Avrupalılar, bir uygarlık yaratmadan ve daha “Batı” olmadan önce ne kendilerini bilirler, ne kendileri dışındaki dünyayı tanırlardı. Doğu’yu ise hiç bilmezlerdi. Doğu ile ilgili olarak birbirlerine söyledikleri korkutucu saçma sapan şeylere inanırlardı. Doğu’daki insanlar insan mıydı? Devler ve başka türlü garip yaratıklar, elbette insan olamazdı! Ayrıca kötüydüler, zararlıydılar, vahşiydiler, saldırgandılar, kan dökücüydüler!
Avrupalılar coğrafi bölgelere göre ayrılmış ayrı düzeydeki iki toplumdan oluşuyordu. (1) Akdeniz şeridindeki Avrupalılar ve (2) bu şeridin kuzeyinde ve kuzeydoğusunda yaşayan Avrupalılar.
Akdenizli Avrupalılar gelişmiş uygarlıklarla ilişkili olup Doğu ile ticaret yapanlar ve görece zengin olanlardı. Bunların bilgileri doğrudan temaslardan ileri geliyordu ve diğer bölgelere göre ileriydiler. Zaten Akdeniz kültürünün mirasını içselleştirmişlerdi. Grekler Avrupa topraklarındaydı, ama Avrupa ile ilgili değillerdi. Köleci olduklarından Avrupa’ya sadece köle kaynağı olarak bakarlardı.1 Kolonileri, kendilerine bağlı limanları ve ilişkileri Asya ve Afrika kıyılarındaydı.2 Bir Akdeniz uygarlığı olan Roma İmparatorluğu Avrupa’nın belirli ve önemli bölgelerine (batısına, kuzeybatısına, İngiltere adasına) yayılmıştı, ama Romalılar da “tam Avrupalı” olmadıkları gibi, Roma bir Akdeniz-Doğu devletiydi. Nitekim Roma, “Batı Roma” olarak Avrupa’da yok oldu, Asya’daki Roma ise (“Doğu Roma İmparatorluğu”), batı parçanın tarih sahnesinden silinmesinden sonra bin yıl daha yaşadı.
Avrupa’daki diğer bölgelerin insanları (Cermenler, Keltler, Nordikler, Slavlar vb.) güneydekilere göre çok daha geri toplumsal ilişkiler içindeydi ve ilkelliklerle safsataların doğal yayılma alanlarında yaşıyorlardı. Pagandılar. Avrupa’nın en geri, yoksul ve yokluk bölgelerinin insanlarıydılar. Hiç “Doğulu olmayan”lar onlardı. Dolayısıyla esas Avrupalılar da onlardı.
Akdeniz kıyısında olanlar dışındaki Avrupalıların, yani esas Avrupalıların Doğu’yu gidip görmeleri ve Doğuluları ilk tanımaları, yüzyıllar süren Haçlı Seferleri sırasındadır (11. yüzyıl ve sonrası). Doğu ve Doğulular ile daha sonraki görgü ve gözlemleri Keşifler Dönemi başladıktan çok sonradır (16. yüzyıl sonrası).
Haçlı Seferlerinde Doğu’nun batısına savaşlarla ve talanlarla gittiler, Batı Asya’ya zorla ve kıyımlarla yerleşmeye çalıştılar (ama püskürtüldüler; başarısızdılar). Keşifler sonrasında ise Akdenizli Avrupalılar okyanuslara açılıp gemilerle en Doğu’ya kadar uzandılar (vardıkları yerlerdeki bölgeleri zaptedip insanları köleleştirdiler; “başarılıydılar”).
İlkinde zalim, ama ezik ve aşağı durumdaki Avrupalılara karşın, ikincisinde ezen, kıyıcı ve “üstün” Avrupalılar bir “uygarlık” yaratmak üzere tarih sahnesine çıkmıştı.
KEŞİFLERİN FETİHÇİLİK, KAŞİFLERİN FATİH OLMASI
Avrupalıların gittikleri “yeni dünyalar”da ilk gözlemleri, “Doğulular”ın ilkel ve geri olduklarıydı.3 “Doğulular”ın saldırgan, savaşçı ve zarar verici olmadıklarını hayretle gördüler. Bu insanlar, gelişmiş, ileri ve uygar Doğu’nun, Çin ve Hindistan gibi uygarlık merkezlerinin dışında olan bölgelerin insanlarıydı. Bu barışçı ve kendilerine göre geri, savaş bilmez insanlara kolayca boyun eğdireceklerini düşündüler, çok sevindiler ve hemen gereğini yaptılar. Çatışmaları ve savaşları kaybetmeleri söz konusu değildi. Savaşmayan insanlara savaş açtılar, onları ezdiler, onları yendiler ve onları köleleri yaptılar.
Amaç ve bütün yapılanlar, “Doğu”nun yağmalanması ve sömürülmesiydi. Bunu yapabildikleri için kendilerini üstün gördüler, karşılarındakileri de aşağı. Hatta onların geriliklerinden dolayı insan olmadıkları ve “olamayacakları” da düşünüldü. Ama sonra onları Hıristiyanlaştırmak istedikleri için insan kabul etmek zorunda kaldılar; insan olmayanlar Hıristiyanlaştırılır mıydı?
Neyse, gittikleri yerlere dinlerini de taşımak istedikleri için Hıristiyanlık küreselleşti. Dinlerini neden götürdüler? “Doğulular”ı Hıristiyanlaştırırlarsa onları daha kolay itaat ettirirlerdi. Bu arada dinlerini de yaymış olurlardı ve oldular da. Hıristiyanlık Avrupa’yı kaplamıştı ve Avrupa’da tek dindi, ama Avrupa ile sınırlanmış ve Avrupa’ya sıkışmış durumdaydı.
ORYANTALİZM
Keşfettikleri kıtalar ve bütün topraklar sömürgeleştirildi. Önce altın ve gümüş gibi değerli madenleri ülkelerine taşıdılar, “zenginleştiler”. İnsanları köle yaptılar. Köle ticareti dünyanın en önemli sektörü oldu. Sömürgelerin doğal zenginlik kaynakları kendilerine hammadde olunca da büyük bir üretim imkanına sahip oldular. Bundan sanayi devrimi çıkacak, bu süreçte sömürgeler aynı zamanda pazar haline de gelecekti.
Bilimsel, sanatsal, siyasal, teknolojik gelişmeler birbirini izledi. Her şeyin tekeli Avrupalılardaydı.4
Böylece dünya ikiye ayrılmış oldu, gelişmişler ve gelişmemişler. Bunun altında ezilenlerle ezenler ayrımı yatıyordu. Bu ayrımın adını da “Batı” ve “Doğu” olarak koydular. Batı “uygarlık”tı, “Doğu” uygar olmamak, olamamaktı.
Avrupa dışındaki denizaşırı bölgelere ve yeni kıtalara hakim olduklarında ve oraları sömürge yaptıklarında yerli insanları tanımaları, onlara nasıl davranacaklarını, onları nasıl kullanacaklarını öğrenmeleri gerekiyordu. Özelliklerini anlamadan, nasıl istismar edeceklerini bilmeden iyi sonuç alamazlardı.
Doğulular; Doğulu toplumların adetleri, yaşama biçimleri, dilleri, tarihleri; Doğu topraklarının özellikleri, topoğrafyaları, zenginlikleri, bunların hepsi merak konusu olduğu gibi, bu alanlarda bilgiler aynı zamanda yağmacı sömürgecilerin ihtiyaçları arasındaydı. Doğu’ya ve Doğuluya ait her şey öğrenilmeliydi, böylece, sömürgecilerin dillerindeki Doğu kavramını karşılayan orient sözcüğünden oryantalizmi (bizde Şarkiyatçılık deniyor) ürettiler.
Doğu dilleri, tarihleri, doğal kaynakları oryantalizmin konusu olduğundan sömürgeci ülkeler oryantalizmi önemsediler. Oryantalizme yatırım yaptılar, seyahatleri teşvik ettiler, bilginleri kadrolu olarak çalıştırdılar, okullar açtılar, kurumlar kurdular vb. Bunların sonucu olarak hem resmi, hem de gayriresmi yollar, yöntemler kullanarak bir alan ve sektör yarattılar.
ORYANTALİZME GÖRE…
Oryantalizme göre, Avrupalı, gelişmiş insan tipidir, uygarlık için yaratılmıştır, uygarlaşmıştır, uygarlığın merkezindedir, çünkü uygarlığı yaratmıştır; bunların dışında ve karşısında olarak Avrupalı olmayanlar, gelişmemiştir, uygar değildir, ilkeldir, vahşidir, barbardır ve en önemlisi, uygarlaşamaz!
Bu eşitsizlik ve dengesizlik, yaşanmakta olan dünyaya “yansımıştır”, Avrupalı boşuna sömürgeci değildir, Avrupa dışındaki insanlar da boşuna köle olmamıştır ve olmamaktadır.
Oryantalizme göre, Avrupa, tek gelişme coğrafyasıdır, dünyanın merkezidir, aynı zamanda uygarlık odağı olarak “Batı”dır, bilim, sanat, keşifler, icatlar, siyasal devrimler, siyaset, demokrasi, felsefe sadece Avrupa’dadır, bu yüzden de Batı, dünyanın hakimidir. Bunların karşıtı olarak Batı dünyası dışındaki her yer bilimsizdir, sanatsızdır, sanayisizdir, demokrasisizdir, istikrarsızdır; yönetimler despot, toplumlar itaatkardır, buralarda siyasal ve toplumsal gelişme olmaz!
Toplumlar arasındaki bu eşitsizlik ve benzemezlik, yaşanmakta olan dünyaya aynen “yansımıştır”. Avrupa ve Batılı dünya gelişmiştir, endüstri ve refah toplumlarını yaratmıştır, sömürücüdür, zengindir, belirleyendir, “yardım eden”dir, “kurtarıcı”dır, “uygarlık taşıyıcı”dır. Buna karşılık, “Batılı dünya” dışındaki dünya gelişmemiştir, gelişemezdir, sömürgedir, yarısömürgedir, yoksuldur, sorunludur, çaresizdir, bu yüzden de yardıma muhtaç ve zavallıdır.
Oryantalizm, Avrupalının üstünlüğünün bakış tarzıdır. Doğulu kendisine eşit değildir. Üstünlük duygusu varsa ve üstün olduğunun belirlenmesi varsa, kendisi belirlemecilikte, yöneticilikte, hakim ve efendi olmakta hak sahibidir.
Oryantalizm çok yönlüdür. Hem siyaset, hem bilim, hem sanat, bunların hepsi oryantalizmin konularıdır.
Oryantalizm bilimi, birçok bilimi kapsayacak özelliktedir. Oryantalizmin içine dilbilim, toplumbilim girdiği gibi, mitoloji, etnoloji, arkeoloji, biyoloji, genetik, kranioloji ve antropoloji de girmiştir, daha doğrusuyla sokulmuştur.
Oryantalizmin sanatı, edebiyatta, resimde, bütün plastik sanatlarda ve sanatın bütün dallarında vardır. Bu sanata göre Doğu egzotiktir, durağandır, yenilik kabul etmez, başka bir dünyadır. Doğulu insan ise Batılıdan farklıdır. Erkekse miskin, tembel, şehvet düşkünü ama şiddetçi; kadınsa uysal, çekici ve güzeldir.
Oryantalizmin siyaseti, daha ırkçılık yokken (henüz adı konmamışken) ırkçı bakışları ve tanımları doğurmuş ve 19. yüzyılda ırkçılığın örtülü söylemi, yazını, üslubu olmuştur.
Oryantalizmin bütün bu bakışlarından görülmektedir ki oryantalizm, Avrupalıların sömürgecilerinin çıkarları içindir, sömürgeciliğe hizmet etmiştir. Avrupa Batı olduktan sonra da oryantalizm Avrupalıların tüccarlarının, siyasetçi tüccarlarının manivelasıdır, yakın yüzyıllarda ise emperyalizmin çıkarlarının aracı olmuştur, emperyalizme hizmet etmiştir ve etmektedir.
Oryantalizm, Doğu’yu ve Doğuluları, “Batılıların” görmek istedikleri gibi görmenin karşılığıdır. Oryantalizm, Avrupalılar için bir “Doğu” inşa etti. Batı için tasarlanan ve yaratılan bir “Doğu” vardır.
Oryantalizm aynı zamanda, Avrupalılar için kendi tarihlerini, uygarlıklarını “yazmaktır”. “Batı”, Doğu değildir, Doğu’dan başkadır, uygardır, her zaman uygardır, uygarlık Avrupa’dan çıkmıştır, bir tek Avrupa’ya aitttir. Bu uygarlığın kökünde hiç Doğu yoktur, sadece Grekler ve Roma vardır. Bunlar bir tarih üretimidir ve adı da Avrupa Tarih Tezidir.
ORYANTALİZMİN İKİNCİ YÜZÜ: DOĞULU ORYANTALİZM
Sömürgeciliğin ve emperyalizmin, dolayısıyla Avrupa’nın ve Batı’nın vardığı sonuçlar, “başarılar”; oryantalizme verilen görevler ve onların getirileri yüzünden oryantalizm Avrupa’nın, sömürgeciliğin, Batı’nın ve emperyalizmin bir aracı haline gelmiştir. Peki oryantalizmin, bir bilim dalı ve disiplin olarak bilimcileri, dürüst mensupları, saygın araştırıcıları, ciddi dilbilimcileri, etnologları vb. yok mudur? Elbette vardır. Peki siyasetçileri? Elbette vardır. Ve bunlar “oryantalizmi” bir bilim ve disiplin olarak yüksek bir düzeye çıkarmışlar, siyasal alanda da sömürgecilik karşıtları, Avrupamerkezciliğin muhalifleri olmuşlardır. Hatta bunlar, sömürgeci Avrupalıların ve emperyalist Batılıların oryantalizmini teşhir etme işini de üstlenmişler ve oryantalizmi onların tekelinden çıkarma gibi bir işe cüret de etmişlerdir. Bunlar Batı dünyasının dürüst aydınları ve bilimcileri, Doğu dünyasının devrimcileri ve dürüst siyasetçileridir.
Ezilen dünyanın aydınlarının rolü belirleyicidir.
Avrupa‘nın önce sömürgeci, sonra emperyalist dönemlerinde hizmete koşulmuş oryantalizm, Doğu ülkeleri için, son derece önemlidir ve aynı zamanda belli bakımlardan ezilen dünya için yararları da olmuştur. Doğu ülkelerinin ve toplumlarının tarihleri, dilleri, kültürleri, özellikleri, Doğu ülkelerinden çok Avrupa ülkeleri tarafından ele alınmış, Doğulu bilim insanları ve araştırıcılardan çok Batılı meraklılar ve görevliler tarafından incelenmiştir. Doğu‘nun bütün önemli kültür, bilim ve sanat ürünleri oryantalistler tarafından Batı toplumlarına götürülmüş, sergilenmiş, çevrilmiş, tanıtılmıştır. Doğu’nun değerleri Batı’da oryantalistler sayesinde tanınmışlar, bilinmişlerdir.
18. ve 19. yüzyıllara kadar belli ölçülerde hayranlık duyulan ve özenilen üstün ve gizemli Doğu‘nun, sonraları, geri, yönetilmesi ve yönlendirilmesi gereken, gelişmeye muhtaç toplumlardan ibaret olduğunu „keşfeden“ ve –hem Batı‘ya, hem de bize, Doğu‘ya–, „kavratan“ da oryantalizmdir.
20. yüzyılın başı dünyasal bir ayaklanış dönemidir, Doğu devrimleri birbirini izler (Rusya, Türkiye, İran). Bu fırtınada Rus (1905 ve 1917) ve Türk devrimleri (1908 ve 1920) arka arkaya tarih sahnesini doldururlar ve öncülük rolünü oynarlar. Böylece sömürgeciliğe ve emperyalizme karşı Kurtuluş Savaşları Çağı açılmış olur.5
SAVAŞLARIN GÖRÜNMEYEN SİLAHLARI
Şimdi gelelim başlıktaki sorumuza.
Aslında hiç bir savaş yalnız silahla yapılmamıştır. Bu konuda hem değişik yöntemler ve hem de başka araçlar kullanılır. Örneğin, hile; hile savaşların o kadar ayrılmazıdır ki, savaş tarihi hile örnekleriyle doludur. Örneğin, propaganda; propaganda o kadar önemlidir ki, belki hiç bir savaş bir propagandasız yürütülmemiştir.
Hile savaşların olmazsa olmazıdır. Propagandaya gelince, o da öyle. Her şeyden önce her ordu savaştığı gücü kendi askerlerine (hatta toplumuna) “düşman yapmak”, düşman göstermek ister, bu bir zorunluluk gibidir. Olmadık kötülemeler yapılır, hatta yalanlar uydurulur. Savaştığı gücü düşman görmeyen ordunun savaşı kazanamayacağı düşünülür.
Evet, bunlar her yerde geçerlidir, yani evrenseldir. Ancak Haçlıların Türklere, Avrupalı sömürgecilerin sömürge halklarına, Batı’nın kendi dışındaki dünyaya karşı yürüttüğü düşmanlık, ayrı ve özel bir şekilde ele alınmazsa, tarih ve günümüz aydınlatılamaz. Düşmanlığın belli bir siyasal durum için değil, sistemli ve köklü olması konunun başka bir boyutuna işaret eder.
Türkler, sömürge toplumları, köleler, en nihayetinde Doğulular ve “gelişmemiş” ülkelerin insanları, düşmanlarına karşı nasıl mücadele edeceklerini iyi bilmelidir. Bu mücadele, yalnız silahla yürütülemez, Avrupalıların, Batılıların ve emperyalistlerin yaptığı gibi. Onların düşmanlık yaratma stratejilerine ve bu stratejilerin dayanaklarına karşı bilimsel söylemler ve çalışmalarla karşı çıkılmalıdır.
Batı’nın düşmanlık malzemesi bilinçlice üretilmiştir, esası gerçek dışıdır.
Buradaki dikkat edilmesi gereken, yukarıda ortaya çıkmasını ve geliştirilmesini açıkladığımız, tarihinden ve günümüzdeki varlığından söz ettiğimiz oryantalizmin, sömürgecilerin ve emperyalistlerin elinde nasıl etkili, nasıl “bilimsel“, nasıl köklü, nasıl kapsamlı olduğudur. Oryantalizmin tez, teori ve yakıştırmalarına, Doğu’ya, Doğululara düşman, karşıt, rakip ve olumsuzluk içinde bakmayan bilimsel yaklaşımla, doğru bir oryantalizmle karşı çıkılmalıdır.
Avrupalıların ırkçı “tarih tezleri”ne karşı Cumhuriyet Türkiye’sinin Türk Tarih Tezi, kendi dilimizi, geçmişimizi, tarihimizi, özelliklerimizi ele almış, Cumhuriyet’imiz 1930’lu yıllarda Batı’nın tahrifatçı oryantalizmine karşı dünyada ilk “resmi”, kapsamlı, sistemli çalışmayı yürütmüştür. Buna göre uygarlık Doğu’dan kaynaklanmıştır, bir Doğu toplumu olan Türkler hem uygardır, hem uygarlık yayıcısıdırlar.
Türk Tarih Tezi, Avrupa Tarih Tezinin karşıtıdır. Çünkü Avrupalıların düşmanı Türklerdi ve tarihleri Türklere karşı yazılmıştır. 19. yüzyıl Türk devletinin “hasta” edildiği, parçalanmasının başlatıldığı, 20. yüzyıl ortadan kaldırılmak istendiği yüzyıllardı. İlk büyük savaşın amacı, Türklerin Anadolu’dan atılması, topraklarının paylaşılmasıydı. Kendimizi savaşla koruduk, saldırganlığın altındaki düşmanlığa ve kötülemeye karşı da tarihle, Türkleri ve Doğuluları, sömürgeleri ve ezilenleri savunduk.
Bugün ABD, çıkarlarına karşı dik duran Türkiye’yi “haydut devlet” kategorisine yerleştirmiştir. Dünyada kimler “haydut devlet”tir? ÇHC, Rusya, Kuzey Kore, İran. Bu devletlerin hepsi oryantalizmdeki Doğu devletleridir. Bir rastlantı mı?
NOTLAR
1 Kendileri dışındaki toplumları barbar olarak niteleyen Grekler, en yakınlarındaki toplum olan Slavlara saldırırlar, yakaladıklarını köle olarak ülkelerine getirirlerdi. Bu yüzden dillerine “köle” sözcüğü slav şeklinde girmiştir (bütün Avrupa dillerinde de aynı şekildedir; örneğin, Fransızcada esklave, İngilizcede slave, Almancada Sklave, İtalyancada schiavo).
2 Greklerin “Avrupalı” olmadıkları, “Avrupa uygarlığı”nı yaratmadıkları konusunda geniş bilgi için bkz. Martin Bernal, Kara Atena – Eski Yunanistan Uydurmacası Nasıl İmal edildi? / 1785-1985, Kaynak Yayınları, İstanbul 1998.
3 Kaşifler, Amerika’daki ve Afrika’daki insanlara da “Doğu”lu diyorlar, onlara Doğulu olarak bakıyorlardı, Orta Amerika’daki yerliler ve Kuzey Amerika’daki kızılderililer onlara göre “Hintliler”di. Çünkü Avrupa’dan ilk çıkışta Atlantik Okyanusunda “doğuya doğru” gitmişlerdi, Hindistan’a varacaklardı, arada onları bir kıtanın karşılayacağını bilmiyorlardı.
4 Geniş bilgi için bu süreci ele alan yazımıza bkz. “Karl Marx 200 Yaşında / Avrupa’nın Gelişme, Bilim ve Devrim Tekeli: Sömürgecilik, Kapitalizm, Emperyalizm”, Teori, sayı 342, Temmuz 2018, s. 43-58.
5 Bu konuyla ilgili yazılarımız bu alandaki mücadeleyi de özetlemektedir; bkz. „Batı’nın ‘Üstünlüğü‘ ve Uygarlık – 1 / Merkezcilik, Sömürgecilik, Oryantalizm, Irkçılık“, Teori, sayı 370, Kasım 2020, s. 50-63 ve
„Batı’nın ‘Üstünlüğü‘ ve Uygarlık – 2 / Tarih Tezinde Türkler, Avrupalılara Göre Türkler ve Emperyalizm“, Teori, sayı 371, Aralık 2020, s. 33-48.