Değirmenler, Mücadele ve Teslimiyet

Değirmenlerin mistik bir yanı var. Periyodik dönüşlerinde buğdayı una, suyun yahut rüzgarın potansiyel enerjisini hareket enerjisine çevirirler. Değirmen insanın ilerlemesinde önemli aletlerden biri, kuşkusuz. Değirmenler eski dönemin saatlerce, bir yığın insanın emeğiyle yapılacak işleri kısaltmasının yanı sıra oluk oluk akan sudan yahut püfür püfür esen rüzgardan ”yararlı” bir şeyler yapmaya imkan vermiştir. Bu yanıyla yaşamı dönüştürmüştür. İlk ortaya çıktığında harikulade bir icat olarak görüldüğü muhakkak.

Değirmen ve Yitip Giden Erdem

Tüfeğin icat olup mertliğin bozulması gibi değirmenin icadıyla kol gücü bir nebze olsun önem kaybetti. Bu sefer mertlik bozulmadı ama Cervantes’e göre bir şeyler bozulmuş olmalı ki la belle epoque‘u kıl payı kaçırdığı bir önceki çağda arayan Don Kişot sonunda gidip ”canavarla savaşıyorum” diye yel değirmenlerine kılıç sallamıştı. Yanı başında Sanço Panza, efendisinin garipliğini olağanlaştırmak, onun suyuna gitmek adına bu gülünç ana tanıklık etmişti. Belki de o tanık bizzat Cervantes’ti, kim bilir?

Bir Altın Çağ Dekoru olarak Değirmen

Yel değirmenleri artık bir altın çağı kapatmak şöyle dursun modern/postmodern kırılımda arafta kalmış insanın geçmişe özlem nesnelerinin başında geliyor. Kadıköy’de adını bu müthiş icattan alan Yel Değirmeni Mahallesi ”marjinallere” ev sahipliği yapıyor; Çeşme Alaçatı’daki ata yadigarı bir yel değirmeni dar alanda uzun uzun poz verenlerin dekoru olmak gibi ”tarihsel” bir görevi ifa ediyor.

Döngüselliğin Yalın Temsili

Değirmenler mistik nesneler, kuşkusuz. Zamanın döngüselliğinin bundan âlâ temsili olur mu? Yüksek basınçtan alçak basınca biteviye akan giden rüzgarın yarattığı döngüden yahut bir suyun akışının yarattığı zamansızlık duygusundan hoşnut olmayanımız var mı ki?

”Değirmenine Su Taşımak”

Siyasetin olmazsa olmaz deyimleri deyince benim aklıma ”değirmenine su taşımak” gelir. Öyle ya siyasal tartışmalarda alınacak kararların doğruluk ölçütü bu kararın düşmanın işine gelip gelmeyeceğidir. Başkan Mao ne diyordu? ”Düşman saldırıyorsa doğru yoldasın”. Ne güzel! Bu noktada Zizek’in anmadan geçmek zor. Zizek’ten bir fıkra: Balkan halklarından bir köylüye (genelde bu Sırp’tır yahut kişinin iğneyi başkasına çuvaldızı kendisine batırma düsturunu benimsemesi durumunda kişi Yugoslavya’nın parça pinçik oluşunda ganimet peşinde koşan halklardan hangisine aitse o halktan biridir) sorarlar ”ne dilersen dile, sana verdiğimizin iki katını komşuna vereceğiz”. Köylü aceleyle yanıtlar: ”Bir gözümü çıkarın”. Düşmana zarar verme pahasına, kutuplaşmayı sürdürme pahasına daha büyük bir inat görülmemiştir herhalde.

Değirmenine su taşımak bu topraklardaki en büyük ayıptır. Bir de dümen çevirmek vardır ki bunda başarısız olursanız vay halinize. Eğer biraz ”solcu” iseniz sizin de bir deyiminiz vardır elbet: ”Bu değirmenin suyu nereden geliyor?” Ne güzel, değil mi? Atalarımız ”nereden buldun kanunu”nu yıllar önce keşfetmiş. Ama boynuz kulağı geçer. Artık geçer akçe: ”Nereden bulursan bul, sen yeter ki gel; bizim gönlümüz temiz; hangi para olursa olsun bizim elimizde ak pak olur.”

Efsanevi bir Değirmen

İspanyolun ağzında değirmen bir metafordan öteye gitmemiş. Ama Alman öyle mi? Bir efsanedir kulaktan kulağa dolanır: Prusya’nın Aydın Despotu Büyük Frederick’in babası Birinci Frederick (pardon, İngilizce’nin esiri olmuşuz. Yoksa pek tabii ki Friedrich nam-ı diğer Soldatenkönig, yani asker kral) bir gün Postdam yakınlarından geçerken, inşaat yapılabilecek harikulade bir manzara görür. Bu manzaranın el koymak için ikna edilmesi, daha doğrusu malı uygun bir fiyata satılması gereken kişi manzaraya güzelliğini veren yel değirmenin sahibidir esasında. Der Müller von Sanssouci adıyla bilinen değirmenin de içinde olduğu arsayı satın almak ister Friedrich (Alman Almanlıktan kopamıyor bir türlü. Oysa el koysa, küçük bir kundaklamayla oldu bittiye getirse… Almanların bizden öğrenecek ne çok şeyi var?). Ne var ki, değirmenin sahibi satmak istemez. Kendisini mülkünü satmaya zorlayan Kraldan çok kralcılara şu yanıtı verir köylü: ”Berlin’de Yargıçlar var”. Duyduğu bu yanıttan hoşnut olan Asker Kral, bu değirmenin korunmasını emreder. Adalete sahip çıkan bir köylünün bu tavrı karşısında kabullenişinin keyfini sürer Kral, mağrurdur.

Kıssadan hisse: Kim olursan ol hukuk hepimize üstündür. Ne güzel! Acaba öyle mi? Bazılarına göre hukuk siyasetin köpeği ne de olsa! Aslında biraz haklılar. Yargıçlar vardı belki Berlin’de ama Kral da fena değilmiş hani.

Ankara’da da Yargıçlar Var Elbet, Bir Yerlerde… Mesela Halkın Arasında

Bizde bu efsane bambaşka anlaşılıyor galiba. ”Ankara’da yargıçlar vardır… Vardır yani birileri… Bir gün çözülür bu meseleler”. Ya da ”Bizde yargıçlar var ama işte güçleri yok… O yüzden bizde olmaz böyle şeyler”. Her zamanki iki aşırı uç: Boş umutçuluk ile kaderci teslimiyet (yahut soldaki karşılığı: müzmin umutsuzluk). Ankara’da yargıçlar vardır. Vardır bir yerlerde. Düşünüyorlardır, ”bir ben miyim bunların sorumlusu” diye. Haksız da sayılmaz hani. Vasi’ye bel bağlamış insanların ülkesinde bir o mu enayi? ”Yargıçlar varmış Ankara’da”. Vardır elbet bir yerlerde. Kadınlar öldürülürken kendi evlerinde, beraber olmaya and içtikleri adamların elinde, o adamlarla ”aşk”larının meyveleri çocuklarının ”huzurunda”… Yargıçlar vardır Ankara’da.

Yargıçlar vardır Ankara’da. Vardırlar elbet bir yerlerde… Anayasa’yı tanımayan yargıçları yargılaması gereken… Anayasa’yı, Anayasal kurumları tanımayanları yargılaması gereken… Tüm bu olaylar soruşturması gereken savcıların bulunduğu yerlerde mesela ”yargıçlar vardır Ankara”da… İstanbul’da… Türkiye’nin dört bir yerinde… Vardırlar elbet. Çocuklar istismar edilirken de bir yerlerdedir onlar.

Ahde Vefa İlkesini çiğneyenlerin adımlarını hükümsüz kılması gereken yargıçlar vardır bir yerlerde… Başka ülkelerin kentlerine plaka kodu verip saldırganlık çağrısı yapan parti liderlerinin tanımadığı koltuklarda oturuyorlardır belki de… Belki de doğruyu söyleyeni mahkum ediyorlardır bir yerlerde… Belki onlar da savcılarla birlikte çekirdek çitliyor yahut kahvaltı ediyorlardır Pazar sabahları youtube’dan ifşa edilirken bir yığın cürüm…

Yargıçlar vardır Ankara’da… Vardır diğer insanların arasında… Üç maymunu oynayan güzel insanların ülkesinde bir yerdedir bu yargıçlar… Haksızlık karşısında dilsiz şeytanız her birimiz… Varız bir yerlerde… Var olmaya çalışıyoruz. Biz var olmaya çalışırken rüzgar esiyor bir yerlerde, su akıyor yukarıdan bir yerden aşağıya doğru… Sahi, nereden geliyor bu değirmenin suyu? Nereden gelirse gelsin ”taşıma suyuyla değirmen dönmez”. Gün gelir bastırmaya çalıştıklarınız nehir olur akar, enginlere sığmaz taşarlar… Güvendiğiniz zemini kaydırıverir birden… Her şey birden bire olur. Bakarsınız, belki yarından da yakın!

Bunları da sevebilirsiniz