Serdar Kızık Nasıl Milli Oldu?

Memleketin yıllardır kara mizah ibretlik haline örnek olsun diye milletvekili, gazeteci Atilla Sertel’in benimle ilgili bir yazısını paylaşıyorum..

NASIL MİLLİ OLMUŞUM 🙂  Atilla Sertel’in kaleminden…

EHL-İ KEYİF – Atila Sertel

Serdar Kızık Nasıl Milli Oldu?

Serdar Kızık’ın “Alışma” isimli kitabının tanıtımını okuduysanız şu cümlelerle karşılaşırsınız: “Anadolu’nun dört bir yanında 30 yılını geçirmiş, Mustafa Kemal’in eğitim emekçisi, önce Kızılçullu’dan mezun olan, sonra Hasanoğlan Yüksek Köy enstitüsünü bitiren,  Milli Eğitim’de hep müfettiş olarak çalışan bir babanın oğlu. Anne de aydın, çağdaş, okumuş bir kadın… Serdar Kızık Spor Yüksek  Okulu mezunu bir beden eğitim öğretmeni. Kahramanmaraş Pazarcık İlçesi’nde öğretmenlik yaparken 12 Eylül cuntası Serdar’ı  1402’lik yaptı yani sokağa bıraktı.

Serdar Kızık’ı çok uzun yıllardır tanırım. Konuşmaktan çok yazmayı sever. Panellerde, etkinliklerde sıklıkla yan yana geliriz. Az ama  öz konuşur. Söylediklerini eğip, bükmeden dile getirir. Edebiyata kaçmaz öze girer. Konuşurken böyledir, yazarken edebi  cümlelerine rastlarsınız. Serdar Kızık ile ilgili anlatmak istediğim, onun hiç unutamadığı tiraji komik bir olay. 

DEVRİMCİLİĞİ SIRTLANMIŞ GENÇ

Hani “Darbelerden çok çektik” diye gırtlaklarını yırtıncaya kadar bağıran oysa yolu işkenceden, cezaevlerinin hücrelerinden  geçmemiş nesil var ya onların dikkatle okuması gerekir. Yurdunu, halkını çok sevdiği ve çok okuduğu için genç yaşlarda ağır bir  sorumluluğu “Devrimciliği” sırtlanmış bir genç… Serdar ile ilgili o kadar çok cümle kurabilirim ki ancak yerimiz dar. Ben geleyim  anlatacağım olaya. 

Yıl 1985. Öğretmenlik yıllarında tutuklanan Serdar cezaevinden çıktıktan sonra Cumhuriyet Gazetesi’nin spor servisinde işe  başlamış ve herkesi atlatan bir spor muhabiri olmuştu. Gönlü siyasi muhabirlikteydi ancak kader bu siyasi adamı spor  sayfalarında boy göstermesine yol açmıştı.

Gazete yönetimi onun başarılı çalışmalarından memnundu. 12 Nisan 1989’da Doğu Almanya’nın Magdeburg kentinde Dünya  Kupası eleme grup maçı vardı. Tarihimizde 5 kez karşılaştığımız ve şimdi ortadan yok olan Doğu Almanya’nın bu önemli maçını  izlemek için gazete yönetimi Serdar Kızık’ı görevlendirmişti. Cumhuriyet Gazetesi Spor Servisi kurucusu, müdürü, yazarı rahmetli Abdülkadir Yücelman bu genç gazeteciyi sevindirmek istemiş ve “Hadi oğlum sen gidiyorsun Doğu Almanya’ya” demişti. 

Serdar’ın yüreği cız etti, nutku tutuldu. Tek kelime edemedi. Yücelman pek anlam veremese de, “Herhalde sevincinden” dedi. Oysa  Serdar, “Pasaport alamam, yurt dışına çıkamam” endişesiyle donup kalmıştı. Bir yandan yurt dışına ilk kez çıkmanın heyecanını  duyuyor öte yandan “Beni bırakmazlar hatta pasaport bile vermezler, gazeteye bu durumu nasıl anlatırım” diye endişe duyuyordu. İmdadına şimdi Ankara’da bir televizyon kanalında çalışan Cumhuriyet Gazetesi polis-adliye muhabiri Esat Pala yetişti. Pala,  kaldırdı telefonunu az sonra karşısında Emniyet Müdürü Hamdi Ardalı vardı. Ardalı 1988-1990 yıllarında İstanbul’da Emniyet  Müdürlüğü yapmış daha sonra Emniyet Genel Müdür Yardımcılığına ve Diyarbakır Valiliği’ne atanmış bir polisti. Pala, Serdar  Kızık’a pasaport konusunda yardımcı olunmasını istedi. Emniyet Müdürü Ardalı, “Ben talimatımı veriyorum gelin pasaport  başvurusunu yapsın” dedi.

ÖNÜNDEKİ BİLGİSAYARA BAKTI

Serdar Kızık umutsuzdu. Ayaklarını sürüye sürüye gitti. “Allah bir daha yolumu düşürmesin” dediği Emniyet Müdürlüğü’ne girdi,  pasaport için gerekli işlemleri yaptı. Üç gün sonra, “Gelsin pasaportunu alsın” dediler. İnanamadı. Pasaportunu aldı, evirdi, çevirdi  baktı, ceket cebine yerleştirdi.

Doğu Almanya’ya özel uçak kalkacaktı. Futbolcular, idareciler, gazeteciler birlikte gideceklerdi. Serdar Kızık tedbirliydi. Uçağın  kalkış saatinden üç saat önce alana geldi. Bir aksilik olursa heyete rezil olmayayım diye sabahın 8’inde geldiği alanda  pasaportunu polise çekinerek uzattı. Polis önündeki bilgisayara baktı, Serdar’a baktı. “Bir dakika” dedi, telefonu kaldırdı. Az sonra  ızbandut gibi bir polis arkadan usulca yanaştı ve Serdar’ın kolunu kırarcasına arkaya kıvırdı, diğer ikisi üzerine çullandı. Serdar Kızık’ın ayakları yerden kesilmişti, koridorda uçar gibi sürükleniyordu. Bir odaya aldılar Serdar’ı. İri kıyım polis konuştu. 

GAZETECİ HALİL NEBİLER VARDI

Demek usulca tüyüyordun ha, dedi. Serdar sesini yükseltti, “Ne tüymesi ben Cumhuriyet Gazetesi’nin spor muhabiriyim. Beni gözaltına alamazsınız. Milli maç için Demokratik Almanya’ya gideceğim” Diğer polis, “Sen görürsün demokratik Almanya’yı. Seni  hem Manisa polisi arıyor. Hem İzmir polisi… “ Serdar, yurt dışına çıkmaktan vazgeçmişti, polisin elinden yakayı nasıl kurtaracağını  düşünmeye başladı. Sesini bir kez daha yükseltince polisler tedirgin oldu ve Serdar’ı Havaalanı Emniyet Müdürü’nün odasına götürdüler. Serdar Kızık durumu Havaalanı’ndan sorumlu müdüre bir kez daha anlattı, adamın ikna olacağı yok. O sırada saatine  baktı. Saat 9.00 olmuştu. Fırladı yerinden, masada duran telefona uzandı. Polis, “Ne yapıyorsun” derken çevirdi numaraları.  Cumhuriyet Gazetesi’ni aradı. Karşısında dönemin ünlü Polis – Adliye Muhabiri, şimdinin Ulusal Kanal televizyonu çalışanı Gazeteci Halil Nebiler vardı. Soluk soluğa anlattı durumu. Halil, “Sen ayrılma oradan” dedi. Serdar, “Tamam” dedi demesine de,  “Zaten ayrılamam gözaltındayım” diye acı acı gülümsedi. 

O DÖNEMDE İNTERNET YOKTU

Aradan 15 dakika geçmişti telefon yeniden çaldı. Arayan İstanbul Emniyet Müdürüydü, “Peki efendim, “Başüstüne başmüdürüm”,  “Anlaşıldı efendim” dedikten sonra Serdar Kızık’a döndü “Serdar Bey, işin gerçeği sizin durumunuzda ben olsam beni  bırakmazlardı yurt dışına ama Emniyet Müdürümüz size kefil oldu. Buyrun pasaportunuzu. İyi yolculuklar” dedi. Serdar Kızık  teşekkür etti, vedalaştılar. Dönüşte ülkeye rahat girmek istediğini söyledi ve Havaalanı Emniyet Müdür Yardımcısı’nın adını aldı. 

Maç Tanju ve Rıdvan’ın golleri ile 2-0 Türkiye’nin galibiyetiyle sonuçlandı. Kaleci Engin Magdeburg panteri oldu. Sıra dönüşe geldi.  Milli takım kafilesi sevinç içinde döndü. Valizini alan alışverişe koşuyordu. Serdar herkesin çıkmasını bekledi. En sona kalmak  istiyordu. Yine aynı olay başına gelirse kimse görsün istemiyordu. En son kişi olarak Serdar pasaportunu uzattı. Polis, “Buyrun sizi şöyle alalım beyefendi” dedi. Yine aynı odaya götürdüler. Yine ayı muamele. Yakalanmıştı (!) 

Serdar iki saat sonra serbest kaldı. Havaalanı’ndan sorumlu Emniyet Müdür Yardımcısı izinliydi. Ona ulaşmak tam iki saat süreyi   almışlardı. Sonuçta Serdar ülkeye ve işine dönmenin keyfi içinde gülümsedi. İşin aslı şuydu. Serdar hakkında açılan davalardan  beraat etmişti ama bugün olduğu gibi o dönemde e-devlet, internet yoktu. Beraat ettiği değil arandığı ve tutuklanması gerektiği dosyalarda kalmıştı. İzmir’e döndüğünde bu durumu düzeltmek için uğraştı ve sonunda başardı. Şimdi ne zaman yurt dışına çıksa  Doğu Almanya seyahati geliyor aklına. Yine gülümsüyor.

Bunları da sevebilirsiniz