“Türkçesi Ne Ola?” ya da “dilinden utananlar!”

Dağarcık Türkiye yazarımız Ali Berk İdil,Nisan 2022 ayındaki “Türkçesi Ne Ola?” adlı yazısını

Bilim sanat fark etmez, tüm disiplinler öyle çok yabancı terim kullanıyor ki bunların hepsine birer Türkçe karşılık bulmak çok zor iş. Bulmak gerekir mi, bu da tartışma konusu tabii ama ben bulmanın yararlı olacağını düşünüyorum.” girişiyle başlatmış

ve yazısının bir yerinde de

Türkçe, onu işleyen varsa güçlü, onu kullanan varsa dinamik. Kimse Türkçenin kendisinden mucizeler beklemesin. Gereken, Türkçeyi olduğu gibi kabul edip bilim ve sanat dilini kuvvetlendirmeye çalışmak. “O onu tam karşılamıyor” diye mızıkçılık yapmadan, “ama bak şurada şöyle nüans var” diye yapay tartışmalar çıkarmadan, “Türkçe de bilim dili değil yahu” diye yılgınlık yemeden çalışıp üretmek, yeni ve eski her türlü meseleyi yeni kavramlarla düşünmek.”demiş.

Genç bir aydına Türkçemize sahip çıkarak onu geliştirmek konusundaki yaklaşımından dolayı teşekkür ediyorum ve O’nu kutluyorum.

İdil’in yazısı beni yıllar öncesine götürdü.

1982 yılının sonunda doçentlik tezimi vermiştim. Ancak 12 Eylül Amerikancı Askeri Darbe ile Ege Üniversitesi’nden uzaklaştırıldığım için dışarıdan doçentlik sınavına girmek zorunda kalmıştım. Doçentlik;yabancı dil sınavı,tezin kabulü,sözlü sınav ve deneme dersi olmak üzere dört aşamayı içeriyordu.Yabancı dil sınavından sonra toplanan jüri,tezimi kabul etmiş ve sözlü sınavına girmeye hak kazanmıştım.

Sözlü sınavım Ankara Üniversitesi’nde olmuştu. Tezimde,o yıllarda Türkçesi kullanılmayan kimi bilimsel terimlerin Türkçe karşıtlıklarını üretmiştim.

Jüri 5 kişiden oluşmuştu.Sınava girdiğim zaman en yaşlı profesörün ilk sorusu şu olmuş

ve ” Seni üniversiteden niçin attılar? Tezinden de bir dil anarşistti olduğun anlaşılıyor. Sen ne yetkiyle İngilizce ve Fransızca bilimsel terimlerin Türkçe karşıtlıkları bulmaya çalışmışsın? Onları olduğu gibi kabul etmelisin” diye çıkışmıştı.

Ben de saygılı bir biçemle kendisine, bilimsel terimlerin Türkçe karşıtlarını bulunabileceğini,Türkçenin en az diğer diller kadar bir bilim dili olduğunu, çabamın bu düşünceden kaynaklandığını söylemiş ve sonra kendisine bir soru sormuştum:

Hocam,Siz Türkçe ile bilim yapılamayacağına mı inanıyorsunuz? “ .Yanıt verememişti.

Ne yazık ki Türkiye’de batı dilleri ile eğitim yapan üniversiteler ve okullarımız var,başta bilim dünyasında olmak üzere toplumsal yaşamımızda kimileri yabancı terim ve sözcükleri kullanmaya devam ediyor.

Yıllar sonra Onlar için ”Dilinden Utananlar!” diye bir yazı kaleme almıştım. Bir kez daha okurlarımızın görüşlerine sunuyorum.

Dilinden Utananlar!”

İzmir’de,2020 yılında Çince, İngilizce, Fransızca ve Almanca eğitim yapan üniversitelerin ortaklaşa düzenlediği bir bilimsel toplantıya katılacağız. Toplantı yerine giderken, adları İngilizce yerine henüz Çinceleri konulmamış olan yerlere uğruyoruz.“Sultans of Simit” de kahvaltımızı yapıyoruz. Vaktimiz var “AFM Bowling”’e girerek oyun oynuyoruz. Bu arada ilgililere, İngilizce levhalar yerine “Neden Çince levhalar yok?” diye de soruyoruz. Çünkü ülkede, egemen dil Çince olmuş, her yerde Çin malları ve şirketleri var. Yurttaşlar da yarım yamalak Çince konuşuyorlar. Sonra, İzmir Outlet Center’in yanındaki “The Kordon Hotel” deki toplantı salonuna giriyoruz. “American Ti” müziği eşliğinde saygı duruşu yapılıyor(*) ve arkasından “Ulusal Marş” söyleniyor. Daha sonra, Çince açılış konuşması yapılıyor ve bildiriler sunuluyor. Çince,İngilizce,Fransızca ve Almanca konuşmalar,bilmeyenler için Türkçeye bir zahmet çevriliyor.Ara veriliyor,katılımcılar kendi aralarında Çince konuşuyorlar, çoğunluğu Türk olan delegeler ise Türkçe konuşmaktan kaçınıyorlar ve utanıyorlar. Türkçe artık bilim dili olarak da kabul edilmiyor.

Bu bir fantezi mi?Yoksa, gidişat bu doğrultuda mı? Çünkü,Türkiye’nin birçok kentinde yüksek öğretimin bir kesimi İngilizce ve Fransızca yapılıyor.Yetmedi;,İstanbul’da Almanca eğitim yapan bir üniversitenin de öğrenime başladığı biliniyor.

Türkiye’de birçok kişi ve kurum, üniversite eğitiminin yabancı dille yapılmasını savunuyor ve istiyor. Onlara göre, bilim ve teknoloji yüksek düzeyde Batı’da yapılıyor ve bu ülkeler sermaye, mal ve hizmetler üretiminde egemen oluyorlar. Bunun gereği olarak, yabancı dilde eğitim, Batı ile bütünleşmenin bir aracı olarak görülüyor. Diğer gerekçeler arasında; Türkçe’nin bilim dili olamayacağı, yabancı dille öğretim yapmanın eğitimin niteliğini artıracağı ve yabancı dille başarının yükseleceği gibi konular ileri sürülüyor.

Batı Dilleri İle Eğitim Yapan Üniversiteler Yerine Çince Eğitim Yapan Üniversiteler de Açılacak mı?

Burada bir soru soralım, bu düşünceleri savunanlara. Şimdiki durumda bile, dünyadaki sermaye, mal ve hizmetler üretimi, Doğu ve Güney Asya’ya kaymış durumda. İktisat uzmanlarının bildirdiklerine göre, dünya pazarının yaklaşık yarısına Çin ve Hindistan gibi ülkeler egemen olmuş. Önümüzdeki yakın yıllarda, gücün merkezinde Çin olacak gibi. Amerika Birleşik Devletleri’nin Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki yeni dünya düzeni adı altındaki girişimleri, bu telaşın bir parçası değil mi? Bu durumda, sermaye, mal ve hizmetler üretiminin egemenliğini Çin ele geçirecekse, yabancı dille eğitimi savunanların yaklaşımına göre, Çince eğitim yapacak üniversitelerin Türkiye’de de kurulması gündeme gelmeyecek mi, gelmez mi? Şaşırmayın, onu da savunacaklardır.

Yabancı Dilde Eğitimin Sefaleti

Yabancı dille eğitim yapan okullarda, öğrencilerin büyük bir çoğunluğu verilen dersleri tam olarak anlayamadıklarını, soru soramadıklarını ve ezberciliğe kaçtıklarını söylüyorlar. Ders veren ile alan arasında yarı Türkçe-yarı yabancı dille tarzanca bir iletişim kuruluyor. Sonuçta, irdelemeyen, salt kuru bilgileri alan teknik elemanlar yetişiyor. Mezun olanların ağırlıklı bir kesimi de ya yurtdışına giderek çalışıyor ve lisansüstü eğitim yapıyorlar ya da yabancı tekelci firmalarda istihdam ediliyorlar.

Ne Yapılmak İsteniyor?

Yabancı dille eğitim ile genç beyinlere yabancı bir düşünce tarzı ve yabancı bir kültür aşılanmaya çalışılıyor. Böylelikle, ülkesinin sorunlarına yabancılar gibi bakan, başkalarının çıkarları için tasarlanmış sosyo-ekonomik modelleri kendi modelleri sayan insanlar yetiştirilmek isteniyor.Attila İlhan, bunlara “ajan” adını vermekten kaçınmıyordu.

Bu doğrultuda bir yazı yazan Mümtaz Soysal hoca ise, “Gençliğin bir bölümünü, dış kaynaklı beyin yıkayışlara kendi eli ile teslim eden ve bunu hevesle yapan bir toplum, yalnız eski sömürgelerde vardır herhalde” diyor.

Kimilerine hatırlatalım: Türkler tarihin hiçbir döneminde sömürge olmadı. Çünkü Türk dili hep vardı, hep olacak.

——————————————-

(*)Daha önce kaleme aldığım “Ti Sesi Nereden Geliyor?”adlı bir makalemde, Türkiye’de resmi törenlerde İstiklal Marşı’nda önce yapılan Saygı Duruşu’nda çalınan Ti Sesi’nin, Amerikan iç savaşı sırasında savaşın yıkımlarına karşı bestelenmiş bir ağıt olduğunu belgesiyle yazmış,Amerika için önemli olan bu müziğin Türkiye için neyi ifade ettiğini yetkililerden sormuş, konunun yalnız müzik bilimcilerini değil, bütün yurtseverleri ilgilendirdiğini belirtmiştim.

Yazım saygın bir müzik dergisinde yayınlanmış,kimileri alıntı da yapmıştı.Muğla Barosu da yazımdan sonra gereğini yapmaya çalışmıştı.Bununla birlikte konuda bir değişiklik olmadığı gibi müzik bilimcileri de ses çıkarmadılar.Mankurtlaşmanın bu kadarına ne demeliyiz,bilmek olası değil.

Bunları da sevebilirsiniz