Toplumun hatırı sayılır bir kesimi, memleketin bu “FETÖ belası”ndan kurtulduğunu sanıyor değil mi?
Siz öyle zannedin.
Sadece görülmekte olan davalar ve son dönemde ağır cezalarla sona erdirilmiş yargılamalara bakıldığında, durumun hiç de öyle olmadığı kolayca anlaşılır.
En yakından bildiğimiz örneklerden biri Gezi Direnişi Davası.
FETÖ yargısı tarafından 2 kez yargılanmış ve 2 kez beraat etmiş insanlar, düzmece delillerle hatta bazı durumlarda “delil olmayan deliller”le sırf “Bunlar kötüler. Dolayısıyla mutlaka yaptıkları bir suçtur” mantığı ile mahkum edilmedi mi?
Şu anda istinaf ve temyiz süreçleri “görüntüsü” altında uzun süreli “tutukluluk cezası” infaz edilmiyor mu?
Diğer başka davalarda da durum aynı değil mi?
Mesela şu ünlü Balyoz Davası.
Türk Silahlı Kuvvetleri’nin şanlı subayları, bu ülkeye her biri en azından 40 – 50 sene hizmet etmiş, bir kısmı kuvvet komutanlığına kadar yükselmiş pırıl pırıl askerler “Bunlar asker. Kafalarından hep darbe geçirirler. Gönüllerinde darbe tutkusu yatar. Demek ki, kesin bir şeylerin hazırlığı içindeydiler” karinesi ile yargılanıp sürüm sürüm süründürülmediler mi?
Hemen hepsinin kariyerleri söndürülmedi mi? Bazılarının hayatına mal olmadı mı o yargı süreci? Şu anda bazı FETÖ dönemi savcı ve yargıçları “yargılanıyor” gibi görünse de, aslında reel anlamda “mission complete” sayılmaz mı? Yani, o TSK mensuplarına ‘Yani TSK’nın kendisine) ciddi bir bedel ödetilmiş olmadı mı?
En vahimi de, 28 Şubat 1997 tarihli Milli Güvenlik Kurulu Toplantısı’nda alınan ve esas itibariyle “İrticai faliyetlerinin önüne geçilmesi” anlamına gelen kararların, zamanın hükümeti tarafından yürürlüğe konulmuş olması, ardından da o kabinenin istifası, “TSK’nın yaptığı bir darbe” diye nitelendirilip insanlar cezalandırılmadı mı?
Ve o “Darbe olmayan eylem” üzerinden şu anda 10 emekli general hapiste, göz göre çürütülmeye çalışılmıyor mu?
FETÖ’cü firari bir savcının hazırladığı, düzmece delillerle dolu ve hukuk rezaleti niteliğindeki bir dosya ile o 10 generalin yanında cezasını çekerken geçen hafta ebediyete uğurlanan bir onurlu Hava Kuvvetleri Generali, açıkça “idam” edilmiş sayılmaz mı?
Emekli Hava Korgeneral Vural Avar’dan söz ediyorum.
Sağlık durumu, artık tartışma götürmez biçimde ağırlaşmasına rağmen, yaşları 75 ile 90 arasındaki 12 eski silah arkadaşı ile birlikte, hayatının son günlerini “Ölüme doğru bir işkence sürecinde” yaşamadı mı?
Peki en başta bu davaları açan FETÖ’cü savcı ve yargıç kadrolarının ve onlarla işbirliği içindeki iktidarın amacı neydi?
Eğer idam cezası hala yürürlükte olaydı, bu insanları darağaçlarında sallandırmak değil miydi? İdam cezası olmadığına göre, bugün yapılan da onun “ikamesi” anlamına gelecek bir infaz sayılmaz mı?
Bir yandan da, bu şerefli komutanlara ve ailelerine yapılan manevi işkence de cabası. Siyasi iktidarın çeşitli ağızlarından ve onların yandaşı – yardakçısı satılık medyadan gelen seslere bakılırsa, alenen “diz çökmeleri, aman dilemeleri, nedamet getirmeleri ve af talep etmeleri” isteniyor.
Bunun adı zulüm değilse nedir?
O zaman şu soruları haklı olarak sormak gerekiyor.
Hani, FETÖ ile bugünkü iktidarı yolları ayrılmıştı?
Hani, FETÖ’cü kumpas yargısı dönemi geride kalmıştı?
Hani, o delilsiz, hukuksuz, hükmü önceden belli olan ya da birer flash bellekle “yukarılardan dikte edilen” yargı kararları dönemi kapanmıştı?
Bunların hepsini külahımıza anlatsınlar.
FETÖ ve onun yargı ayağı, capcanlı olarak tüm kapasitesi ile icraatına devam etmektedir.
Bunun değişebilmesini yegane yolu da, iktidarın bir an önce değiştirilip gelecek seçimde sandıktan çıkacak alternatif siyasi kadroların, işe öncelikle bu “zehirli yargı mekanizmasına” el atmasıdır.