Öze Yürüyüş

 

İnsan öncüllerimizin ayağa kalkışı 2-3 milyon yaşını ancak doldurmuştur. İki ayaklı olmak konusunda yalnız değiliz. Ama, “tam zamanlı” iki ayaklı olma konusunda eşimiz, benzerimiz olmadığı da kuşkusuzdur.

Ayakta durma, koşma ve sıçrama da iki ayaklı etkinliklerimizden diğer bir kaçıdır. En sürdürülebilir 2 ayaklı eylemimizin YÜRÜMEK olduğunun altını çizmeliyiz. Varlığımızı sürdürmek için de olmazsa olmazlardan birisidir bu eylem. İleriye doğru saatte 5 km hızla yer değiştiren Homo sapiens’in yana ya da geriye doğru benzer yetenekte olmadığını anımsatmış olalım.

Bu son derece önemli ve vazgeçilmez etkinliğimiz düşünürlerin de ilgi alanında olmuş. Hatta, denebilir ki, zaman içinde yürümenin felsefesi bile oluşmuş.

Yürümek, özgürlükle özdeşleştirilmiş. Yanı sıra kaçmanın, ara vermenin ya da ertelemenin de yolu olduğu doğrultusunda yorumlara rastlanmış. Yabanın ya da doğanın çağrısı olarak da algılanmış yürümek. Günümüzde yürümek değil ama YÜRÜMEMEK Homo sapiens’in önde gelen sorunlarından birisine dönüşmüş durumda.

YÜRÜMEK (elbette yalnız yapılanı) kişinin kendisiyle başbaşa kalması anlamına gelmiş.

Alman düşünür Nietzsche yürümemeyi kutsal tine karşı işlenecek en büyük günahlardan birisi olarak tanımlamaya vardırmış işi. Yürüyüş, doğada olmanın, doğayla bütünleşmenin vazgeçilmez eylemi olmuş onun gözünde.

Yaşamının önemli bölümünü Arap ellerinde gezginlikle geçirmiş olmasıyla tanınan Arthur Rimbaud kendisini yürüyüşe vuranlardan birisi olarak, bu eylemin kendisini nerelere sürükleyeceğini öngörememekten bile yakınmış.

Robert Louis Stevenson ise yürüyüş eyleminin gerçek yararlarını sağlaması için yalnızlığı vazgeçilmez koşul saymış. Birden fazla sayıda kimsenin katıldığı yürüyüş en azından yürüyüş felsefesi açısından anlamlı görmemiş.

Bir başka tanınmış düşünür Jean-Jacques Rousseau yürüyüşe verdiği değeri “(ancak) yürürsem düşünebilirim” sözleriyle betimlemiş.

Tam da burada düşüncemi paylaşmakta yarar görüyorum.

Yürürken, ama yalnız yürürken zihnimde düşüncelerin belirmesinin kolaylaştığını söyleyebilirim. Kimi zaman, yazıya oturduğumda tüm zorlamalarıma karşın yazacak konu bulamadığımı, bulsam bile yazmakta zorlandığımı duyumsarım. Yürümek bu bağlamdaki kısırlığa çözümün biricik yöntemidir bence de.

Rousseau kendisini Homo viator = Yalnız gezer olarak da tanımlıyor.

Yalnızlığa paha biçilmez değer biçen Henry David Thoreau :

Sessizlik, bana karşılaştığım insanlardan daha fazla şey öğretiyor!”

Thoreau, yalnız yürümenin enerji kaynağı olduğuna vurguyla yürüme felsefesine farklı bir açıdan bakmış oluyor.

Görsel sanatın da yürümenin felsefesine katkıda bulunduğunu söylemeliyiz. Rafaello’nun çok bilinen “Atina Okulu” tablosunda yürüyüşe göndermede bulunulduğu görülür özenle bakıldığında.

Kinik akımın önde gelen simgelerinden Eski Çağ filozofu ve hemşehrimiz Diyojen’in sokaklarda geçen yaşamının vazgeçilmezidir yürümek.

Kaynaklarda Yürümek, Mutluluk ya da İyi Olma Durumu olarak tanımlanmış.

Gerard de Nerval yürüyüş tutkusu olan bir başka yazardır. Pek çok yapıtındaki insanların yürüdüğüne tanıklık edilir. Melankolik aylaklık kavramının tanım babasıdır denebilir.

İmmanuel Kant’a göre yürümek, TEKDÜZELİK, DÜZENLİLİK ve KAÇINILMAZLIK’la tanımlanmalıdır. Königsberg’de, Kant’ın kimi davranışları öylesine düzenli ve zamana bağlıymış ki, bu özelliği ona “Königsberg saati” unvanını kazandırmış. Bugün için hiç de önemsenmeyebilecek bu özelliğin, zamanın henüz değer kazanmadığı XVIII. Yüzyılda ne denli önemli olabileceğini anımsatmakla yetiniyorum.

Walter Benjamin’in kent yaşamının her geçen gün ağırlık kazandığı dönemde (kentli) aylaklık kavramına vurgu yaptığı görülür yapıtlarında. Kentteki yürüyüşlerde kırdakinin tersine kalabalık söz konusudur. Kalabalığı oluşturan bireylerin her birinin farklı amaç ve kaygılarının olması da bir başka yeniliktir. Kentleşmeyle birlikte öne çıkmaya başlayan ticarileşmeye ilişkin yargılara sıkça rastlanır Benjamin’in yapıtlarında.

Bir kez daha Eski Çağ’a uzanıp, Taocu düşünür Zhuangzi’ye kulak vermekte yarar var. Doğulu bilge, yürümenin iki ayak üzerindeki diğer etkinliklere göre daha sürdürülebilir olduğunu yüzyıllar önce söylemiş.

Doğu’ya gitmişken orada kalalım!

Bu kezki örneklerimiz yürüyüşün siyasi etkinliklere konu olduğunu, onları güçlendirdiğini göstermesi bakımından önemlidir. Mahatma Gandi’nin, Hindistan’ın bağımsızlığı yolundaki yürüyüşü göz ardı edilemeyecek yürüyüş etkinliklerinin başında gelir. Yürüyüş, onun eyleminde devinim ve sürdürülebilirlikle özdeşleşir. Bu olumlu özelliklere, yürüyüşün ilerleyen evrelerinde kartopu gibi büyüyen insan kitlesini eklemekte yarar var.

Toplumsal sonuca yol açan bir başka yürüyüş örneği Mao öncülüğündeki Çin’in Büyük Yürüyüşü’dür. Afyonla uyuşturulmuş, acılı sömürge yıllarının sonunda erişilen Çin Devrimi’nin yürüyüşle özdeşleştiğini kolaylıkla söyleyebiliriz. Bu örnekten yola çıkarak yürüyüşün kitleleri olumlu yönde etkilediği yargısına varmak abartı olmayacaktır.

Kendi yakın tarihimizden Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının Samsun-Ankara yürüyüşünü toplumsal amaçlara hizmet eden eylemler listesine ekleyebiliriz. İşçi sendikalarının, meslek kuruluşlarının ve hatta siyasi partilerin bu kapsamdaki yürüyüş etkinlikleri de toplumsal hareketleri devindirme doğrultusunda değerlendirilebilir. Yürüyüşün bu konudaki önemli özelliği barışçıl olması ve şiddet içermiyor oluşudur. Yürüyüşün hedeflediği odakların bu eyleme karşı yapabilecekleri çok şey olmadığı açıktır.

Bir başka önemli ve tanınmış düşünür Monteigne’i okuduğumuzda “Sağlam kafa, sağlam bedende bulunur!” sözlerini farklı şekilde yansıttığını anlıyoruz.

Zihin düşünceleri canlandırmak, düşünceyi ileri taşımak, yaratıcılığı artırmak için etkin bir bedene gereksinim duyar!”

Danimarkalı filozof Soren Kirkegaard “en iyi düşüncelere yürüyerek eriştim” sözleriyle kutsar yürümeyi.

 

Öze yürüyüş, günümüz küresel salgınıyla birlikte bir kez daha ve her zamankinden güçlü bir şekilde gündemdeki kavram. Kavram olmanın ötesinde gereksinim olduğunun da altı çizilmeli. İnsana ilişkin temel bir özelliğin, yürümenin artık kendisine gelme zamanı gelmiş olan insanı olumlu bir noktaya taşıması bir dilek hiç kuşkusuz. Dilek olmanın ötesinde doğamızın gereği olması yürüyüşü öze dönmede önemli kılıyor.

 

Görselle anlatılan olumsuz sonun üstesinden öze dönüşle gelmek olasıdır.

 

 

 

 

 

 

Bunları da sevebilirsiniz