2023, evet yeni bir yıla girdik. İyisiyle kötüsüyle, eğrisiyle doğrusuyla bir yılı daha geride bıraktık. Ama 2023’ü hala bekliyoruz. Çünkü 2023 yalnızca bir yıl değil. İkinci yüzyılımıza açılan bir kapı. 100 yıllık bir devrimden arta kalanları taçlandırma, devrim yolundan sapanlara yeni rotalar tayin etme yılı. Dolayısıyla 2023’ü yalnızca beklemiyoruz, inşa ediyor, yaratıyoruz. 2022 dış politika açısından hiç kuşkusuz yoğun geçti. Dış ilişkilerde “normalleşme” çabaları, Ukrayna krizi ve seçim hazırlıkları 2022’de dış politikayı şekillendiren en önemli etmenlerdendi.
2023’ü beklerken 20 yıllık AKP yönetiminden elimize kalanlar, dış politika alanında da pek iç açıcı değil. Yalnızlaştık. Sözüne riayet edilen, ahde vefa gösteren, ilkeleri olan ve ilkeleri çerçevesinde dış politikasını şekillendiren bir aktör olmaktan alabildiğine uzaklaştık. Değerleriyle, yönelimleriyle, öncelikleriyle hiçbir dünyaya ait değiliz. Lozan’ı Yunanistan’a, Montrö’yü Rusya’ya savundurtacak kadar ulusal çıkarlarımıza yabancılaştık. Değirmenin suyu nereden geliyorsa dümeni oraya kırdık. Yöneticilerin şahsi açıkları üzerinden tehdit edildik, gayri-diplomatik ve egemen eşitliğine aykırı türlü muameleye maruz kaldık. Sustuk. Ha hepimiz mi sustuk, hiçbirimiz mi kral çıplak demedi? Konuşanlarımız oldu elbette. Kral çıplak diyenlerimizi yargıladık; yetmedi hapislere tıktık. Ve 2023’ü beklerken biz, şimdi açık cephe çok, müttefikimiz yok. En büyük açıksa cephe gerisinde evimizde. Yeni bir devrim, yeni bir yüzyıl lazım bize.
Dış politikada önümüzde duran sorunlara bakınca, hemen her şeyi baştan formatlamak gerektiği görülüyor. Nereden tutulacak nereden başlanacak muamma. En yakın tehdit en büyük tehdit diyerek acil sorunlara odaklanmak en mantıklısı gibi duruyor.
Ukrayna krizi, dünyanın ağırlık merkezi epeydir Pasifik’e kayarken, eski kıtanın kalbinde yeni ve büyük bir cephe açtı. Uzun zamandır durgun olan Karadeniz suları bulandı. Türkiye’nin çıkarları sağlam bir denge politikası izlenmesini gerekli kılıyor. Ancak “denge” nabza göre şerbet vermek değil, Türkiye’nin çıkarlarına göre konumlanmak anlamına geliyor.
Doğu Akdeniz daha uzunca bir süre kaynayacak. Türkiye’nin hayati çıkarları var bölgede. Doğu Akdeniz’deki ve Ege’deki çıkarları bir beka sorunu olarak görmekten bizi hiçbir şey alıkoymamalı. Yunanistan ve Güney Kıbrıs ve bu iki oyunbozanın hamisi olarak AB ve ABD ile çıkarlar doğrudan çatışıyor. Türkiye’nin bu sorunu barışçıl yollarla çözmesi için Akdeniz’deki diğer aktörlerle ittifak kurması zorunluluğu her geçen gün daha fazla ortaya çıkıyor. İslami, mezhepçi hizipler üzerinden bölgeyi karıştırıp hem Türkiye’de hem bölgede hegemonik girişimlere yönelme devri çoktan geçti. Jeopolitik geri döndü. Beğenelim beğenmeyelim, Mısır, İsrail ve Suriye olmadan Doğu Akdeniz’de galibiyet zor. Bu ülkelerde karnemiz kırık dolu. İş çetrefilli. Çelişme çok.
Türkiye Batı’yla ilişkilerini yeniden kurgulamak zorunda. Türkiye, isteyelim istemeyelim Batı’nın koparılamaz bir parçası. Bu gerçek yadsınmadan yapılan hamleler Türkiye’yi çıkmaza sürüklüyor. Ama Batı içerisindeki konumu, Batı’nın da sahiplendiği hangi değerleri ve ilkeleri benimseyeceği yeniden belirlenmeli. 1945 sonrasında alabildiğine dengesizce kurulan ilişkilerin revize edilmesi için bundan daha doğru bir zaman da olamaz. Zira ne yekpare bir Batı kaldı elimizde ne de yüzünü aynı yöne dönmüş organik bir bütün. Ve Türkiye’nin müzakere masasında elini güçlü tutmanın tek yolu yeniden saygın bir aktör olmak. Öz gücüne dayanmak. Öz gücünü sağlam ittifaklarla güçlendirmek.
Komşularla şahsi çıkarlara değil ulusal çıkarlara dayanan, sürdürülebilir ve sorunların barışçıl çözümünü önceleyen bir ilişki biçimi geliştirmek temel bir zorunluluk. Türkiye’nin komşularıyla sorunu, Türkiye’nin iç sorunudur. Bu kadar basit. Büyük güçlerin tüm müdahalelerine rağmen terör bu bölgede bitirilecek. Göçmen sorunu bu bölgede aşılacak. Ege denizi, ancak güçlü komşuluk ilişkileriyle bir barış denizi olacak. Sorun çok. Bize lazım olan, yeni bir Sadabad Paktı, Balkan Antantı Paktı zihniyeti. Konjonktür çok farklı olsa da bu vizyonun mevcut konjonktüre uyarlanması zorunluluğu var.
Türkiye’nin dünyadaki yeri asla zorba yönetimlerin ligi olamaz. Ne halkına eziyet edenlerin ne de başka halkların tepesine binenlerin yanı Türkiye’nin yeri. Ne Doğu’nun ne Batı’nın tiranlıkları, Türkiye muasır medeniyet idealinin bir parçası olmalı. Bu, bir ideal olabilir. O halde Türkiye o yolun yolcusu olmalıdır. Dış ilişkiler kurarken farklı dinamikler olduğu elbette herkesin malumu. Ama Türkiye’nin ulusal çıkarları dünyaya dayatılan ayrımları aşmayı ve kendi rotasını belirlemeyi zorunlu kılıyor. Bunun için güçlenmekten başka çare yok. İnsan gücüyle, gelecek potansiyeliyle, tüm kaynaklarıyla birlikte, güzel bir gelecek için mücadele etmek, 2023’ü beklerken, beklememek yaratmak gerek.