Afganistan’dan Yeni Yeşil Cepheye

Tüm dünyanın gündeminde ABD’nin Afganistan’dan çekilmesi ve Taliban’ın Afganistan’ın yönetimini ele geçirmesi var. Afganistan’daki son durum, pek çok tartışmayı beraberinde getirdi. Bu tartışmaların başında ABD’nin Afganistan’dan çekilmesinin ABD açısından ne ifade ettiği geliyor. Bir görüşe göre bu çekilme ABD’nin başarısızlığının bir kanıtı. 20 yıl ülkede kalan NATO güçleri hedeflerine ulaşamadı yani “Afganistan’da bir ulus inşası” yapılamadı. ABD’nin ülkeden çekilmesi ise bu “başarısızlığın” ilanı olarak görülüyor. Diğer bir görüşe göre ise, ABD zaten Afganistan’da hedeflerine ulaştığı için çekiliyor.

ABD’nin gidişi sürpriz değil

Açıkçası, Afganistan’dan çekilme meselesini bir “başarısızlık” olarak görenlerin “saflığı” beni şaşırtıyor. ABD’nin ya da NATO’nun bir yere demokrasi, barış, esenlik götürdüğü ne zaman görüldü ki? Vietnam’a mı, Yugoslavya’ya mı, Irak’a mı demokrasi götürüldü? Dolayısıyla ABD’nin gerçek amacının Afganistan’da bir ulus inşası olduğunu düşünmek en iyi ihtimalle “saflık” olarak nitelenebilir. Bu görüşü savunanlar ABD’nin dünyadaki rolünü abartıyor. Dünya’nın artık 1950’lerin “jandarmalık” yapılacak dünyası olmadığını da unutmuş olabilirler. ABD’nin Afganistan’a girerken amacının bu olmadığı her halde belliydi. Afganistan’ın El Kaide’yi bitirip, terörü önlemek amacıyla işgal edildiği bile tartışmaya çok açık. Pek çok farklı iç ve dış dinamik sonucunda ABD liderliğinde NATO ülkeleri Afganistan’a girdi ve 20 yıl ülkede kaldı. Bu mevcudiyete rağmen Taliban’ın yok edilememiş olması bile (edilmemiş mi demeliydim) bu işgalin amaçlarını sorgulatmak açısından yeterli.

ABD’nin Afganistan’dan çekilmesi söylemi de Biden döneminde birden ortaya çıkmadı. Obama döneminden beri kademeli olarak sürdürülen ve hep gündemde olan bir şey. Zaten “çekilme”nin bu şekilde hep gündemde olmasının Taliban’ı cesaretlendiren en önemli ögelerden olduğu belirtiliyor. Biden, iktidara geldiğinde “sonu gelmeyen savaşları” bitireceğini de söylemişti. On yıllardır talan edilmiş kocaman bir ülkenin ve bu ülkenin bedbaht insanlarının kendi kaderlerine terkedilmesi hiç de sürpriz değildi.

Peki neden şimdi?

Benim aklımı kurcalayan, tüm bu tartışmalara bir parantez açmayı gerektiren başka bir konu var. Biden yönetimi ve Avrupalı müttefikleri “Çin’le mücadeleyi dış politikanın öncelikli gündemi haline getirmişken; Çin’in askeri olarak çevrelenmesi açısından kritik bir pozisyondaki askeri mevziyi neden terk ediyor?” Üstelik Afganistan, yalnızca Çin’le “mücadele” açısından da değil, Rusya açısından da çok önemli bir konumda. Daha da ilginci, ABD’nin çekilmesiyle Çin’in bu mevziyi hiç zorlanmadan dolduracağı, Taliban’la ilişki kuracağı, Afganistan’ın “yeniden inşa” sürecinin baş aktörü olacağı da gün gibi ortada. Bu soruya kimi spekülatif yanıtlar vermek mümkün. Düşündüğüm bazı nedenlerden de aşağıda bahsedeceğim. Ama bu soruya verilecek yanıtın, önümüzdeki yıllarda “dünyadaki güç ilişkileri”nin nasıl şekilleneceğine ilişkin önemli ipuçları içerdiğini düşünüyorum.

ABD’nin “pasif yıpratma” politikası

Jeopolitik bir perspektifle bakılırsa ABD’nin bölgedeki istikrarsızlığı artırarak bölge ülkelerini başta da Çin’i bir istikrarsızlığa sürüklemeyi hedeflediği düşünülebilir. Taliban iktidarı, öyle ya da böyle bölgedeki radikal İslamcılar açısından uygun koşullar yaratacak. Her ne kadar Taliban “Afganistan dışına yayılmayacağız” dese ve bölgedeki diğer İslamcı örgütleri bastırsa bile bölge zaten patlamaya hazır bir bomba gibi. Çeşitli “uzlaşılar” nedeniyle Taliban Uygur bölgesine bulaşmasa da Suriye’deki cihatçıların, Ortadoğu’da güç kaybeden IŞİD’in vahşi teröristlerinin yeni adresinin Asya olmaması için hiçbir gerekçe yok ne yazık ki.

Asya’daki bu tür bir istikrarsızlık ise Hindu milliyetçisi Moodi yönetimi altında Hindistan’daki iç huzursuzluğu artıracaktır. Hindular ve Hindistan Müslümanları arasındaki gerilime ek olarak Pakistan ve Hindistan arasındaki gerilim de bölge jeopolitiğini olumsuz etkileme potansiyeli taşıyor. Rusya zaten bölgedeki yeni gelişmelere ihtiyatlı yaklaşıyor ve bölgeye yayılacak bir İslami radikalizmi görmezden gelmeyeceğinin sinyallerini veriyor. Tüm bunlar, Çin üzerinde kuşkusuz olumsuz bir etki yaratır. Bölgedeki istikrarsızlık Şangay İşbirliği Örgütü’nün hatta BRICS’ın insicamını da bozar. Zaten bu iki örgüt de çok ciddi fay hatlarına rağmen ayakta kalmaya çalışıyor. Hatta bölgedeki istikrarsızlık Çin’in “hegemonya projesi” olan “Bir Kuşak Bir Yol” girişimini de zora sokar ki bu ABD ve müttefiklerinin en büyük kazancı olur. Dolayısıyla ABD’nin fiziksel olarak bölgede bulunmadan izleyeceği bu “pasif yıpratma” politikası, jeopolitik olarak gayet verimli gözüküyor.

Hegemonyanın rıza ayağı

ABD açısından diğer bir kazanç ise, popülaritesi azalan bir ülke olarak “ne kadar önemli bir aktör olduğunu” tüm dünyaya ve aslında iç kamuoyuna ve müttefiklerine göstermesi olacaktır. “ABD bölgedeyken, Afgan halkı görece müreffeh bir yaşam sürüyordu. Bölge halkları barış içindeydi. Ufak sınır çatışmaları dışında çok taraflı büyük savaşlar yaşanmıyordu. Ama ABD bölgeden çekilince, bölge istikrarsızlığa gömüldü” imajı ABD açısından gayet verimli olabilir. Nitekim Biden’la birlikte ABD yeni bir “hegemonya” inşasına soyunacağının işaretlerini verdi. Bunun için her şeyden önce ABD içinde ve müttefikleri nazarında birleştirici, kucaklayıcı, rıza üretebilen, istikrarın garantörü bir aktör olarak kabul edilmesi gerekiyor. Dolayısıyla, her ne kadar şu an bazı kesimler Afgan halkının umutsuz koşullarından dolayı Biden’ı suçlasa da, Biden yönetimi bu süreci iyi yönetirse “istikrarın garantörü” imajını destekleyerek süreci avantaja dönüştürebilir. Nitekim Batı kamuoyu da önce “kendi” çıkarlarını düşünecektir ve bizlerden de daha az “unutkan” değildir.

Atlantik’in Yeni Yeşil Cephesi

ABD’nin en büyük rakip olarak nitelediği Çin’i çevrelemekten taviz vermesi, gelecek güç mücadelelerinin seyri açısından başka önemli bir sinyal daha veriyor. ABD ve müttefikleri, askeri yöntemleri daha ziyade caydırıcı olarak kullanmaya ve çatışmalara daha az doğrudan müdahil olarak uzaktan yönlendirmeye soyunuyor olabilir. Böylelikle, özellikle iç kamuoyu karşısında güvenilirliğini artırırken, dünyaya da “daha barışçıl bir imaj” çizilecektir. Dahası daha az kaynak israfı olacağından ekonomik rekabete daha fazla odaklanılabilecektir.

ABD’nin ve NATO’nun Afganistan’dan çekilmesinin ve bu koşullarda çekilmesinin en önemli nedeninin ekonomik mücadeleyi öncelemek olduğunu düşünüyorum. Özellikle Çin’le ekonomik mücadele giderek zorlaşıyor. Projeksiyonlara bakıldığında Çin’in yakın zamanda dünyanın ekonomik lideri olması önünde hiçbir engel olmadığı gözüküyor. Bu durumda Atlantik ittifakının “oyunun kurallarını” değiştirmeye çalışmaktan başka yolu olmadığı ortada. Muarızlarını dünyanın jeopolitik cehennemine hapsederken, kendilerini o hapishaneden sıyırmanın bir yolunu bulmuş gibiler.

İşte Yeşil Dönüşüm tam da burada önem kazanıyor. Biden’ın iklim kriziyle mücadeleyi öncelikli gündemine alması, AB’nin Yeşil Mutabakatı uygulamaya koymasının küresel güç mücadelesi açısından önemi de burada. Çin ve Rusya ülkeselliğiyle öne çıkan devletleri çok daha zor mücadele edebilecekleri yepyeni bir mindere çekiyorlar. Yeşil Dönüşümü sağlayamayan ülkelerin ABD ve Avrupa pazarında rekabet etmesi imkânsızlaşacak. Yeşil Dönüşümü sağlamak, gelişmiş olan ülkeler açısından bile ciddi bir maliyetken; hantal, insanı ve çevreyi öncelemeyen yaklaşımları düşünüldüğünde “eski kafalı” ülkesel devletler için, pek kolay olmayacak. Kısacası ABD geri çekilmiyor. Yeşil bir cephe açmak için enerji depoluyor. Üstelik kazanmalarının hepimizin, insanlığın çıkarına olduğu bir cephe bu seferki… Görenin anlayanın dikkatine…

Bunları da sevebilirsiniz