kurtulmanın zamanı geldi de geçiyor. Çünkü özellikle yeni gelen kuşak ve yenilik isteyenler için bu tarz siyaset bir anlam ifade etmiyor. İktidarlar tarafından propaganda aracı haline getirilmiş medya organlarının empoze etmeye çalıştığı haberler, gürültü kirliliğinden öteye geçmiyor. Gençler karşılarında kendilerini muhatap alacak ve dertlerini anlayacak kişiler görmek istiyor. Onları anlayacak, empati kurabilecek siyasetçileri bekliyor. Miadı dolmuş söylemlerle, grup toplantılarında bağırıp çağıran, rakibine yaptığı göndermelerle siyaset yaptığını sanan bir figür görmek istemiyor. Sorunlarını çözecek somut eylemler bekliyor.

Tüm bunlar için ise baştan aşağıya değişecek bir politika izlenmesi gerekiyor. Öncelikle siyaset alanı bir rant kapısı değil, toplumun iyiliği ve ülkenin kalkınması için çalışılacak bir makam olarak görülmeli. Tıpkı öğretmenin amacının bu ülkeye ve kendisine faydalı öğrenciler yetiştirmek olması veya bir doktorun önceliğinin toplumdaki hastaların yaralarını sarmak olması gibi. Bir milletvekili veya bakanın amacı; kaz gelecek yerden tavuk esirgenmez misali paralar saçarak bu makamlara gelmesi ve sonrasında servetine servet katması olmamalı…

Bunu başarabilmenin yolu da tabi ki önce ailede sonra da okulda devam eden eğitim ve öğretimden geçiyor. Bunun en temelinde ise yetiştiğin kültür anlayışı yer alıyor. Sevgili Doğan Cüceloğlu “Denetim odaklı korku kültürü” ve “gelişim odaklı değerler kültürü” olarak adlandırdığı bu kültür anlayışını şu şekilde açıklıyor: “Denetim odaklı korku kültürü yerine “dış tanıklığa önem veren”, gelişim odaklı değerler kültürü yerine de “iç tanıklığı önem veren” kültürde diyebiliriz. Neden böyle diyorum? Çünkü korktuğun birinin gözüyle kendi düşünce, duygu ve davranışlarına anlam veriyorsun. Dış tanıklığa önem veren kültür korku temelli. Şayet kontrol eden korkulacak kimse yoksa kişi istediğini yapabileceğini düşünür. Kimse görmüyor ki! Mesela sınıfta başlarında bir öğretmen yoksa istediği gibi kopya çekebileceğini düşünür.

İç tanıklığa önem veren kültürde ise bir işi yaparken kişi önce kendi özüne, vicdanına hesap verir. Sınavda öğrencinin başına gözetmen dikmeye gerek yoktur. En önemli denetimci içindeki vicdanıdır. İki tür kültür arasındaki en temel ayrım budur.

Dış tanıklığa önem veren korku kültüründe kişiye verilmiş programlar vardır. “Haydi yap!” derler. Kişi adeta askeri bir disiplin içerisindedir. İyi bir baba, iyi bir eş, iyi bir vatandaş olmak için kriterler hep dışarıda mevcuttur. Ve böylelikle kişinin gözlemleyen bilinci, “Baba ne der, anne ne der, komutan ne der, hiyerarşi ne der?” gibi soruların yanıtına bakar. Bunun sosyal medyadaki karşılığı “Kaç kişi seni takip ediyor, kaç kişi ‘like’ ediyor, kaç kişi etmiyor?” olur.

İç tanıklığa önem veren kültürde bireyler “Ben varım!” duygusu içerisinde sorar; “Ben ne düşünüyor, ne hissediyorum?” Akabinde ona göre “yanlış” ve “doğru”ya karar verir. İşte o zaman gözlemleyen bilinç içe döner ve vicdana, değerlere odaklanarak değerlendirmeye başlar. Sorar:

Böyle bir seçim yapıyorum ama bu gerçekten kendi seçimim mi? Ben burada tam anlamıyla kendim miyim? Bu seçimle ilgili aynada kendi yüzüme gönül rahatlığıyla bakabilecek miyim?”

  1. https://medyascope.tv/2022/11/11/metropoll-arastirmasi-ilk-kez-oy-kullanacak-z-kusagi-secmenin-ucte-biri-kararsiz/

  2. Doğan Cüceloğlu, Var Mısın? (İstanbul: Kronik Kitap, Mart 2021 s.s. 31-32)

Bunları da sevebilirsiniz