Türkiye’nin dış politikadaki yanlışları, kararsızlıkları, yakın zamana dek çok övündüğü “stratejik derinlik” ve “değerli yalnızlıktan” kurtulma çabaları, kuşatılmışlığı da artırıyor. Bir yandan nesnel koşulların, dünyanın gidişatının doğru tahlil edilememesi; bir yandan yapısal ABD ve NATO bağımlılığı; bir yandan iktidar blokunun ideolojik ve mezhepsel önyargıları, Türkiye’nin elini zayıflatıyor. Manevra sahasını daraltıyor. O nedenle iktidar bu sıkışıklığı, kısa vadeli, taktik adımlarla aşmaya çalışıyor. ABD’yle sorun yaşayınca Rusya’yla yakınlaşıyor. Rusya’yla gerilim yaşadıkça, ABD’ye yöneliyor. Her ikisiyle de sorun yaşayınca, iç siyasette aleyhinde çok konuştuğu Avrupa Birliği’ne sıcak mesajlar veriyor. Sonuçta ne istikrarlı ve inandırıcı bir dış politika yürütebiliyor ne de güvenilir, öngörülebilir adımlar atabiliyor. Tersine, mevcut itibarı ve inandırıcılığı da aşınıyor. Keskin U dönüşleri de (İsrail, Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan, son olarak da Mısır) buna eklendiğinde, fatura daha da ağırlaşıyor.
Dahası var. İktidar blokunun içeride tabanını tahkim etmek için dış politikayı araç olarak kullanması da işe yaramıyor artık. Seçimlerden, referandumlardan önce Avrupalı liderleri seçim meydanlarında eleştirmek, hatta hakaret etmek; ama kapalı kapılar ardında, Avrupalı liderlerle yapılan ikili temaslarda tam tersi bir tavır takınmak, ödün vermeye hazır olmak, Türkiye’ye kaybettiriyor. Özellikle de ABD’yle ilişkilerde, ABD’nin önceki başkanı Donald Trump ve mevcut başkanı Joe Biden karşısında alttan alan, edilgen tavır, dikkatlerden kaçmıyor. Bu durumun nedenleri arasında hesapsız dış politikanın, içi boş söylemlerin, yapısal ekonomik sorunların yanında, ülkemizin devlet kapasitesinin sınırlı olmasının da etkisi büyük kuşkusuz. Çünkü devletler, şu dört unsura rağmen dış politika yapamazlar: Coğrafya, devlet kapasitesi, ticari ilişkiler, enerji bağımlılığı.
Türkiye’nin ikilemleri
Türkiye’nin son yıllarda ABD, NATO ve Avrupa Birliği’yle yaşadığı gerilimler, bu gerilimlerin de etkisiyle Rusya’yla yakınlaşması, zaman zaman Türkiye’nin eksen değiştirdiği, batıdan koptuğu, Avrasya’ya yöneldiği şeklinde yorumlanıyor. Özellikle Rusya’dan S – 400 hava savunma sistemi alınmasının ardından ABD’den gelen yaptırımlarla birlikte, Türkiye’nin artık yüzünü doğuya çevirdiği yazılıp çiziliyor. Ukrayna – Rusya Savaşı’nda Türkiye’nin izlediği aktif tarafsızlık siyaseti de, Türkiye’nin Batı’dan koptuğunu düşünenleri endişelendiriyor.
Peki, bu endişeler doğru mu, haklı mı? Değil. Türkiye’nin bu yönde ulusal uzlaşmayla alınmış bir kararı yok çünkü. Dahası Türkiye’nin iktidarı ve muhalefetiyle birlikte ana akım siyasetinin, sivil – asker bürokrasisinin, iş dünyasının, akademisinin, meslek örgütlerinin böyle bir hazırlığı yok. En önemlisi Türk Milleti’nin bu yönde bir beklentisi, niyeti hevesi yok. Olmalı mı? Kısa vadede olabilir mi? Tartışalım…
Kesintisiz en az 5 bin yıllık bir tarihi olan Türklerin (kimi kaynaklarda bu süre 7 bin yıl, 8 bin yıl, hatta 15 bin yıl olarak belirtilir), tarihsel olarak yönelimi, doğudan batıya doğrudur. Türkiye, KKTC ve bir Kafkasya ülkesi olan Azerbaycan dışındaki Türk Cumhuriyetleri (Özbekistan, Kazakistan, Kırgızistan, Türkmenistan) Orta Asya’dadır. Osmanlı Devleti, bir Balkan imparatorluğu olarak da anılır. Türkiye Cumhuriyeti ise iki kıtayı birleştirir. Bu sadece coğrafi bir özellik değildir. Türkiye; kültürel boyutuyla, iki kadim uygarlığı da birleştirir aynı zamanda. Bu durum hem bir güç, zenginlik ve farklılıktır hem de önemli ikilemler yaratmaktadır. Tarihsel yönelimin yanında, toplumun yüzünü çevirdiği coğrafya da batıdır. Türkiye’nin üye olduğu önemli ve etkili uluslararası örgütler, örneğin NATO ve Avrupa Konseyi, batıdadır ve batılıdır. Üye olmak istediği Avrupa Birliği, batının en büyük örgütlerindendir ve ulus üstü bir örgüttür. Buna karşılık, Türkiye’nin topraklarının büyük bölümü Asya’dadır. Almanya dışındaki en büyük iki dış ticaret ortağı, Rusya ve Çin; en büyük enerji tedarikçileri; doğudadır.
Türkiye; ithalat ve ihracatının yarısını Avrupa’yla yapmaktadır. En kalabalık Türk diasporası, 4 milyon insanımızın yaşadığı Almanya’dadır. Fakat Türkiye en büyük sorunları da ABD ve Avrupa’yla yaşamaktadır. PKK – PYD – YPG ve FETÖ terör örgütlerine en büyük destek ABD ve Avrupa’dan gelmektedir. Türkiye’nin, taraf olduğu ikili ve çoklu pek çok meselede, ABD ve Avrupa, karşı tarafı desteklemektedir. Türkiye’nin bağımsızlığı, bütünlüğü, egemenliği ve siyasal birliği aleyhine en çok konuşan ve çalışan siyasetçiler ve örgütler de yine ABD ve Avrupa’dadır.
Dünyanın gidişatı
Türkiye’nin öncelikleri, hedefleri, beklentileri, çıkarları, tehdit tanım ve algıları, şüphesiz dünyanın nesnel koşullarından bağımsız değildir. Bu bağlamda Türkiye’nin tercihleri üzerinde etkili olan önemli bir unsur da, dünyanın yönelimidir. Küresel ölçekte iktisadi ve siyasi gücün batıdan doğuya, Atlantik’ten Asya Pasifik ve Avrasya’ya kayması, Çin ve Rusya’nın artan ağırlığı, Avrupa Birliği’nin lideri olan Almanya’nın giderek ABD’yle daha fazla anlaşmazlık yaşaması, Rusya ve Çin’le yakınlaşması da, Türk dış politikası ve tercihleri üzerinde etkili olmaktadır.
Şöyle ki; Avrasya güçlerinin dünya üretimindeki payının, 10 yıl içinde Atlantik güçlerini geride bırakması beklenmektedir. Rusya ve Çin’in Orta Asya’dan Ortadoğu’ya, Afrika’dan Latin Amerika’ya nüfuzu artmaktadır. ABD hegemonyası ise zayıflamaktadır. Çin’in, 2030 yılından önce, ABD’yi geçerek, dünyanın en büyük ekonomisi olması öngörülmektedir. Avrupa Birliği’nin geleceği tartışılırken, NATO’nun beyin ölümünün gerçekleştiğini Fransa Cumhurbaşkanı Macron söylemiştir. Buna karşılık BRICS, Şanghay İşbirliği Örgütü, ASEAN (Güneydoğu Asya Ülkeleri Birliği), APEC (Asya Pasifik Ekonomik İşbirliği Forumu) gibi örgütlerin etkisi artmaktadır.
Fakat tüm bunlara rağmen, Türkiye NATO’dan çıkmayı değil düşünmek, tartışmaktan bile kaçınmaktadır. Kısacası, Türkiye; dönemsel olarak ve kimi konu başlıklarında Avrasya’yla yakınlaşsa, işbirliği yapsa bile, Atlantik’ten kopmayı göze alamamaktadır.