“Ülkesini, yüksek istiklalini korumasını
bilen Türk milleti, dilini de yabancı diller
boyunduruğundan kurtarmalıdır.”
(2 Eylül 1930) GAZİ MUSTAFA KEMAL
Prof.Dr. İlber Ortaylı, bir kitap fuarındaki söyleşisinde televizyonda yanlış Türkçe konuşulduğunu söyleyerek, RTÜK’ün bu konuya eğilmesini istemiş. Haklı tabii. Sözlerine, “Bütün sunucuların, spikerlerin, beylerin” eklemesini yaparken, “bilhassa hanımlar” da demiş (13 Haziran 2022, gazetelerden). Herhalde kadınların doğru Türkçe konuşma konusunda yeteneksiz, dikkatsiz, beceriksiz oldukları yolundaki önyargılı olanlardan olsa gerek, bence “hanımlara” haksızlık etmiş. Neden derseniz, televizyon spiker ve haber sunucuları kadın olduklarında genellikle Türkçe konusunda kötü ve yanlış konuşmuyorlar. Ayrıca haber-panel televizyonlarında en çok, daha çok erkekler konuştuğu için doğal olarak erkeklerin yanlışları dikkati çekmeli, “bilhassa hanımlar” dememeliydi. Çünkü cinsler arasında. haber-panel ağırlıklı belli kanallar dikkate alındığında konuşanlar çoğunlukla erkekler. Kaldı ki, demin dediğim gibi sunucu ve spiker hanımlar genellikle telaffuzlarında iyi not alıyor.
Ama onun seyrettiği programlar sıklıkla kadınların konuştuğu programlarsa, sanmıyoruz ama bu durumda elbette “bilhassa hanımlar” demekte haklı olur, çünkü oralarda düzey –her bakımdan– oldukça aşağılardadır; kastım, kimi televizyonlardaki “aile sorunları” ve “yemek çekişmeleri” programları.
Bunlara neden dikkat ettim, eğer ünlü tarihçimiz ucu açık bitmeyen televizyon panellerini ve tartışmalarını daha fazla izlemiş olsaydı (ki izlemiyor olmasını anlayışla karşılıyorum, tarihçilerin, aslında bütün bilimcilerin, yazarların, düşünürlerin onlara vakit ayırması kolay değil), koca koca profesörlerin, akademisyenlerin, stratejistlerin, emekli paşaların, muhterem aydınların (bunlar hepsi erkek!) dikkate değer bir kısmının ne kadar yanlış Türkçe konuşuyor olduklarını farkeder ve özellikle onlardan söz ederdi.
Ben böyle seçkinlerin hiç yapmaması gereken telaffuz hatalarından birincisi olarak “de”, “da” anlamındaki “dahi” sözcüğüne dikkat çekmek istiyorum. Bu sözcüğü dâhi şeklinde okuyanlar var, bir-iki kişi de deği bunlar.
Herkesçe bilindiği gibi dâhi, olumlu anlamda “olağan dışı insan”, deha sahibi insan, yüksek düzeyli insan, zekası, becerileri ve etkileriyle üstün olan insan anlamındadır.
Görüldüğü gibi, “dahi”nin bu başka anlamda farklı ve hatalı okunması, yanlış olması bir tarafa, gülünç de olmaktadır.
İlginç bir şey var, “dahi”nin yalnış bir şekilde “dâhi” diye okunması, yakın zamanla ilgili bir gelişme. On, yirmi, otuz yıl kadar önceleri bu yanlışı bu kadar sık duymadığımı (hatta dönem dönem hiç duymadğımı) biliyorum. Siz de farketmiş olabilirsiniz. Bunun açıklaması ancak şöyle olabilir; son on yıllarda televizyonlarda bu yanlışa alışmış birilerinden yayılmıştır. Elbette bunun altyapısının ilk ve ortaöğrenim eğitimindeki Türkçe derslerine bağlı olması, yetişme-eğitim sürecinden kaynaklanmış olması da gerekir. Son otuz-kırk yıldır eğitim düzeyinin biraz fazla düştüğünü herkes birbirine söylüyor zaten. Türkçe dersleri ve öğretmenlerimizle ilgili bir tarafı var yani. Öğretmenlerimizin eğitim düzeyleri ve sorumluluk duyguları da epey düşmüş olmalı.
(Sözcük olarak çok geçiyor diye belirtelim, demokrasiyi “demokraaaasi” diye okuyanlar da var!)
“Erkek” sunucu ve spikerlerin son zamanlarda yoğunlaşan hatalı söyleyişlerinden birisi “iddia” sözcüğü. Aşağı yukarı bunların hepsi, bu sözcüğü iddiya şeklinde okuyor, söylüyor. Sanki bunlara, iddia, “bundan böyle böyle okunası” diye talimat gelmiş ve ona uyuyorlar. Adeta sözbirliği de etmişler, o kadar sık duyuluyor. Haber dinlerken bir dikkat edin, hemen ve mutlaka siz de “duyacaksınız”!
Böyle söyleniş bozmaları nasıl bu kadar kısa sürede yaygınlaşıyor, anlamak mümkün değil, bu şaşılası bir anlaşılmazlık. “İddiya”, birkaç ay öncesine kadar yoktu, ben hiç rastlamamıştım. Bu yanlış okunuşun nasıl giderileceğine gelince ise insan umutsuzlaşıyor, çünkü düzeltilmesini bırakalım, galiba büyük bir hızla yayıldıkça yayılıyor.
“Erkek” sunucu ve spikerlerde başka gereksiz uzatmalar, vurgular ve tonlamalar var.
Televizyonlarda Amerikancanın Önlenemez Tırmanışı
Bir başka televizyon Türkçesi sorunumuz, yabancı dillerin sözcüklerinin Türkçemize sokuşturulması. Zannedersiniz ki Türk misafirperverliği devreye girmiştir, sınırlarımızdan girer girmez köylerimizde bağrımıza bastığımız turist yabancılar misali. Siyasal ortamlarda ve dinsel çevrelerde epey Arapça yeni sözcük duyuyoruz. “Yabancı diller” dedik, ama başı Amerikanca çekiyor.
Bu kez “kent kültürü”nde, lokasyon, lansman, destinasyon, prime time, start, relax, trend, check, feedback, ve bunlara her gün eklenen yenileri, televizyon izleyicisinin ya da “sosyal medya” takipçisinin “kelime haznesi”nin hızla genişlemesini sağlıyor.
Dikkati çeken bir şey, böyle sözcükleri kullananların çok doğalmış gibi bir hava sergilemesi. Sanılır ki, “nasıl olsa herkes biliyor, hatta benim gibi herkes kullanıyor” şeklinde düşünmekte.
Bu, Amerikan emperyalist kültürünün dilimize bir pandemi gibi bulaştırılması olduğu kadar, kullanma alışkanlığı olanların Amerikanca bildiklerini teşhir etme yolu. Bu arada Amerikanca bilmeyenlerin kullanması hevesi de oluyor, biliyor gözükme gayreti. Prim yapıyor olmalı!
Bu sokuşturulan sözcüklerin bazılarının anlamları biliniyor ya da anlaşılıyor, bilinmeyen ve anlaşılmayan bazıları seziliyor, hiç duyulmamış ve bilinmeyen bazıları bir süre sonra öğrenilse de, öğrenilemeyenleri yakıştırma yöntemiyle anlaşılıyor sayıyoruz. Şikayet yok, çünkü, “bu sözcük ne demek” diyen birisinin üzerinde “yoksa bilmiyor musun” şeklinde söylenmeyen ve bakışla iletilen bir mahalle “dayağı” var.
“Batılı” ve Batıcı görünme hevesini de yabana atmamak lazım.
Amerikancanın kullananlara hizmet ettiği şeylerden biri, Türk olmaktan kaynaklanan ezikliği giderme yolu!
Bunların arasında saçmalık düzeyinde olanı, “yuro” telaffuzu. Aslı Euro olarak yazılan bu para birimi mutlaka İngilizce okunuyor, ancak, Euro, sadece Amerika’nın değil, hatta İngilizce kullanan başka hiç bir ülkenin de parası değil. Ve Euro, Avrupa’da hiç birinin dili İngilizce olmayan belli sayıdaki ülkenin para birimi. O ülkeler de paralarını kendi dilleri nasıl gerektiriyorsa öyle okuyor (ve yazıyorlar). Dahası, bu para biriminin Türkçesi var, Avro. “Avrupa” sözcüğü nasıl Türkçeleştirilmiş ve “Avrupa” olarak başka türlü söylenmez ve yazılmaz olmuş, aynen öyle olması lazım, ancak medyamızı Amerika konuşturuyor!
Dilimiz medya denilen acaip yapı eliyle büyük bir saldırı altında. Bu Amerikancanın saldırısı yoluyla her geçen gün Türkçede hiç olmayan ve hiç bilinmeyen sözcükler dilimize yerleştirilmeye çalışılıyor. Bunun için ısrarla tekrar ediliyor. Bu tekrar edilmelerde kapılan veya havaya giren masumlar da var, onlar da bilerek ve farkında olmayarak tekrar ediyorlar ve sürece katkıda bulunuyorlar.
“w.w.w.”; bu kısaltma da nedense hep Amerikanca okunuyor, ama okunurken hem uygunsuz ve hem de zahmetli bir yol izlenmiş oluyor. Her harf üç heceden oluşuyor çünkü, dabulyu. Ve toplam dokuz hece. Neden böyle Amerikanca okunuyor, herhalde kimse düşünmüyor. Örneğin, Almanya bunu veveve diye okuyor. Kaldı ki, bu üç ve’nin okunması da gerekmiyor, okunmaması hiç bir şekilde bir eksiklik olmuyor çünkü.
Siyaey de böyle. NATO’yu nasıl Türkçe okunuşuyla yaygınlaşmışsak onu da aynı şekilde yapmamız gerekmez mi? “cıa” olarak söyleme şeklinde yani.
NATO’nun Türkçe okunuşunun açıklaması şöyle: Türkiye NATO’ya gireceği ve girdiği zaman, o günler 1950’li yıllardı, Amerikan kültürüne özenme Türkiye’de her yeri henüz sarmamış, ABD de henüz bütün kültürel-ideolojik varlığıyla dünyaya yüklenmesini en son noktaya henüz getirememişti. “NATO”yu milli bir şekilde okumuştuk (bağımsızlığımızı daha kaybetmemiştik!).
Çeşitli sözcükleri Amerikanca telaffuzla okumak öylesine tutkuyla yapılıyor ki, kimi Türkçe sözcükler bile öyle okunuyor. Örneğin, televizyonun kısaltılmışı tv oluyor ya, bu tv’yi herkes “tivi”, ya da “tiğvi” diye okuyor, oysa Türkçede “teve” diye okunması gerekir, harflerden “t” ve “v”nin okunuşu te ve ve şeklinde olmalı. Ama ısrarla Amerikanca okuyoruz.
Bunun yanı sıra Türkçeleşmiş yabancı dillerden gelmiş bazı sözcüklerin o dillerdeki gibi okunması da bir başka tuhaflık. Buna örnek İngilizceden dilimize girmiş ”miting”, Amerikancadaki miiiting, miğting diye okunuyor. Başka örnekler de var. Uzatmayalım.
Bütün bunların altında Amerikanca bildiğini göstermeye çalışmak yatıyor olmalı. Tuhaf olan İingilizce bilmeyenler de böyle yapıyor. Yoksa neden bu Türkçemizi bozmaya çalışma hevesi?
Türkçeyi Yazma Yanlışları!
Yukarıda saydığımız ve çok gördüğümüz bu kalburüstü insanların, bu televizyon seçkinlerinin genellikle yazdıklarını okumuyoruz, ve genellikle konuşmalarını duyuyoruz, eğer onları takip etmiyorsak. Bunların yazdıklarıyla ilgili bir önyargım var, ama önyargı dedim diye “yanlış yargı” olduğu sanılmasın, önyargılar, erken yargılardır belki, ama doğru da olabilirler. İlk kez gördüğünüz bir insanın samimiyetsiz olduğunu düşünmeniz gibi, bir önyargı olarak yanlış olabilir, yanlış çıkabilir, ama olmayabilir de, önyargı olarak doğru da çıkabilir.
Yazılım hatası önyargım şu; ayrı yazılması gereken “de”ler, “da”lar mutlaka bu seçkinlerin yazdıklarında bitişiktir! (Dâhi yanlışı sahiplerinden bu ayrı yazma işini yapabilenlerini tenzih ederim!)
Sırası gelmişken ayrı yazılması gereken cümleleri soru haline getiren ek-sözcükleri de belirtelim; mi, mu, misin, midir, mıyız gibi ekler hiç bir şart altında birleşik yazılmaz. Bu kadar kesinken ve bunun hiç istisnası yokken, neden böyle çok rastlanıyor? Daha doğrusu bunların bitişik yazılması neden arttıkça artıyor?
“Sosyal medya”da, ayrı yazılması gereken ama hiç ayrı yazılmayan bu ek-sözcükler, “sosyalmedyalılık”a bağlanarak “açıklanabiliyor”, ve zorla hoşgörülerimizin kapsam alanına sokuluyor! Başka ne olabilirdi, “demokrasi”nin sınırları patlama yaparak genişliyor demektir! Çünkü “katılım” kendi dar sınırlarını aşmış. “Ağzı olan konuşuyor” misali, tuşlar-harfler ve küçük, küçücük veya büyücek ekran bulan herkes “yazıyor”! Yazması olmayan insanlarımız yazıyor diye sevincimizden artık yanlış yazmasını mazur göreceğiz tabii. Ancak bilimsel kitaplarla, ciddi yayınlarda ve gazete-basın yazınında sıklıkla rastlanmasına ne demeli? Bunları nasıl mazur görmeli?
Ne yazdığı konusunda bir sorumluluk taşımayan insanların, nasıl yazdığı ile ilgili bir sorumluluğu olabilir mi? “Nasıl yazıldığı”, her zaman ve her durumda “ne yazıldığı”ndan sonra gelir! Hiç olmazsa bunu gözden kaçırmamalıyız.
Sonuç ve Bir Öneri
Yabancı dillerin sözcüklerinin Türkçeye taarruzunu günümüz gereği olarak Amerikanca ile sınırlandırmıştık. Aynı zamanda, medya Türkçesinde, ve elbette bunun yayılım gücü ile kitlesel ve konuşulan Türkçede, Amerikanca telaffuz yaygınlaşması üzerinde durmuştuk. Bu iki olumsuzluğun, yani dilde “kirlenme” ve “bozulum”un eşzamanlı oluşu, on yıllardır dilimizin maruz kaldığı bu “birleşme”-“bütünleşme”, doğaldır ki bir rastlantı değildi. Bu Amerikanca sözcük girişi ile Amerikanca okunuşlar, bu kesişme, dünya çapında yaşanan bir olayın bir cephesiydi; küreselleşmenin.
Küreselleşmeye başka, farklı, daha geniş anlamlar ve tanımlar vererek süreci zor anlaşılır bir hale getirenler, küreselleşmenin ABD’nin dünyaya kültürel, ekonomik, siyasal, askeri, teknolojik ve ideolojik saldırısı olduğunu hep gölgelemeye yönelikti.
Dilimizin yaşadığı bu amansız baskı, ABD emperyalizminin “küreselleşmesi”nin artık sonuç alamayacak ölçüde sonuna yaklaştığı bugünlerde yapılacak şeyleri de göstermektedir.
İlber Hoca RTÜK’e öneride bulunmuş, iyi etmiş, biz de bir öneride bulunalım. Üstelik bizim önerimiz çok somut, hemen yapılabilir, dar alanda bir paslaşmadır ve oldukça kolaydır.
Yeni bir emre kadar Euro, televizyonlarda yuro şeklinde okunmasın, hiç bir şekilde böyle okunmasın! Sadece Avro olarak okunsun, Avro diye okunsun! Yuro denmesi yasaklansın!
RTÜK; her şeyden önce televizyonlardaki “yuro”yu yasaklamalı. Burası Amerika değil, Türkiye!
Bu, Euro sözcüğü için bir çözümdür. Ve önerimiz, “Turkey”in Türkiye’leştirilmesine hem uygundur, hem de yerli ve milli olmaktır.
“Turkey”i Türkiye’leştiren bunu da yapar! Yapmalı!