Kurtuluş savaşımızdan sonra nüfusumuz 1927’de 13.6 milyona düşmüştü.Bu düşüşün özellikle 18 – 35 yaş arası nüfusta meydana gelmesi, durumu daha da ağırlaştırmıştı.Bu nedenle kurtuluş savaşı sonrası bir çok alanda kadınlarımız aktif görev almıştı.Örneğin bir çok muhtarlık görevini kadınlarımız üstlenmişti. Toprak işlenemiyordu. 26 Nisan 1922’de adi suçlular tarlalarda çalışmak üzere bir ay süreyle geçici tahliye edilmiş daha sonra bu süre üç aya çıkarılmıştı. Ülke zanaatkara hasretti.Bu yüzden her kasaba da iki demirci ve bir marangozun askerlikleri tecil edilmişti.Ülke de bir sermaye birikiminden söz etmek mümkün değildi. Ancak yine de tüm imkansızlıklara rağmen doğru politikalarla Türkiye’nin koşullarına uygun yatırımlar yapılmış, fabrikalar açılmıştı.
Kayseri’de uçak fabrikası kurma girişimi 15 Ağustos 1925’te Alman Junkers firmasıyla bir antlaşma imzalanmasıyla sonuçlandı. Kayseri uçak farikası 6 Ekim 1926’da açıldı.Kısa bir süre sonra Alman şirketinin ekonomik sıkıntıya düşmesi nedeniyle hisselerini Türkiye Cumhuriyet’i satın aldı.
Tayyare Cemiyeti’nin Fransa’da yetiştirdiği mühendis Selahattin Reşit Bey, ilk ulusal uçağı Eskişehir’de imal etti.İlerleyen süreçte başta Avrupa ülkeleri olmak üzere gelen alım siparişleri üretim bantlarımızın kapasitesi doğrultusunda karşılandı.
Devletçilik,liberal veya kollektivist bir sistem değildi.İki modelinde unsurlarına yer veren karma bir sistemdi.Türkiye 1923-1929 yılları arasında sabit fiyatlarla GSMH,ortalama %10.3 oranında büyümüştür.Tarım sektörü yıllık %12.9, sanayi sektörü %7.5, hizmet sektörü ise %8.1 oranında büyümüştür. Bu dönemlerde dış ticaret bilançosu ve gelir-gider dengesi fazla vermiştir.
Türkiye ekonomisinde kırılma Marshall yardımıyla olmuştur. Onu 12 Eylül 1980 askeri darbesi, Özal dönemi, Kemal Derviş ve son yirmi yıldır yaşanan dönem takip etmiştir. Birçok milli ve stratejik unsurlar özelleştirme adı altında satılmış, kurumlar yetmezmiş gibi hazine arazileri de satılığa çıkarılmıştır.
Tüm bu satışlara rağmen toplam dış borcumuz 460 milyar doları aşmıştır.140 milyar doları kısa,322 milyar doları uzun vadeli borçtan oluşmaktadır. 2002 yılında toplam borç 129 milyar dolardı.
Bu süreçte kamu’nun borcu 64.5 milyar dolardan 180 milyar dolara, özel sektörün borcu 43 milyar dolardan yirmi yılda yüzde 500 artışla 260 milyar dolar oldu. 2002 yılı sonunda 16.4 milyar dolar olan kısa vadeli borçlar yirmi yılda yüzde 850 artışla 140 milyar doları aştı.
Halen Türkiye’de 28 milyon sade vatandaşın banka ve finansal kurumlara 450 milyar TL’ lik bireysel kredi ve kredi kartı borcu vardır. Kişi başı ortalama borç 20 bin liraya dayanmıştır. TÜİK’in gelir dağılımı verilerine göre, borçlu hane halkının yüzde 65’i en az geliri olan hane halkıdan oluşmaktadır. 2002’den bu yana hane halkı borcu 70 kat artmış durumdadır.Açlık sınırı asgari ücretten daha yüksek olan ülkemizde sosyal entropi yani çürüme bireyden kurumlara kadar yayılmıştır.
Peki bu durumda enseyi karartmalı mıyız ? Tabi ki hayır. Yapılması gereken en önemli adım Kültür Devrim’i olmalıdır. Akabinde ekonomi,eğitim,sağlık ve diğer alanlarda adımlar atılmalıdır. 21. yüzyılın sunduğu yeni teknolojik olanakları en iyi şekilde değerlendiren, katma değeri yüksek ürünleri çıkaran bir üretim ekonomisi tek çözümdür. Karma ekonomi sistemiyle nasıl ki 1925-1947 yılları arasında gelir-gider bütçesinde fazla verdiysek yine üretime dayalı karma ekonomi sistemiyle bunu gerçekleştirebiliriz.
Dünya konjönktüründe neler yaşandığına bakarsak, birinci dünya savaşı kömür, ikinci dünya savaşı petrol, içinde yaşadığımız üçüncü dünya savaşı da petrol sonrası yeni dünya düzeni içindir.
Bugün dünya büyük bir kaosa sürüklenirken,sadece üç yılda üç trilyon dolar ek ulusal borç yüküne giren Amerika kime borçlanıyor?
Büyük bir çoğunluğu ülkeler gibi görünse de Londra merkezli varlık şirketlerine borçlanıyor. Yani Londra daki küresel sermayeye borçlanıyor. Önümüzde ki dönemde doların dijital paraya dönüşememesi durumunda, bu finansal şirketlerin varlıklarına önce bloke ardından el koyma seçeneği bizleri şaşırtmamalıdır.
Doların dijital paraya dönüştürülmesi halinde de sadece FED’e dair bir takım düzenlemeler yapılacaktır.
SDR ( Special Drawing Rights) uluslararası para fonu tarafından 1969 yılında meydana getirilmiş uluslararası bir rezerv para birimidir. Önümüzdeki süreçte nakit paranın tamamen kalkacağı sistemin merkezinde IMFCOIN planlanmaktadır.
IMFCOIN bu yeni sistemde dolara endeksli olacağı için ABD, ticaret gücünü koruyabilmeyi planlamaktadır. Bu doları dijitalde de rezerv para birimi yapmaktadır.
Çin ve Rusya, ABD’nin dijital dolarına karşı olup geliştirilecek dijital değerin altına endeksli olmasını istiyorlar. Yaşanan tüm gerilim bu aslında. Doğu Akdeniz krizi, Ortadoğu’daki çatışmalar, Asya-Pasifikteki gerginlikler, Suriye gerginliği ve Rusya-Ukrayna savaşı, ABD- Çin ticaret savaşında puzzel’ın birer parçalarıdır.
Küresel hegemonya el değiştirmeye hazırlanmaktadır ve çok kutuplu dünya düzeni net bir şekilde ortaya çıkmıştır. ABD bu döneme zayıf bir durumda yakalanmıştır. Ancak sahip olduğu okyanus coğrafyası, küresel çaptaki askeri üs kapasitesi, üstün askeri endüstri ile desteklenen nükleer ve konvansiyel askeri yeteneği ve son yetmişbeş yılda oluşturduğu pek çok ülkede hala geçerli olan Amerikan hayranlığı, söz konusu el değiştirme döneminin ve sonrasının ortamını şekillendirmek için kullanılmaya devam edilmektedir.
Bu süreçte ABD’nin askeri ve enerji alanında en büyük hedefi Rusya, siyasi ve ekonomik alanda ise Çin dir.
Her ne kadar Türkiye’de yapılan anketlerde ABD hükümetleri, halkın yüzde yetmiş’i tarafından düşman olarak algılansa da ABD, Türkiye’de etkisini sürdürmektedir. Dolar operasyonları,uluslararası yargı ve yaptırım tehditleri, Atlantik bağımlısı kamu-özel kişi, kurum ve kuruluşlar üzerinden yürütülen psikolojik harekat ile etkili olmaya devam eden ABD baskısı en azından Suriye,Libya,Doğu Akdeniz ve Rusya-Ukrayna savaşında Türkiye’nin zaman zaman zig-zag çizmesine neden olabilmektedir.
Türkiye bu tehdidi net bir şekilde kabul edip belirleyememektedir. ABD,Yunanistan ve GKRK (Güney Kıbrıs Rum Kesimi) ile ittifak seviyesinde Türkiye karşıtı askeri ve siyasi bir yapılanma içine girdiği halde, bazı üst seviye bürokratlar hala ABD ile müttfiklik bağından ve işbirliğiden bahsedebilmektedir.
ABD’nin yaratıcı kaos adı altında doktirine ettiği bu durumda,Türkiye coğrafyası ve çevresinde Türkiye’yi Amerikan eksenine ve soğuk savaş fabrika ayarlarına çekmek için her türlü yıkıcı ve kışkırtıcı senaryo denenecektir.
ABD’nin tek hedefi Rusya’nın askeri gücüyle, Çin’in ekonomik gücünün buluşmasının önlenmesidir. Bu nedenle ABD, çok akılcı politikalarla Rusya ve Ukrayna’yı birbiriyle çatıştırıp Avrupa Birliğini boşa düşürüp Çin’i çevrelemeye devam etmektedir.
Avrupa Birliği üyesi 23 ülke, Nato’ya karşı PESCO’nun kurulması için imza atmıştır. Almanya ve Fransa arasında yapılan görüşmeler sonucunda imzalar atıldı.Ticaret savaşı görüntüsüyle başlayan çekişme, ordu kavramına kadar geldi. NATO’nun Avrupadan gönderilmesi PESCO’nun kuruluş maddelerinden biridir. Kalıcı yapılandırılmış işbirliği savunma anlaşması anlamına gelen bu fikir uzun süredir konuşuluyordu. Ancak ABD’nin son zamanlarda takındığı tavır ,karşı tarafı hızlandırmıştır.
AB’nin güvenliğini sağlamak için oluşturmak istediği PESCO sadece Avrupa’da olmayacak.Afrika’da da sahne alacaktır. Fransa’nın egemenliğinde olan birçok Afrika devleti PESCO’yu kabul etti. O ülkelerdeki Amerikan üsleri için çok ciddi tehdit niteliğindeki bu adıma en büyük maddi destek ise Almanya’dan geldi. İngiltere,Danimarka,İrlanda,Malta,Portekiz PESCO için imza vermemiştir. Bu bağlamda Fransa’da yakın tarih içersinde birden başlayan ve hızla diğer Avrupa ülkelerine sıçrayan sarı yelekliler olayını da daha iyi anlayabiliriz.
İçinde bulunduğumuz çoğrafyada başlayan ve çok daha fazla genişleyecek olan askeri operasyonlar ve enerji koridorlarının paylaşımı öncesi, Avrupa kıtası kendi içine döndürülmüş, gelişmelere tavrı,refleksi sınırlandırılmış olmuştur.
ABD bu nedenle, Avrupa’ya çok bel bağlamada, Pasifikte, Akdenizde ve Karadenizde, Romanya, Ukrayna, Yunanistan, GKRK(Güney Kıbrıs Rum Kesimi) ve bir takım terör örgütü müttefikleriyle Rusya ve Çin’e karşı kendi askeri gücünü konumlandırma gayretintedir.
Avrasya coğrafyasında Çin, hızlı tren yolları, otoyollar, limanlar, enerji santralleri, petrol-gaz boru hatları gibi altyapı yatırımlarını finanse ederek, ülkesindeki egemen sermayenin ekonomik ve devletin stratejik gereksinimlerine uygun bir alan yaratmaya çalışmaktadır.
Çin bu projeye bugüne kadar 400 milyar dolardan fazla kaynak aktarmış, 86 ülkeyle 100’den fazla ortak proje üzerinde anlaşmıştır. Benzer yollarla Ortadoğu’da da yayılmaya hazırlanan Çin, Suriye’nin yeniden inşa sürecini finanse etmeye, İran, Irak ve Suriye’yi tek yol, tek kuşak projesiyle kendi nüfuz alanına bağlamaya hazırlanıyor.
Çin’in Ortadoğu’da ki bu hamlesine karşı ABD’de Arap Natosunu oluşturmaya çalışmaktadır. İngiltere’nin, Suudi Arabistan vatandaşlarını vize işlemlerinden muaf tutma çalışmalarını ve AB’nin körfez işbirliği ülkelerine vizesiz dolaşma hakkı verme çalışmalarını bu bağlamda düşünebiliriz.
Afrika ülkelerine verdiği krediler 110 milyar dolara ulaşan Çin, bu kıtada da benzer bir strateji izlemektedir. Gelecek on yıl içinde 19 Afrika ülkesinin ekonomilerinin büyüme hızı ortalama yüzde beş, toplam tüketim gücünde 2023’te 15 trilyon dolara ulaşacak olması bölgenin önemini daha da artırmaktadır. Dünyanın bugün geldiği noktada Asya yapıyor, Atlantik yapılanı bozmaya çalışıyor.
Emperyalizm Türkiye ve Rusya’yı birbirine düşman kılmak için birçok yolu denedi, deneyecektir. İki ülkenin içlerindeki güçlü Atlantikçi damarların tuzağına düşmeden, akılcı işbirliği yapmaları gerekmektedir.
Zig-zaglar sadece zaman kaybettirir. Emperyalizm veya son aşaması olan neoliberizm ise vazgeçmez. Çöken kenar kuşakta Türkiye öncülüğünde yeni dünya düzeninin tesisi hızlanabilir. Bu kapsamda Türkiye , din temelli, ihvan odaklı dış politikayı terk ederek, Mustafa Kemal realizmi içinde savunmacı ve Mavi Vatan merkezli, Rusya ve Çin ile işbirliğini hedefleyen dış politikaya geçmelidir.
Atlantik’in yıkıcı jeopolitik ihtiraslarının kurbanı olmadan Samuel Huntington’ın Medeniyetler Çatışması tuzağına düşmeden, ancak bu şekilde 21.yüzyılda tehlikeli sulardan açık denizlere çıkabiliriz.
Zaman tarihten, jeopolitik ve strateji biliminden ders çıkarma zamanıdır. Zaman Atatürk’ün ilkelerine sarılma zamanıdır. Zaman Türklüğün yüce değerlerini hatırlama zamanıdır. Zaman geldikleri gibi giderler deme zamanıdr. Zaman birlik olma zamanıdır. Ve zaman 7-10 Ekim tarihlerinde Karaburun’da, 28.Ütopyalar Toplantısında “100 yılında Emperyalizme Karşı Yeniden Ütopya” temasında buluşma zamanıdır.
Aydınlık bir ay dileğimle.