Sardunya Cagliari

İstanbul’dan yaklaşık 3 saat süren uçak yolculuğu ile Milano Malpensa havalimanına ve oradan da 1.5 saat uçuş süresi sonrasında Sardunya Adasının başkenti Cagliari’ye iniyoruz. Cagliari Elmas Uluslararası Havalimanına Budapeşte, Stutgart gibi Avrupa şehirlerinden direkt uçuşlar da mevcut. Sardunya’nın Olbia ve Alghero şehirlerinde de havalimanı bulunuyor.

Sardunya, Akdeniz’in Sicilya’dan sonra ikinci büyük adası, anakaraya 200 km mesafede, 1.600.000 nüfuslu, otonom bir bölge. Melekler Körfezinin içinde kurulmuş olan Cagliari şehri 500.000 nüfuslu. Sardunya dilindeki adı kale anlamına geliyor.

Havalimanından aracımızla çıktıktan 10 dakika sonra şehir merkezine ulaşıyoruz. Sahil boyunca uzanan Via Roma üzerinde, marinanın karşı tarafında Rinoscente mağazaları, restoranlar, idari binalar sıralanıyor. Bu bölgedeki binalar 1700’lerden sonrasına, şehrin tepelik bölgeleri ilk yerleşim yerleri olduğu için oradaki binalar Ortaçağ ve öncesine tarihleniyor. Marina bölgesinde Via Roma’ya çıkan ara sokaklarda yerel restoranlar, kafeler, hediyelik eşya satan dükkanlar sıralanıyor. Burada mirto likörü, carasau ekmeği, özgün makarna ve peynir türleri gibi yerel Sardunya lezzetleri tadılabilir.

Cagliari’nin kuruluşu, Sardunya’nın tarihine paralel olarak M.Ö. 8. yüzyılda Fenikeliler ile başlar. Daha sonra Kartacalılar, Roma, Doğu Roma, 14.-18. yüzyıllar arasında İspanyolların, 1718’de Savoy hanedanının hakimiyetine giren Cagliari, 1324’den 1848’e kadar Sardunya krallığının başkenti olmuş. Urpino Tepesi (Monte Urpino), şehrin yönetildiği merkez olup, değişik yüzyıllarda farklı binalar eklenmiş. Monte Urpino’ya doğru aracımızla çıkarken Via Milano üzerinde, bütün Sardunya’nın koruyucusu Bonario’nun bakire Meryem’ine ithaf edilmiş, temeli 1324’e dayanan kiliseyi görüyoruz. Urpino Tepesinde Aziz Francis heykelinin bulunduğu manzara noktasında aracımızdan iniyor, bir tarafta tuz tarlaları ve lagün, diğer tarafta şehrin uzandığı manzarayı izliyoruz.

Santa Gilla Göleti (Stagno di Santa Gilla) veya Stagno di Cagliari olarak da bilinen lagün, doğal kaynakları ve ekosistemiyle Avrupa’nın en önemli lagünlerinden biridir. Melekler Körfezinde yer alan, Cixerri ve Mannu Nehirleri tarafından beslenen, yakınlardaki yerleşimlerin nüfusun genişlemesiyle alanı giderek küçülen bu kıyı lagünü, günümüzde 13 kilometrekare sulak alandır. Bitki örtüsü, geniş sazlıklardan ve tuza dayanıklı bitkilerden oluşur. Balık ve omurgasız faunayı destekleyen lagün, bazıları çok nadir olan, pembe filamingo, karabatak, balıkçıllar gibi birçok kuş türünün doğal yaşam alanı ve üreme yeridir. Burada, kuş gözlemcilerinin 70 çeşit kuş görebildiği söyleniyor.

Aracımızla kaleye doğru gidiyoruz. Balkonlu, 5-7 katlı Akdeniz binaları bize tanıdık geliyor. Viale Regina Margherita’dan, Sardunya’nın kral naibine ithaf edilen Saint Remy kapısının yanından devam edip, tepede kale içindeki eski Ortaçağ şehrine (Castello) geliyoruz. Şehir bahçelerin önünde aracımızdan inip yürüyerek kalenin S. Pancrazio kapısından içeri giriyoruz.

Piazza Arsenal’e (Cephanelik Meydanı) geliyoruz. Kalenin en yüksek yerindeki bu meydanda büyük bir müze kompleksi yer alıyor. Burası, 20. yüzyıl başlarında şimdiki haline dönmeye başlamadan önce, kaleye açılan asma köprü ile hapishane ve kışla olarak kullanılan binalar arasında dar bir alanmış.

Kont, mühendis ve asker olan Boyl, Porta Cristina ve bu meydanın tasarımını üstlenmiş . Eğimli, düzensiz kenarlı meydandaki silah depoları 70’lerde, resim-heykel, arkeoloji ve İtalya’da iki tane olan balmumu müzesi gibi müzelere dönüştürülmüş.

Piazza İndependenza’da yükselen San Pancrazio Kulesi 1305’de, kalenin kuzey kısmının savunması için yapılmış. 36 metre yüksekliğindeki bu kule adını, yakınında yer alan ve eski adı S. Lorenzo kilisesi olan, St Pancras’a adanan kiliseden alıyor. Beyaz kireçtaşından yapılmış L şeklinde üç tarafı kapalı olan kulenin Piazza İndependenza’ya bakan kısmı açık ve dört katlı ahşap galerilerini bu meydandan görmek mümkün. Duvarlarda küçük boşluklar ve Pisa arması bulunuyor. Kule, 17. yüzyıldan itibaren hapishaneye çevrilmiş, 1835’de astronomik ve jeodezik gözlem evi olarak da kullanılmış.

 

San Pancrazio Kulesinin yanındaki kapıdan Bağımsızlık Meydanına (Piazza dell’İndipendenza) geçiyoruz. 1539 tarihli gotik-Katalan tarzındaki Santa Lucia Kilisesini görüyoruz. Via Pietro Martini üzerinde yürümeye devam ediyoruz, Piazza Palazzo’ya geliyoruz. Bu meydanda, valilik ile eski belediye sarayı arasında Santa Maria Katedrali yer alıyor.

Santa Maria Katedrali, eski Santa Cecilia Kilisesinin yerinde, Pisalılar tarafından 13. yüzyılda yapılmış. 1258’de şehrin katedrali olmuş. 16. yüzyıl sonlarında iç kısmı tamamen yenilenmiş. 1702’de Barok cephe şimdiki Roma-Pisa-Lucchese tarzıyla yer değiştirmiş, son değişiklikler 1930’da yapılmış. Dört köşeli çan kulesi hala orijinal şeklindedir. Kilisenin içi barok, tamamen mermerdir. İçerisinde, Martino IId’Aragona’nın mozolesi, 14. yüzyıl Madonna Nera’sı, Figari’nin freskoları ve girişin iki tarafında İsa’nın hayatını temsil eden 12. yüzyıl tarihli kabartmalar yer alır. Mezar bölümünde, tavanda her biri birbirinden farklı 584 dairesel alçı dekorasyonu ve duvarlarında şehitlerin kabartmalarıyla süslenmiş 192 küçük niş, dip kısmında çok renkli Madonna col Bambino heykeli yer bulunur.

Katedralin çaprazında, 1906’da kale duvarları sökülmeye başlanıncaya dek belediye meclisine ev sahipliği yapmış olan belediye sarayı (The Palazzo di Citta) yer alıyor. 13. yüzyıl Pisa dönemine tarihlenen belediye sarayında, Aragon krallığı döneminde kraliyet toplantıları yapılırmış.

Katedralin yan tarafında bir zamanlar Aymerich ailesinin şapeli olan Speranza Kilisesi yer alıyor. Kilisenin yan tarafından yürümeye devam ediyor ve buradaki manzara terasından marina bölgesiyle birlikte şehrin görüntüsünü izliyoruz.

Yokuş aşağıya doğru yürümeye devam ediyoruz. 1765 tarihli eski tiyatro binasının (Boyl Sarayı) ön yüzünde 4 mevsimi simgeleyen heykelleri görüyoruz. Bina 1943’de bombardımanla yıkılmış, sadece dış duvarı kalmış. Restorasyonla yaz programları için uygun hale getirilmiş.

Aşağıya doğru yürümeye devam ettiğimizde, Via dell’Universita’nın alt tarafında, 1307 Pisa dönemine tarihlenen, adını üzerindeki aslan başı kabartmalarından alan, kalenin güney kapısı olan Aslan kapısını görüyoruz. Bu kapı, yüzyıllar boyunca şehre ana girişi sağlamış, marina ile eski kale merkezi arasında geçit işlevi görmüş.

Via Giuseppe Manno Caddesine kadar inerek yürümeye devam ediyoruz. Bu alışveriş caddesi, sıra sıra dükkanlar, kafelerle hareketli bir cadde. Ara sokaklardaki sevimli kafeteryaların birinde Aperol Spritz eşliğinde mola veriyoruz. İtalya’ya göre fiyatlarını uygun bulduğumuz hediyelik alışverişlerimizi yaparak, Via Roma’ya doğru şehir yürüyüşümüzü keyifle tamamlıyoruz.

Bunları da sevebilirsiniz