“Bırakmam, Bırakamam, Bırakmayacağım!”
Türk İstiklal Mücadelesi’nin en buhranlı günleri belki de 1921 yılı yazında yaşanıyordu. İstilacı Yunan Ordusu Ankara yakınlarına dayanmıştı.
Meclis bu korkunç durumdan kurtuluş için çareyi Mustafa Kemal’in ordunun başına geçmesinde buldu.
Mustafa Kemal Paşa, “ Meclis kendisinden istediğim yetkiyi verirse, başkomutanlığı üstleneceğim ve düşmanı durdurup yeneceğim. “ dedi. Bunu söylediğinde, askeri bir rütbesi yoktu. Özellikle başkomutan unvanı ve Meclis’in yetkilerinin 3 ay süreyle devredilmesi konusunda Genel Kurulda çetin tartışmalar yaşandı. 5 Ağustos’ta Mustafa Kemal Paşa, meclisin yetkileriyle donatılarak oybirliğiyle Başkomutan seçildi.
Olağanüstü yetkilerini sihirli bir değnek gibi kullanan Başkomutan, kısacık sürede milletin gücünü ordunun gücüne katmayı başarıyor, Sakarya boylarındaki boğuşmalarda ise olağanüstü yetenekleriyle düşmanı durdurup, yüz geri ediyordu.
Zaferin ardından Türk Ordusu düşmanı yurttan kovmak için derlenip toparlanırken, Kuvayı Milliye Ruhu çetin tartışmalar içinde zor günler geçiriyordu. 1922 yılının Mayıs ayı Meclis’te çalkantılı oturumlar ve gergin tartışmalarla yeni bir kriz yaratıyordu.
İngilizlerle yapılan esir değişimi anlaşmasıyla, Malta’da tutulan isimler serbest bırakılmış, bunların bir kısmı Meclis’teki İkinci Gruba yani muhaliflere katılmıştı. Onların da verdiği güçle askeri eleştiriler yükseliyor, “ ordu niye taarruz etmiyor” sorusu dillendirilerek, ordunun taarruz kabiliyeti olmadığı algısı yaratılıyordu.
Bu durumun, diplomatik sahada da yansımaları oluyordu. Örneğin İngilizler dahi Anadolu’nun ekonomik bakımdan bitkin bir durumda olduğunu düşünüyor, bu nedenle Türk ordusunun genel bir taarruz gücüne sahip olmadığını değerlendiriyorlardı.
Bu şartlar altında, Sakarya Meydan Savaşı öncesinde çıkarılan başkomutanlık kanununun uzatılmasının vakti gelip çattı. Meclisteki muhalifler, kanunla Başkomutana verilen salâhiyetlerin kaldırılmasını istiyordu. Durum korkunç denecek bir hâl almıştı.
“Muhalifler önemli bir tartışma çıkardılar. Yapılan gizli oturumda, kanunun varlığından artık bir fayda olmadığını ve başkomutana verilen geniş yetkinin devamının zararlı olduğunu söylediler. Kara Vasıf bey söz alarak, “ Ordu taarruz kabiliyetinde değildir. Bu kabiliyeti bu güne kadar temin edememiştir. Ordu bu güne kadar yerinden kıpırdamadı ve kıpırdamayacaktır” dedi. Muhalifler bir alkış kopardılar. Bu alkışa çok hayret ettik. Ordunun yerinden kıpırdayamayacağını söyleyen bir mebusu alkışlamak ne demekti? Bir ordunun kudretsizliğinden ancak düşmanları memnun olurdu.”1
Başkomutan, konuyu yakındaki arkadaşlarıyla yüz yüze görüştü, uzaktaki silah arkadaşlarıyla telgraflaştı. Ne yapacağını düşünürken küçük not defterine 3 kelime yazdı. “Bırakamam, yani bıraktırmazsınız.” 2
Ertesi gün Başkomutan, Meclis’teki gizli oturumda sert bir konuşma yaptı. Bu hareket biçiminin orduyu dağıtma, hükümeti çıkmaza sokma olasılığı üzerinde durdu ve buna ulusun katlanamayacağını ifade etti.
“… Vasıf Bey demiş ki, ‘yerimizden kıpırdayamadık ve kıpırdayamayacağız!’ Bazı arkadaşlarımız ordunun kıpırdayamayacağını ileri süren bu sözleri alkışlamışlar. Efendiler! Buna yalnız üzülmekle kalmadım, çok da utandım. Rica ederim, bu olayı buraya gömelim, kimse işitmesin.”
“Bu dakikada ordu komutansızdır. Eğer ben, ordunun komutasını bırakmıyorsam, yasaya aykırı olarak komuta ediyorum. Mecliste beliren oylara göre, hemen komutadan el çekmek isterdim. Başkomutanlığımın sona erdiğini hükümete bildirdim de. Ama önlenemeyecek bir kötülüğe yol açmamak zorunluluğu karşısında kaldım. Düşman karşısında bulunan ordumuz başsız bırakılamazdı. Bunun için bırakamadım, bırakamam ve bırakmayacağım.”
Neticede, 11 karşı oy ve 15 çekimser oya karşı 177 oyla yasa kabul edildi.
Kuşkusuz, Mustafa Kemal o günlerde ordunun taarruz hazırlıklarının öğrenilmesini istemiyordu. “ileri gidemiyorsunuz, geri gelmenizden korkarım” diye çıkışan milletvekiline silahsızlıktan, cephanesizlikten bahsederek tevazuyla cevap vermek durumundaydı.
İlginçtir, 20 Temmuz 1922 tarihinde Mustafa Kemal Paşa’nın “Başkomutanlık süresinin 4 Ağustos 1922 tarihinden itibaren 3 ay daha uzatılması söz konusu oldu. Başkomutan o gün kürsüden şöyle sesleniyordu:
“ Bugün ordumuzun manevi kuvveti en yüksek derecededir. Ordumuzun maddi kuvveti de fevkalâde bir tedbire ihtiyaç hissetmeksizin milli emelleri tam bir emniyetle elde edecek seviyeye ulaşmıştır. Bu sebeple artık böyle bir salahiyeti idame etmeye lüzum ve ihtiyaç kalmadığı kanaatindeyim”
Bu konuşmadan sonra Meclis, Başkomutanlığın müddetsiz olarak Mustafa Kemal Paşa’nın üzerinde kalmasını kabul etti. 3
Mustafa Kemal, kısa süre sonra Büyük Taarruz’a kumanda ederek, önce aşılmaz denen Yunan tahkimatlarını ezdi, sonra Dumlupınar yakınlarındaki ovada Yunan ordusunun büyük kısmını bizzat idare ettiği meydan savaşında imha etti. Savaş edebiyatının en anlamlı emrini, en uzak hedefini şairane bir metnin son cümlesinde verdi: “ Ordular; ilk hedefiniz Akdeniz’dir. İleri!”
Mehmetçik Başkomutan’ın gösterdiği hedefe, dünyayı şaşırtan bir süratle vardı.
Başkomutan, olağanüstü yetkilerle donatıp güçlendirdiği ordusunu, olağanüstü yetenekleriyle 15 günde zafere taşıdı.
Mustafa Kemal, “Başkomutan” unvanıyla millete seslendiği zafer beyannamesini ise İzmir’den yayınladı:
“Büyük ve asil Türk Milleti! Akdeniz, askerlerimizin zafer haykırışlarıyla dalgalanıyor. Anadolu’nun kurtuluş zaferini tebrik ederken sana İzmir’den, Bursa’dan, Akdeniz ufuklarından ordularının selamını takdim ediyorum.”
O günlerin tanığı olan ünlü yazar Ruşen Eşref, Başkomutanın yalnızlıktan zafere giden mücadelesini şöyle anlatıyordu:
“ O tek adam giderek bir ordu oldu. Milletin buyruğu ile o ordunun başı oldu. Dumlupınar’dan bir vuruşta, düşmanın ordusunu zerrelerine dek yok etti. İzmir’i geri aldı. Londra’da bir kabine devirdi, Atina’da bir taç yıktı, İstanbul’da bir taht”4
1 Özalp; s. 231
2 Atatürk’ün Not Defterleri VIII, s. 152, Genelkurmay Basımevi, 2008
3 Zabıt Ceridesi Devre 1, cilt XXI, s. 430
4 Ünaydın, Ruşen Eşref; Atatürk’ü Özleyiş, s. 29, Cumhuriyet Kitap