Ekim Gezintisi ve Kasım Ayı Ön Güncesi

Ekim ayında hem Türkiye için, hem de dünyasal düzlemde çok önemli olaylar oldu. Bunların içinde Bartın-Amasra kömür ocağı felaketi, taze olduğu günlerde her şeyin önüne geçmişti. Sarsıcıydı, bu gibi durumlarda tekrarlanan sözlerin her yolla karşımıza çıkması olayı olağanlaştıramıyordu, ama önlemlerin eksikliğinin sorumlularını umarız yeterince uyarmaktaydı. Çünkü Türkiye’nin, yeraltı maden kaza-kayıplarında dünyada kaçıncı durumda olduğunu bilmiyoruz ama “çok iyi”, belki de birinci durumda olduğunu sanıyoruz. Kaza-patlama-ölümler listesine baktığımızda on yıllar boyunca tedbirsizliklerin yol açtığı kötü durumların devam edegeldiği anlaşılıyor.

1983 Armutçuk: 103 işçi, 1990 Amasya: 68 işçi, 1992 Kozlu: 263 işçi, 1995 Sorgun: 38 işçi, 2004 Küre: 19 işçi, 2009 M.Kemalpaşa: 19 işçi, 2010 Dursunbey: 17 işçi, 2010 Zonguldak: 30 işçi, 2014 Soma: 301 işçi, 2014 Ermenek: 18 işçi, 2016 Şırnak: 16 işçi, 2022 Amasra: 41 işçi.

29 yılda toplam 933. Bu kayıp sayısı kayda geçmemiş “ufak” kazalarla birlikte bini buluyor, hatta geçiyor olmalı.

Kâr sistemi içinde insan canının değerinin silikleştiği görülüyor. Bunun dışına çıkmak, kamucu yöntemlerde ısrar etmek ve Cumhuriyet’in temellerinden olan Halkçılığı Cumhuriyet’e yerleştirmek gerekiyor.

*

Batı’nın güncel Putin karşıtlığı ve geleneksel Doğu nefreti, sınır taşımamaktadır. Çok uzun yıllardır bunlardan uzak durmada önemli ölçüde başarılı olan Almanya, Avrupa barışının Rusya olmaksızın gerçekleşmeyeceği ve Almanya’nın çıkarlarının Rusya ile iyi ilişkilerde yürütülmesi esası üzerinde durmaya devam etmekteydi. Willy Brandt, Helmut Schmidt, Helmut Kohl, Gerhard Schröder, Angela Merkel zinciriyle kopuksuz ve sarsılmaz devlet politikası bunun üzerinde inşa edilmişti. En önde gelen politikacılar arasında bugün bunun yanlış olduğunu keşfedenler var! Bu konuda bunu ileri süren birçok önemli örnek olmakla birlikte en yeni, belirgin ve beklenmedik şekilde çarpıcı olanı SPD (Almanya Sosyal Demokrat Partisi) Eş Başkanı Lars Klingbeil olmalı. Almanya’nın on yıllardır Rusya politikasının yanlış olduğunu, Rusya’dan uzak durmak ve onu karşıya almak gerektiğini açıkladı (19 Ekim 2022).

Hükümette yer almasından sonra sürekli olarak Almanya’nın Rusya’ya ve ÇHC’ye düşmanlığı, en gözde politikacı ağzından topluma ve dünyaya açıklanıyor. Alman Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock, aylardır bu düşmanlığın ve savaşçılığın şampiyonluğunu yapıyor.1 Tuhaf olan, yaptıkça daha öne çıkıyor. Bu havanın geçmesinden sonra Almanya’nın felaketine katkıda bulunanların ilk hatırlananlarından olacak.2

Henüz ortaya belirgin bir şekilde çıkmadı ama Alman halkı bu kendi ekonomik, toplumsal ve her türlü çıkarlarına karşı propagandası yapılan savaşın destekçisi değil. Mızıldanma safhasındadır. Çünkü siyaset henüz baskındır, bırakmamaktadır. Tepkiler Amerikancı siyaset setinin arkasında birikmekte, güçlü bir şekilde köklü değişimin hazırlığını yapmaktadır. Ama yakındır.

Alman toplumu savaşın devam etmesini ve hayat pahalılığını hiç istemiyor, ve Rusya’dan gaz alınmasını gerekli görüyor. Hala sürmekte olan Ukraynalı ilticacı göçü de işin “tadını kaçırmıştır”. Savaş yüzünden Ukrayna’dan ayrılan insan sayısı bugün 8 milyona dayanmış durumda. Neonazi grupların yabancı düşmanlığı kapsamına aldığı Ukraynalı sığınmacıların kaldıkları yerlere de yönelen kundaklamaları başka bir göstergedir. “Avrupalı”3 olmalarına rağmen onlar da yabancıdır ve bu ekim ayında Almanya’nın bir kuzey eyaletindeki bir kasabada içinde 14 Ukraynalının kaldığı yurtta yangın çıkarıldı (19 Ekim). Kimse canını kaybetmemiş olmakla birlikte çatısı da çöken bina kullanılmaz hale geldi.

Zaten Alman Şansölyesi Olaf Scholz da Alman toplumundaki bu savaşa karşı olan memnuniyetsizliği hissetmiş olmalı, bunun etkisiyle olacak, Doğu düşmanlığına dönüş gereklidir diye düşünenlerin tersine, Alman devletinin Doğu’ya yakın duran geleneksel devlet tutumunu hatırlayıvermiş bulunuyor. Scholz’un Ekimin 20’sinde ÇHC’ye kasım başında gezi yapacağı açıklandı. Arkasından Hamburg limanında, ÇHC’ni bir devlet şirketine dörtte bir payla ortak olması kararı alındı. Elbette bunlar Başbakan Scholz’un Alman basınında linç edilmesine yetecekti, resimlenmiş fotoğraflarla Şi Jinping kuklası olduğu en yüksek tirajlı gazetede yer aldı. Yakın geçmiş aylarda “Rus dostu” olduğu için kampanyalarla rezil edilmeye çalışılan eski başbakan Schröder’e yapılanları hatırlattı.

Bunca “kanlı” ve acımasız yürütülen mücadele karşıtını da kolay yaratacağa benzer.

Bu yüzdten içinde bulunduğumuz Rusya, Çin ve Doğu karşıtı estirilen rüzgarlara karşı Avrupa’nın en “uyanık” ülkesi herhalde Almanya olacak. Birçok bakımdan göbeğinden Doğu’ya bağlı olması zaten bunu gerektiriyor. Ve bu Avrupa’daki ABD’ye bağımlılığın Almanya’dan çözülmeye başlayabileceğini gösteriyor.

Ukrayna savaşının getirdiği zorluklar da Avrupa’nın ordu “sorunu”nu yeniden ortaya çıkardı. ABD yönetimindeki NATO yüzünden, başta Almanya olmak üzere AB ülkelerinin silahlı güçleri konusunda bağımsız hareket etmeleri söz konusu değil. En sonunda Scholz da patladı ve Avrupa ordusu ile Alman silahlı gücünün gerekliliğini dile getirdi. Bu her şeyden önce Avrupa’nın ABD’den bağımsızlaşması için önemli.

Avrupa’nın enerji krizinin en çok ve öncelikle Almanya’yı ilgilendiriyor olması, gene bu ekim ayında nükleer enerji ile ilgili tasarlanmış ve planlanmış olan kısıtlamanın kaldırılmasına yol açtı. Başka çare de bulunamamıştı. Yetmiyor ama evet! Yıl sonunda kapanacak olan atom santrallarının üretimi kesmesi şimdilik Nisan 2023’e kadar ertelendi.

Gelişme normal, ama hükümetin çatlakları çoğaldı.

*

Doğu karşıtı rüzgar”, Avrupa’da başbakanların gidişine, hükümetlerin yıkılmasına, Amerikancıların seçimlerden zararlı çıkmalarına yol açıyor. Rüzgarın son kurbanı İngiliz başbakanı, çiçeği burnunda Liz Truss sandalyesinde ancak 45 gün oturabildi (20 Ekim). Bakalım Hint asıllı yeni başbakanının kaç ayı, belki haftası var? “Ukrayna” savaşına karşı çıkmayacağı şimdiden biliniyor da.

*

Türkiye’deki Amerika”, her bakımdan ABD çöküşünü şaşkınlık ve hüzünle izliyor. Ana akım medyada ABD’nin Türkiye düşmanı politikalarından söz etmeyen kalmadı gibi bir şey. ABD ise Türkiye’nin Rusya’yla yan yana olmasından ve yandaşlarının çaresizliğinden o kadar rahatsız ki, Rusya’ya yaptırımların Türkiye tarafından uygulanması için çeşitli baskı yolları arıyor. Ticaret merkezlerine ve kurumlarına mektuplar, tehditler, ABD Yabancı Varlıkları Kontrol Ofisi (OFAC) heyetinin Türkiye ziyareti ve bu ziyarette “akıl vermeler”, bunların hepsi Türkiye’yi etkileyip yaptırımlara razı etmek, hizaya getirmek için. Ama unutulan bir şey var, Türkiye, Rusya karşıtı Amerikan yaptırımlarını hem uygulamaz, hem de uygulayamaz. Uygulamaz, çünkü milli çıkarlarla çelişiyor ve Türkiye milli çıkarlarından “ABD dostluğu” uğruna vazgeçmek niyetinde değil. Ayrıca uygulayamaz, çünkü Rusya’yla ticari ilişkilerinde “altın fırsatı”ı karşılıklı örme günlerinde, ödemeler sistemini yeni yapılandırma çabasında vb.

Neyse ki Türkiye bu bakımdan doğru yolda.

*

Yunanistan’ın kışkırtmaları ve Türkiye aleyhine resmi beyanları ekim ayında zirve yaptı. Yunan kamuoyu bunların yanlışlığının farkında ve rahatsız, anketler Türkiye ile dostluk istendiğini gösteriyor. Ayrıca ABD karşıtlığı, saçma bir teslimiyete, gereksiz silahlanma ve yersiz beklentilere tam olarak karşı. Türkiye bunlarla ilgili olarak doğru bir tutum içinde, sürekli Yunan hükümeti ve yetkilileri barışa, dostluğa davet ediliyor, ancak Türk basınında ve medyada hem hesaplaşma tahrikleri var (nasıl olsa üstünüz ya), hem de yanlış yorumlar. Bu yorumların bir kısmı, ABD’yi ihmal ederek “muhtemel” savaşın Türk-Yunan savaşı olacağı yanılgısıyla askeri güçlerin ve özelliklerin karşılaştırılmasını işliyor ve üstünlüğümüzü kanıtlıyor, vurguluyor. Bunun anlamı da savaşırsak kazanacağız sığlığıdır. Mesaj ise “savaşalım”dır! Diğer bir yanlış yorum grubu, Yunanistan’ın silahlanmasının, yeni uçak ve tank gibi savaş araçları almasının anlaşılmaz olduğunu, çünkü ekonomisinin buna uygun olmadığını belirtiyor. Yunanistan’ın savaş araçları edinmesinin yatırım mı, hibe mi olduğunu, bunun için ödeme mi yapıldığını, yapılacağını, yoksa kredilerle borçlanmalar mı olduğunu ya bilmiyorlar, ya da bunları bilerek yanlış tezlerine kasıtlıca güçlendirici varsayımlar olarak sokuşturuyorlar. Yunanistan silahlanmasının Yunan ekonomisi, devlet giderleri ve güncel bütçesi ile hiç bir bir ilgisi yok. Başta ABD ve Batı ülkeleri, Yunanistan’ı Türkiye’ye karşı olmak üzere hibelerle4 ve kredilerle silahlandırmaktalar.

*

Vaktiyle İspanya Dışişleri Bakanlığı yapmış Josep Borrell Fontelles, şu anda AB Dışişleri ve Güvenlik Politikaları Yüksek Temsilcisi. İspanya Sosyalist İşçi Partisi’nde (PSOE) siyaset yapıyor. AB dış politikasının en yetkili ismi olarak, Strazburg’daki bir oturumda Avrupa’nın “bahçe-orman” metaforuyla tehlikede olduğunu anlatmış. Avrupa, “uygarlık” anlamında düzenlenmiş, geliştirilmiş, güzelleştirilmiş, korunmuş “değerli” bir bahçeymiş. Bu benzeri olmayan “bahçe”, Avrupa-dışı dünya tarafından, yani “orman” tarafından kuşatılmış ve tehdit edilmekteymiş. Eğer savunul, mayacak ve korunmayacak olursa vahşi dünya olan orman tarafından yok edilirmiş. Orman deniyorsa da burada “orman”, yararlı ve değerli olan güzellikler yeşilliği değil, yaşamaya elverişli olmayan cangıl!

Avrupamerkezci, Avrupaüstünlükçü, Batılı bu ırkçı bakış, Avrupalılar tarafından da o kadar tepki almış ki, Borrell Fontanelles hemen geri adım atmış, tam iki gün sonra sözlerinin ve benzetmelerinin yanlış anlaşılmaya uygun olduğunu kabul edip tezini geri çekmiş. Bizdeki tabirle, ifadeleri maksadını aşmış. Gene de bir dürüstlük örneği. Ancak özür konuşmasında, Türkçedeki “orman kanunu” tamlamasının anlamını hatırlatan, “ormanda yasa olmayışı”ndan söz etmiş, dolayısıyla kullandığı kavramın arkasında duruyor gibi olmuş.

Suçlanması, “sömürgeci dili”, “köleci beyaz adam söylemi” olarak önem taşıyor. Çok kişi tarafından toplantılarda istifası da istenen ve göreviyle ilgili imza kampanyası yürütülen Borrell Fontelles, “Avrupa sosyal medyası”nda olay durumunda.

Türkiye medyası5 ve kamuoyu bu inceliklerin ne kadar farkında, elbette bilemeyiz. Ama Türkiye o “orman”ın göbeğinde. Ne gam, AB, “bahçesi”ni korumak amacıyla AB’yi “Türkiye vahşi ormanına” kapalı tutmaktaki Avrupa kararlılığını Türkiye artık biliyor.

*

Bu yıl 74. Frankfurt Kitap Fuarı 19-23 Ekim tarihleri arasında yapıldı. Dünyanın en büyük kitap fuarı olarak ünlenmiş Frankfurt Kitap Fuarı canlılığından fazla bir şey kaybetmemiş olarak yayıncıları ve okurları bir araya getirdi. Kağıt-ekran savaşında bozguna uğradığı beklenen ve düşünülen “elle tutulur” kitabın henüz yerinin fazla sarsılmadığını gösteren fuar, her ne kadar 10-15 yıl öncekilere göre biraz daha az alanı kapsıyorsa da, Almanya’nın ve dünyanın en büyük ve en önemli etkinlikleri arasında bulunmaya devam ediyor. Dijitalleşmenin kesin zaferine daha çok yol var galiba.

Türkiye’nin de on beş yayıneviyle katıldığı (40 yayınevinin de bağımsız bir şekilde temsil edildiği) fuarda 85 ülkeden 4 bin yayıncı katılımcı var. Türkiye konusunda bilgi veren bir yetkili katılan yayınevi azlığına karşın Türkiye’de yayıncılığın iyi durumda olduğunu belirtiyor, Türkiye “kitap üretimi ve sektörün büyüklüğü bakımından Uluslararası Yayıncılar Birliği içinde dünyada ilk onda” yer almaktaymış. Dahası, Türk yayıncılığı “87 bin başlıkla beşinci sırada” bulunuyormuş.

Sevindik.

*

Ekim ayı sonuna doğru, ABD’nin talimatıyla olmalı, köşeye her bakımdan sıkışmış PKK bir bomba patlattı; Türk Silahlı Kuvvetleri kendisine karşı kimyasal silahlar kullanmakta! Elbette, HDP ve CHP içindeki PKK’lılar bu yalanın üstüne atlayarak “muhalefet”liklerini yapacaklardı, ancak iddia Türk Tabipler Birliği’nin başındaki Şebnem Korur Fincancı‘nın, Almanya’da, terör hükümlülerine destek toplantısındaki bir konuşmasında ve PKK yanlısı bir televizyon kanalına verdiği söyleşide de yer alınca gerçeklik özelliğini tamamen yitirdi. Çünkü büyük ve yaygın bir tepki ortamı oluştu. Ve ayrıca kaçınılmaz olarak her yerde tekrarlanan bir şey ortaya çıktı. Saddam da aynı şekilde suçlanmış, ve sonra emperyalizm Irak’a askeri saldırısı için gerekçe olarak bunu kullandıktan çok sonra iftiranın asılsızlığı ortaya çıkmıştı. Bunun hatırlanması iddiayı ciddiye almak için bir neden olmadığını gösterdi.

Aslında bu aynı Saddam’a yapıldığı gibi bir komplodan başka bir şey değil. Amaç, Türkiye’ye saldırmak için bahane arayan emperyalizme bir davet çağrısı. Ama tutması mümkün değil.

Dolayısıyla “kirlenme”den en önemli zararı görecek olanın kimyasal tertibin sözcüsü Fincancı (ve onun gibi savunanlar) dışında kimse olmayacağı düşünülüyor, TTB başkanı, başkanlığı kaybedeceğe benzer. Çünkü ona tepkiler çığ gibi. 26 Ekimde İstanbul’da evinden gözaltına alındı, 27 Ekimde Ankara’da çıkarıldığı mahkemece tutuklandı.

*

Gene ekim ayının son haftasında çok görültü çıkaran bir başka olay, “sosyal medya” denilen sorumsuz ve düzey derdi olmayan boşalma ortamının AKP’ye karşı haklı olarak büyük bir canlılık göstermesiydi. AKP Grup Başkan Vekili Mahir Ünal, Türkçemiz, dilimiz ve alfabemizin Cumhuriyet Devrimleriyle geçirdiği gelişmeye saldırgan bir dille “değindi”! Bu gereksiz ve akıl dışı söylem, Türk dili sevdalılarını ve Cumhuriyet savunanlarını görüş belirtme zorunda bıraktı ki, iş bununla kalmadı, kişiye düşmanlık yarışına katkılarda bulunulmasına da yol açtı.

Cumhuriyet Devrimlerinin dil, kültür, yazın ve tarih alanlarındaki yararlarının doğal bir dokunulmazlıkları bulunmaktadır! Bir kez daha anlaşılmış bulunmaktadır.

*

Her yılın ekim ayında olduğu gibi Cumhuriyet Bayramımız hem yurt içinde, hem de yurt dışında coşkuyla kutlandı. Türkiye, Cumhuriyetine dayanmaktadır.

*

Aslında ekim ayının başında sayılır, 7. gün olan cuma günü açılışı yapılan ve pazar günü sonlanan 28. Karaburun Ütopyalar Toplantısı da bu ayın unsurları arasında. Toplantı konusu, “100. Yılında Emperyalizme Karşı Yeniden Ütopya”.

Toplantı geçen yıl olduğu gibi, her zamanki temmuz başındaki tarihinde değil, ekim için belirlenmiş bu tarihe ertelenmişti. Son derece canlı ve başarılı geçen toplantılardaki etkinlikler kayda alındı, bu sayede bütün konuşmalar da You Tube’dan izlenebiliyor. Önemli konuşmacılar, çok önemli konularda anlattıklarıyla katkılarda bulundular.

Büyük Zaferin, İzmir’in ve batıdaki bütün kent ve kasabaların 100 yıl önceki kurtuluş günleri de bu vesileyle anıldı.

*

Böylece bu yılın ekim ayında önemli olan ve derslerle dolu olayları sıraladık. Şimdi sıra kasım ayının olacaklarında, göstereceklerinde.

Bilinenler ve Öngörülerle Kasım Ayı

Kasım ayı bizler için her şeyden evvel Atatürk’ün hayattan ayrılışının ayı olması bakımından önemli. İçinde bulunduğumuz yılın yaşattığı zorluklar, korkular, kaygılar bakımından Atatürk’ün çağrısı emperyalizme karşı olmayı gerektiriyor. “Yurtta sulh, cihanda sulh” diyen ve bunu “en önemli eserim” sözleriyle kurduğu Cumhuriyet’in ilkesi kılan Atatürk, birçok önderlik özellikleri yanında barışı temsil etmektedir. “Uygar”, “ileri” ve gelişmiş Batı, genel anlamda savaşçılığı temsil etmek yanı sıra, bugün Ukrayna topraklarında yürütülmekte olan savaşın çıkarıcısı, ateşleyicisi, kışkırtıcısı, yürütücüsü olarak sorumludur.

Buna karşılık, ne ABD, ne İngiltere, ne NATO, ne AB ve ne de Avrupa ülkelerinden herhangi biri, bu savaşta yer almıştır. Bunların hepsi savaşı desteklemiş ve olumlu bulmuş, ama dışında durmuştur. Bu ülkeler ve kurumlar, kendi adlarına, Rusya düşmanlığı yolundaki siyasetleri uğruna zavallı Ukrayna’yı savaştırmaktadır. Kendileri seyretmektedirler, ama vaatleriyle hep Ukrayna’nın yanındadırlar! Ukrayna’daki savaştan kaçanlara da kapılarını açmışlardır! (Bu kapı açmanın –Almanya dışında– son derece sınırlı tutulduğu biliniyor.)

Ve ayrıca Batılılar Neonazi faşist grupları, terörcü çeteleri, başıbozuk sorumsuz katilleri savaşa sürmüşlerdir ve sürmektedirler.

Atatürk bir barışçı olarak ABD’nin ve NATO’nun planlayıp, kurgulayıp kotardığı savaşın tarafıdır. Bugün korkulan büyük savaşın, yeni bir dünya savaşının eşiğinde olduğu düşünülen Batı’nın savaşçılığına karşı barışçı Atatürk, insanlığın toplu çıkarının sözcüsüdür.

Atatürk, savaşçı Batı’ya, emperyalizme karşıdır.

Bu yıl, bu ay onu en çok barışçılığıyla anmamız gerektiğinin gerçeği burada yatmaktadır.

Bir ülke olarak barışçılık, emperyalizm çağında bağımsız olmakla mümkündür. Atatürk’ün bağımsızlığı ve bağımsızlık savaşı, barışçılığının temeli ve dayanağı olmuştur.

Yurtta sulh, cihanda sulh” slogan olsun diye söylenmemiştir, bir özlemi dile getirmek için ileri sürülmemiştir; uygulanması içindir ve uygulanmıştır. Ve bu, Türkiye Cumhuriyeti’nin saygınlık nedenlerinden biridir.

Büyük devlet adamının, barışçı bir devrimcinin barış siyaseti, ülke için bir ilkedir, bölge için bir vazgeçilmez bir yönelimdir, dünya için ise önemli bir mesajdır.

Emperyalizmin kuyruğuna takılan ve ABD’nin vaatlerine kanan Ukrayna ve Yunanistan gibi ülkelerin yönetimleri savaşçılığın çukuruna düşmüşler ve toplumlarına ihanet etmişlerdir.

*

Kasım ayında olasılık içinde olan olaylar olarak, ekim ayının bir benzerini yaşayacağız demek hiç yanlış olmayacak. Çünkü ekim ayı olaylarının bir kısmı, “devamı gelecek ay” niteliğindedir. Bunlar neler dersek, “Ukrayna” savaşı, iki arada kalmış ve bocalamakta olan Almanya’nın arayışları, Avrupa’da Amerikan karşıtlığı, AB’de yeni hükümet buhranları, ABD’nin Türkiye’ye yeni baskı yolları denemesi, “Yunanistan”-Türkiye savaşı, kimyasal silahlar iftirasının hiç bir işe yaramamasının görülmesi vb.

Atatürk’ün Cumhuriyet’e en önemli armağanı olan barışçılığa rağmen, ABD’nin kuyruğuna takılan, Batıların arasında kabul edildiği için şımaran ve kendini bilmez bir duruma düşen Yunanistan barışçı Türkiye ile çekişerek kötü gelişmelere yol açacak gibi görünüyor.

Türkiye’miz önemli bir ülke. Avrupa için önemli, Asya için önemli, Amerika için önemli, ve güncel olarak NATO için de çok önemli. Kasım ayında bu gerçek bütün herkesin kafasına bir kez daha çakılacak. İsveç’in yeni başbakanı ve NATO’nun Genel Sekreteri kasım ayının ilk haftasında Türkiye’de olacaklar.

Nedeni ortada.

Finlandiya ve İsveç, ABD tarafından NATO’ya alınmak isteniyorlar. Bu ülkelerin yönetimleri buna karşı değil, tam tersine, gönüllü olarak Amerika’nın denitimine girmek istiyorlar. Sorun, bunu Türkiye’nin önleyeceğini belirtmiş olmasında.

İsveç yeni yeni yönetimiyle Türkiye’nin istediklerini yaptım, yapıyorum, ben hazırım, onayına talibim diyor.

Amaç, ABD’nin Türkiye’ye yaptığı gibi, Rusya’nın da kuşatılması. Bu iki ülke kuzeyi ve Baltık denizini Rusya’ya kapatmış olacak.

Bunlara göre, olacakların bu belli olanları dışında büyük sürprizli gelişmeleri de beklemek yanlış olmayacak. Ancak hiç bir olumsuz beklentimiz, giderilmesi zor zararlara yol açacak bir beklentimiz yok!

Zor durumda olan bugün Türkiye değil!

NOTLAR

1 Bugün Alman iktidar politikacıları içinde en Amerikancı olan Baerbock Almanya’yı savaşçılığa ve bunun propagandasına sürükleyenlerin en önemlisi. Türkiye düşmanlığından da geri durmayan Yeşiller Partisi mensubu bu dışişleri bakanına göre PKK terör örgütü, “özgürlük savaşçıları”ndan oluşmuş olup haklı bir savaş vermektedir. Baerbock onları her bakımdan desteklemeyi doğru görüyor.

Bu durumda şu söylenebilir, Almanya böyle bir dışişleri bakanı şimdiye kadar görmedi.

2 Almanya’da İktidar ve muhalefetin siyasal partiler düzlemi dışında kalan “Amerika’nın savaşına katılmaya karşı” olanlar Dışişleri Bakanı Baerbock’u en sert şekilde kınıyor ve teşhir ediyor. Örneğin, Sol Parti’de bulunan Sahra Wagenknecht, bakanı Alman siyasal ortamının en zararlı, en tehlikeli, en ikiyüzlü ve en becereksiz adı olarak ilan etti. Ve şimdi bu yüzden partisinden atılması söz konusu. Daha önce Oscar Lafontaine aynı görüşleri ileri sürdüğü için Sol Parti’den ayrılmak zorunda kalmıştı.

3 Avrupalıların ayrımcılıkları ve ırkçılıkları konusunda “Avrupalı” başlıklı yazımıza bkz. Dağarcık Türkiye, Nisan 2022 (http://dagarcikturkiye.com/2022/04/01/avrupali/).

4 Şimdiye kadar ABD, hibeleriyle korkunç ölçülerde “yatırım” yaptığı gibi, en son haber olarak, Almanya’nın Yunanistan’a birçok tank ve savaş aracı hibe ettiği öğrenildi (20 Ekim).

5 Borrell Fontelles’in bu sözlerinin, Türk medyasında arandığında gazetelerde pek yer alamadığı görülüyor. Biz Aydınlık gazetesinde bir köşe yazısında rastladık (Utku Reyhan, “Borrell’in Bahçesi Putin’in Ormanı”, 18 Ekim 2022, s. 8).

Bunları da sevebilirsiniz