Üçüncü Dünya Monologları: İkinci Yüzyılda Yeni Bir Dış Politika Mümkün mü?

Üçüncü Dünya Monologları yazı dizisinin bu son yazısında Üçüncü Dünyacılık tartışmaları çerçevesinde, Türkiye’nin dış politik olanak ve kısıtlılıkları konusunda kalem oynatacağım. Bu konuyu özellikle önemsiyorum çünkü Türkiye kuruluşunun ve kurtuluşunun ikinci yüzyılına adım atıyor. Bir asırda dış politika alanında pek çok gelişme oldu kuşkusuz. Ama geçtiğimiz 20 yıl, kopuşların ve depremlerin olduğu, güçlü Türkiye söylemlerinin ardına sığınan bir tükeniş dönemiydi belli ki. Bu açıdan, Üçüncü Dünya daha doğmadan önce üçüncü dünyacı bir mücadele ile kurulmuş bir ülkenin, ikinci yüzyılında nasıl düzlüğe çıkabileceğine ilişkin bir çerçeve çizmek gerekiyor. Elbette çok konu, çok sorun var. Hepsine değinmek, ayrıntıya girmek mümkün değil. Burada genel hatlarıyla bir rota belirlemekle yetinmek zorundayız.

Tehditler

Türkiye’nin dünya haritasındaki konumuna bakmak, nasıl zorlu bir jeopolitik konumda olduğunu anlamak için yeterli. Burada en önemli başlıkları sıralayarak konuya açıklık getireyim.

İstikrarsız bir Bölge: Türkiye dünyanın en istikrarsız bölgelerinden birinde konumlanıyor. Yalnızca geçtiğimiz kırk yılda bile dünyadaki en önemli savaş ve krizler Türkiye’nin en yakınındaki çemberde gerçekleşti: İran-Irak Savaşı, Irak İşgali, Renkli Devrimler, Rusya’nın Gürcistan Müdahalesi/ Suriye Krizi/ Dağlık-Karabağ Savaşı, Ukrayna Savaşı… Bölgede, istikrarsızlığa temel oluşturan ve perçinleyen çok önemli sosyo-kültürel fay hatları var. Çok etnili-çok din ve mezhepli bu “zengin” bölgede zayıf kurumsallaşma, hukuksuzluk, pre-modern üretim ve yönetim biçimleri, rıza mekanizmalarının gelişmemiş olmaması istikrarsızlığın gelenekselleşmesine neden oluyor.

Dış Güçlerin Müdahalesi-Mücadelesi: Evet, bölgenin iç dinamikleri zaten istikrarsızlık oluşturmaya yatkın. Ama Türkiye’nin konumlandığı bölge yüz yıllardır “dış güçler”in kayıtsız kalamadığı, “dış güç müdahalesinin” içselleştiği bir bölge. Kimi zaman zengin ham madde kaynakları, enerji kaynakları, kimi zaman enerji aktarım yollarının önemi, kimi zaman ticaret rotaları, büyük pazarlar, jeopolitik paylaşım rekabetleri asırlardır bölgenin gerçeği. İç savaş görünümlü kıyımlar, işgaller, örtülü-açık darbeler ve kimi zaman ticari-askeri anlaşmalar… Müdahalenin 50 tonu egemen bölgede. Yalnızca müdahale de değil, Türkiye’nin de dahil olduğu bölge büyük güç mücadelesinin de sürdürüldüğü çeper. Türkiye’nin Körfez savaşından beri ABD ile komşu olmadığını ya da Suriye Kriziyle Rusya’yla güneyden de komşu olmadığını kim iddia edebilir?

Kangrenleşmiş İkili Sorunlar: Türkiye’nin en yakınındaki bu sorunlu çemberdeki ülkelerle, kangrenleşmiş ikili sorunları var. Sınır komşularından Yunanistan’la, Ege denizindeki, Doğu Akdeniz’deki sorunlar ve iki ülkedeki Türk-Rum nüfusun sorunları en az yarım asırdır çözülemiyor. Ermenistan’la ilgili sorunlar ya Batı güdümünde ele alınıyor ya da gündelik siyasal çıkarlara kurban ediliyor. Yunan ve Ermeni diasporaları, bir blok halinde tüm dünyada Türkiye ve Türk karşıtı politikalarla güç kazanıyor. PKK ve çeşitli uzantılarının Türkiye’nin güney ve doğu komşuları Suriye, Irak ve İran’da yuvalanmalarının ya da destek bulmalarının önüne kesin olarak geçilemiyor. Suriye ile 10’u aşkın yıldır, etkileri daha yıllarca devam edecek örtük bir savaş sürdürülüyor.

Türkiye’nin Toplumsal Gerilimleri: Türkiye yukarıda ana hatlarını belirtmeye çalıştığım bölgenin dışında değil. O sorunlu bölgenin ta kendisi. Cumhuriyet devrimlerinin ve sonraki siyasal çabaların, Türkiye’yi özellikle Ortadoğu’daki komşularından hayli farklı kıldığı tartışma götürmez bir gerçek. Bu açıdan kurucu kadrolara ve yurtsever ardıllarına çok şey borçluyuz. Ancak gerilimli sosyo-kültürel fay hatlarının varlığı, yurttaşlık kültürünün oturmaması ve toplumun pre-modern aidiyetlerinin kamusal alanı domine etmesinin önlenememesi Türkiye’yi güçsüzleştiriyor. Tüm bunların “dış güçlerin müdahalesine” açık olması sorunları kangrenleştiriyor.

Türkiye’nin Yönetim Sorunu: Geçtiğimiz 20 yılda Türkiye’deki kurumsuzlaşma ve hukuksuzlaşma hayret verici boyutlara ulaştı. Toplum siyasal olarak muazzam derecede kutuplaştı. Rıza mekanizmaları toplumun bir kesimi için toptan tükenirken, diğer kesimi için rüşvet mekanizmalarına dönüştü. Bölgeye istikrarsızlık ihraç eden dış politika sonucunda bölgedeki gerilimler Türkiye’ye giderek daha fazla sızıp köklendi. Ulusal çıkarlardansa kısa süreli siyasal çıkarlara hizmet eden dış politikanın en görünür sonuçlarından olan göç ve göçmen krizi zaten sorunlu demografik ve ekonomik yapıyı daha da gerginleştiriyor. Yeni ekonomik, toplumsal ve milli güvenlik sorunları patlamaya hazır bir bomba gibi acemi ellerde tik tak ediyor. Ayrıca AKP politikaları sonucunda artık Türkiye öngörülebilir ve güvenilebilir bir aktör değil. Tahmin edilemez ve diplomasiyi rüşvet masasına çevirmiş aktörlerin “idare ettiği” bir ülke. Yönetilmiyor. Savruluyor. Sorun şu ki, bazıları için bu haliyle etkin bir “maşa” olarak algılanıyor.

Olanaklar

Göreli Avantajlar: Tüm sorunlarına ve 20 yıllık kötü yönetim deneyimine rağmen Türkiye bölge ülkelerine kıyasla pek çok alanda çok daha iyi durumda. Öncelikle sosyo-kültürel fay hatlarına rağmen Türkiye’de beraber yaşama kültürü, artısıyla eksisiyle bir şekilde oturmuş durumda. Dış güçlerin tüm çabalarına rağmen Türkiye’de toplumsal gerilimlerin bir iç savaşa evrilmesi önleniyor. AKP dönemi kurumsuzlaşma ve hukuksuzlaşma egemen olduğu halde Türkiye, bölge devletleriyle kıyaslandığında hala modern devlet özellikleri taşıyor. 20 yıllık İslamcı yönetime rağmen Türkiye “İran olmadı.” Türkiye hala bölgenin en güvenli limanlarından.

Jeopolitik Konum: Doğru, yukarıda Türkiye’nin jeopolitik konumundan kaynaklanan önemli olumsuzluklarla karşı karşıya olduğunu belirttim. Ama Türkiye ehil ellerle yönetilirse jeopolitik konumu, geçmişte dönem dönem deneyimlendiği gibi çok büyük bir avantaja dönüşebilir. Türkiye, eski kıtanın merkezinde, Avrasya’nın kalbinde. Dolayısıyla jeopolitik konumu, Türkiye’nin bağımsız dış politika üretmesi için en önemli avantajlarından birisi olabilir. Doğusundaki ve Batısındaki paramparça olmuş mücadelelerde Türkiye, her aktörün yanında tutmak kimsenin düşmanlaştırmak istemeyeceği ama kimsenin de parmağında oynatamayacağını bildiği bir ülke olabilir. Bunun için sağlam bir siyasal irade ve istikrarlı, ilkeli bir duruş gerekiyor.

Yetişmiş İnsan Gücü: Yetişmiş insan gücü Türkiye’nin en önemli olanaklarından biri. Bu ülke tüm defolarına rağmen dünya çapında bilim insanları, mühendisler, doktorlar, kalifiye iş gücü yetiştirmeyi başarabildi. Evet, son kertede bu ülke yetişmiş insan gücüne insanca bir hayat sunmakta sınıfta kalıyor. Zaten mevcut iktidarın böyle bir kaygısının olup olamadığı da tartışılır. Yetişmiş insan gücünün önemli bir kısmı ülkeyi terk ediyor. Şimdi gidenler 1960’larda Avrupa’ya gidenlere kıyasla çok daha kalifiye ve Avrupa açısından çok daha “makbul” bir kitle. Çok daha etkili yerlerde önemli misyonlara gelebilirler. Bu kitle, kendilerine bir gelecek sunan bir iktidarda ülkeye döner dönmez bilemem. Ama çoğunun Türkiye için en azından etkili bir diaspora olabileceğini düşünüyorum. Ayrıca, her şeye rağmen ülkesi için mücadeleye gönül vermiş binlerce kişilik sivil bir yetişmiş insan gücü ordusu var. İyi yönetim talep eden etkin ve mücadeleye açık pırıl pırıl insanlar… Hazırlar. Hazırız.

Gelenek: Türkiye’nin en önemli gücü belki de geleneği. Bu gelenek, en genel anlamda Türk devrimini yapanların açtıkları yoldan gitme, onların hatalarından öğrenme, onların koyduğu çıtayı yükseltme çabası üzerine kurulu. Hariciye geleneği, TSK geleneği, her şeye rağmen bugün Türkiye’yi ayakta tutuyor. Daha önce “başarmış” olmanın gücü, kurumsal hafızayı canlı tutuyor.

İkinci Yüzyıl’da Nasıl Bir Dış Politika?

Her şeyden önce “Yurtta Barış Cihanda Barış” demekten asla vazgeçmemeliyiz. “Savaş zaruri ve hayati olmalıdır. Milletin hayatı tehlikeye maruz kalmadıkça savaş bir cinayettir.” deme olgunluğunu göstermiş bir asker önderliğinde kuruldu bu ülke. Savaştan ve istikrarsızlıktan değil, barıştan ve dayanışmadan beslenmeli. İnsanlığın ortak mirasını yüceltmeli, bir tuğla da biz koymalıyız.

Atatürk de elbette dünyanın bir “kurtlar sofrası” olduğunu biliyordu. Geçmişte olduğu gibi bugün de ne jeo-politikadan ne eko-politikadan kaçınılabilir. Türkiye’nin konumlandığı bölgelerdeki sorunlardan uzak kalabilmesi, ikili sorunlarını çözebilmesi gerekiyor. Ayrıca, Türkiye hem jeopolitik konumu hem de sosyo-politik yapısı gereği kendi içine hapsolabilecek bir ülke değil. Etkin olmaktan çekinmemeli. Dış politikasını bölge istikrarına katkı koyacak yönde atmalı. Dinamik olmak, dünyadaki gelişmeleri iyi okuyup ona göre konumlanmak kaçınılmaz ama dinamizm adına 100 yıllık gelenekler bir gecede harcanmamalı. Bu, çok detaylı hesaplama gerektiren ince bir iş şüphesiz. Askeri gücü ve yumuşak gücü akıllıca harmanlayarak tatbik edilebilecek bir hedef.

Rota, “ulusal çıkar”. Elbette ulusal çıkar çok muğlak ve soyut bir kavram. Burada kast ettiğim, dış politikanın kısa vadeli siyasal ihtiraslara ve şahsi çıkarlara alet edilmemesi gerektiği. Dış politika, ülkenin yurttaşlarının onuru, refahı ve esenliği için yapılmalı. Yalnızca yurttaşları değil, gelecek nesilleri de etkileyeceğini bilmenin sorumluluğuyla bakılmalı.

Dış politika, Türkiye’nin “muasır medeniyet seviyesi”ne gelmesine hizmet etmeli. Yurttaşlarına dünyada onurlu bir biçimde var olma olanağı sunmalı. Kaynaklarını peşkeş çekmeden, başka halkları sömürmeden ekonomik gücünü artırmaya hizmet etmeli.

Tam Bağımsız Türkiye şiarımız. Türkiye, herhangi bir başka devletten direktif almayan, başka siyasal aktörlerin çıkarlarına alet olmayan, kendi ulusal çıkarları için politikalar geliştirebilen, egemen bir devlet olmalı. Dış politika buna hizmet etmeli. Bunun için iç cepheyi güçlü tutmalı, çağı yakalamalı, tehdit ve olanaklarını iyi okumalı. İç sorunları manipüle edilebilir olmaktan çıkarmalı. Dış güçlere malzeme vermeyi önleyecek denli bütünleşik bir iç cephe kurabilmeli. Yurttaşıyla ve kurumlarıyla ülküde bütünleşebilmeli. Yönetimde rıza mekanizmaları güçlü tutulmalı. Öz kaynaklarını çoğaltmalı, nitelikli hale getirmeli.

Bağımsızlık, ilişkisizlik demek değil. Aksine mümkün olduğunca fazla ve onurlu ilişkiyle tabanı kuvvetlendirerek edinilebilir. Üçüncü Dünyacılığın öncü liderlerinden Nehru, Soğuk Savaş koşullarında ve İngiliz sömürgesi olmanın elem deneyimine dayanarak Bağlantısızlığı açıklarken şöyle diyor: Bir bloğa dahil olarak, sırf o blok savaşıyor diye savaşa girmeyeceğiz. Günü geldiğinde gerekirse, çıkarlarımız gerektirdiği için çıkarlarımızın gerektirdiği tarafta savaşa gireriz.” Nehru’nun bu ifadeleri dış politikada kendi gündemini yaşamanın önemine işaret ediyor.

Tam bağımsız Türkiye, dünya ile çıkarlarının gerektirdiği şekilde mümkün olduğu kadar derin ilişki içerisinde olmalı. Dünya çok kutuplu hatta kutupsuz bir yapıya bürünüyor. Bu koşullarda, dünyayı yeniden iki kutuplu bir yapıymış gibi sunmaya çalışanların gündemine kapılmak tehlikeli. NATO mu ŞİÖ mü? Demokrasi mi otoriterlik mi? ABD’mi Rusya mı? Gümrük Birliği mi Kuşak ve Yol mu?

Bu ikilikler Türkiye’nin değil, dünyadaki kutuplaşmadan beslenme niyetinde olanların ikilikleri. Türkiye’nin iç ve dış sorunları da olanakları da bu ikiliklerin çok ötesinde. Ama ne kadar çok aktör bu ikiliklerde taraf olursa, kutuplaşma o kadar büyük bir gerçeğe dönüşme potansiyeli taşıyor. Bu ikilikler, Türkiye için tehlikeli. Türkiye’yi gerçekliğinden bağımsız dar sulara hapsediyor. Türkiye Rusya’yla da Suriye’yle de İran ve Irak’la da makul ve sürdürülebilir ilişkiler içinde olmak zorunda. Ama hala Avrupa, Türkiye’nin en önemli dış ticaret müttefiki, tarihsel bağlar yadsınamaz. Emperyalizme direnmek Türkiye’nin ve tüm Ortadoğu halklarının çıkarına. Ama Türkiye, muasır medeniyet seviyesine de ulaşmak zorunda. Telafi edilecek onlarca yıl var. Emperyalizme direnmenin bedeli Ortaçağ karanlığına hapsolmak olamaz. Türkiye, ikinci yüzyılında, kendisine dışarıdan dayatılan ikiliklere direnmeli, kendi gündemini yaşamayı bilmeli. 20.yüzyılın başında olduğu gibi, İkinci Dünya Savaşında olduğu gibi.

İşte bu nedenle başlıktaki soruya “evet” diye yanıt verebiliyoruz. Başka bir dış politika mümkün. Daha önce yaptık, yine yaparız, daha güzelini yaparız.

Bunları da sevebilirsiniz