Atilla Barbar Mıydı?

Batı merkezci tarih yazıcılığı önemli sorun. Geçenlerde edindiğim bir kitap başımızdan hiç eksik olmayan bir derdi kim bilir kaçıncı kez gözümün içine soktu.

Batı uygarlığını antik Yunan ve Roma üzerine kurma eğiliminin izlerine bu kitabın kapağında olduğu gibi başka pek çok yerde rastlamak olasıdır.

Ne sayısız sıçramaya ev sahipliği yapmış Mısır uygarlığı ne de bugün kullandığımız alfabenin öncülünü bulmuş olan Fenikelilerden söz edene rastlayabilene aşk olsun!

Batılıya göre doğuda uygarlık yoktur, olamaz!

Doğuya düşen barbarlıktır, ilkelliktir, saldırganlıktır.

Milli Mücadele’nin utkuya erişmesinin ve İzmir’in kurtuluşunun 100. Yılı üzerine yaptığım araştırmalar sırasında Batı merkezli tarih anlayışının soğuk yüzüyle bire bir karşılaştım.

Emperyalistlerin Milli Mücadele’yi ve İzmir’in Kurtuluşunu “işgal”le özdeşleştirdiğini de şaşırarak gördüm.

Bu düşüncedeki kaynaklardan birisinde Attila’ya yöneltilen barbarlık suçlamasına öfkelensem de şaşırmadım.

İzmir’in kurtuluşunu bir kentin yerle bir edilmesiyle özdeşleştirebilen Marjorie Housepian Dobkin sözü Attila’nın vahşetine getirecek denli pişkindi. Romalıların belalısı Kartacalıları da göz ardı etmiyor Batı merkezli tarih yazıcıları.

Roma’nın ya da antik Yunan’ın karşısına dikilen her kimlerse barbar oldukları kuşku götürmez gerçektir onlara göre.

Neyse ki gerçeklerin er geç ortaya çıkma huyu var!

Her şeye karşın dürüst, namuslu ve yansız bilim insanlarının varlığı umut verici.

Doğanın karakutusu gibi de işlev gören ağaçlardan meşenin halkalarının dendrolojik olarak incelenmesi Avrupa’daki iklimle ilgili 2000 yıllık bilgi sunmuş.

Attila ordularının Roma üzerine akınlarının kurak ve dolayısı ile de yiyecek kıtlığına bağlı açlık yıllarında yoğunlaştığı saptanmış.

Kuraklık ve buna bağlı besin kıtlığı ve açlık yalnızca insanı değil hemen tüm canlıları güdüleyen gerçek. Canlılarda bu bağlamda görülen saldırganlığın yaşamını sürdürme ya da canlılığını koruma güdüsüyle yakın ilişkili olduğu kuşkusuzdur.

Tarihe bakıldığında Hunların Doğu ve Orta Avrupa bölgesine gelişlerinin MS 4. Yüzyıla rastladığı görülür.

O dönemde Hunlar binicilikte, silah teknolojisinde ve üstün savaş taktikleri geliştirmede komşularının önündedir. Üstelik bölgenin ve kürenin başat gücü Roma o sıralarda ikiye bölünme yolundadır. Bu gerçek karşısında üstün Hunlara düşen açlıklarını gidermenin yanı sıra Roma’nın yıkımını hızlandırmaktan ve kolaylaştırmaktan öte değildir.

İklim koşulları Avrasya steplerindeki yerleşimcileri yer değiştirmeye zorlamaktadır. Hunların Batı yönlü güçlü akınlarının yaşandığı MS 447, 451 ve 451 yazların en kurak geçtiği yıllardır. Birilerinin öne sürdüğü gibi Hunlar barbar ya da kana susamış oldukları için değil zorunlu oldukları için Batı yönlü akınlar yapmışlardır. Dolayısı ile, bu akınlar daha önceleri savlandığı gibi altına hücum ve güce kavuşma amaçlı olmaktan çok her canlının doğal güdüsü olan açlığını giderme ve yaşama tutunma amaçlıdır.

Attila komutasındaki Hun orduları MS 451’de kuzey İtalya’yı ele geçirir. Attila’nın 453’te evlendiği gece beklenmedik ölümü sonun başlangıcı olur.

Hunlar iç çatışmaların da etkisiyle çıktıkları hızla tarih sahnesinden inerler. Hunların yokluğu Roma’nın yıkılışının önüne geçemez.

Emperyalizmin kendisini merkeze koyarak yazdığı tarihin doğu toplumlarını ve uygarlıklarını yok sayması uyarıcı olmalı. Attila üzerinden Batı Hunlarına yapılanın benzerinin Moğol imparatorluğu ve Cengiz Han için de yapıldığını sıklıkla gözlemleriz. Pasifik’ten Avrasya’ya uzanan geniş alana egemen olan Moğollar da barbarlıkla suçlanır. Oysa, iyice irdelendiğinde son derece gelişmiş ve yerleşikleşmiş bir devlet düzenine sahip olduklarını anlamak güç değildir. Çok daha kötüsü bu Batı mitine bizler arasından da epeyce ilgi gösteriliyor oluşudur.

Yazıyı asıl işi tarihçilik olmasa da tarihçilere taş çıkartacak denli bilgili ve birikimli kurucumuz Mustafa Kemal’le bağlayalım.

Tarih yazan tarih yapana sadık kalmazsa değişmeyen gerçek insanlığı şaşırtan bir içeriğe kavuşmuş olur.”

Emperyalizmi ilk yenen ulus olma onurunu taşıyan biz Türklerin savaş alanlarındaki işi bitse de düşün alanlarındaki işi savaş sonlanır sonlanmaz başlamıştır ve en az savaş alanlarındaki kadar zordur. Düşünsel ve algısal savaşın günümüzde de sürdüğünü akılda tutmakta yarar var.

Savaşta yenemedikleri Türkleri çarpıtılmış tarihle, uydurulmuş ırk kuramlarıyla yenme çabalarına hiç ara vermemiştir emperyalistler.

Anadolu’da yürütülen arkeolojik kazılar, antropolojik araştırmalar ve Türk Tarih Kurumu’nun çalışmaları emperyalizmle baş etmede önemli işlevler üstlenmişlerdir.

Bunca zaman sonra birileri Attila’nın barbarlığından söz edebiliyorsa ya da Moğolları aşağılama amacıyla bir kromozom bozukluğunu Mongolizm adıyla tanımlaya kalkışıyorsa bir sorun vardır. Bu eksikliği de kendimizde aramamız, tembelliğimizi ve miskinliğimizi sorgulamamız ilk işimiz olmalıdır.

Bilimin gerçeklerin er ya da geç ortaya çıkması görüngüsüne eşsiz katkısına saygıyla…

https://www.livescience.com/attila-the-hun-raided-to-escape-drought?utm_term=A5C653E5-C43E-4538-90D9-3D84BBD0176A&utm_campaign=368B3745-DDE0-4A69-A2E8-62503D85375D&utm_medium=email&utm_content=BC47EA09-81A2-471A-AB2B-5E514B395CFE&utm_source=SmartBrief

Değerli Dağarcık Türkiye okurlarına Cumhuriyetimizin 100. Yılında coşkulu, sağlıklı ve esenlikli bir yıl dilerim.

Bunları da sevebilirsiniz