Haldun Taner’in adını herkes bilir, “Keşanlı Ali Destanı”nı, “Sersem Kocanın Kurnaz Karısı”nı görmeyen, hiç değilse bu sahne eserlerinin adını duymayan yoktur. Bu oyunları onun tanınmasına yetmiştir. Bunların yanında öyküleri de çok dikkat çekicidir.
Yazdıklarında mizah vardır, iyi gözlemcilik kendini hissettirir. Bizde öykücü olarak dikkate değer çok yazar olmasına karşın onun öykücülüğünün bence özel bir yeri de vardır. O’Henry, Çehov, Maupassant, E.A. Poe en bilinen öykücüler olarak, Taner onlar gibi anılmasa ve onlar arasında sayılmasa da, ayarı onlardan düşük değildir.
Gazetelere uygun hafif öykülerinin önemli bir kısmının sonu sürprizlidir.
Bir tür Batılılaşma olan 19. yüzyıl biçimsel Batılılaşmasının daha o zamanlarda başlayan eleştirel bakışla değerlendirilişini 20. yüzyılda öykülerinde en yetkin ve en çarpıcı olarak yapanlardan biri de Haldun Taner’dir.
Bu bakımdan yakın zamanlarımız için, Aziz Nesin’le birlikte, bu toplumuna yabancı züppe Batıcıyı en son anlatandır. Aynı Nesin’de olduğu gibi, bu kişilikler sadece anlatılanlar değil, sevilmeyenlerdir de, hatta hafiften nefret edilenlerdir.
Görgüsüzleri, sonradan görmeleri, bilgisiz gösterişçileri, şımarıkları, yaratılıştan ya da yetişmeden gelen ruhsal bozukluk sahiplerini, kompleksli dediğimiz kişileri ele aldığı gibi, toplumsal sorunların, adaletsizliklerin yaratıcılarını ve mağdurlarını da sergiler. Yalnız bütün bunlar, açık mesaj yöntemiyle değil, toplumsal haksızlıklara karşı sanatçı tepkisi ve mücadelesini sanatsal ve estetik kaygılarla yansıtma şeklindedir. Bu yüzden dava adamı olmadığı gibi eleştirilere de maruz kaldığı olmuştur. Ama yergicilikte, karşı çıkış, teşhir, gülünçleştirme, alay olduğundan, bu özellikleri ile yergicilik, toplumsal sorumluluğun yerine getirildiği bir biçim olmamakta mıdır? Bir itirazı olan, bir şeye karşı çıkışı olan, hedefli olan, bu konuda sistemli ve tutarlı davranış içinde olan, davası olmayan kişi midir?
Burada ince bir nokta da var. Yergide olumsuz olmayan “kahramanlar” konusu. Mahalle kadınları, düzeysiz insanlar, köylüler, alt sınıflardan seçilmiş tipler Haldun Taner’de, yanlış ve gülünç olmakla birlikte, öyle olmaları yanı sıra, nefret edilenler veya edilmesi gerekenler arasında değildirler.
Cumhuriyet kuşağı edebiyatçıları arasında sayılan Taner, eserlerinde bir Osmanlı aydını izlenimi veren dili de kullanmıştır. Ancak eski dile düşkün olmasının, özellikle, yazdıklarının erken dönemine ait olduğundan olsa gerek, eserlerine hakim olmadığından da söz edilir. Hatta bir değerlendirme, bunu, “belki de Türk Dil Kurumuna üye olduktan sonra, sade dile yönelmiş” olmasıyla açıklamaktadır.1
Hayatına bir göz attığımızda Haldun Taner’in iyi bir eğitim görmüş olduğu anlaşılıyor. Galatasaray Lisesi’nden sonra Heidelberg Üniversitesi’nde iktisat ve siyasal bilgiler okumuş. Sonra Türkiye’de, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde Alman Filolojisi ve Sanat Tarihi bölümlerini bitiriyor. Aynı fakültede Sanat Tarihi‘nde bir süre asistanlık yapıyor.
Eğitimi henüz bitmemiş olacak ki, Viyana’da Max Rheinhardt Akademisi’nde tiyatro öğrenimi görüyor. 1955-57 yılları arasında Viyana Doğubilimleri Enstitüsü’nde Türkçe okutmanı.
Türkiye’ye döndüğünde İstanbul Üniversitesi’nde ebebiyat ve estetik dersleri veriyor (1960-74).
ABD’YE KARŞI ÇIKMAMIZ 27 MAYIS 1960’TAN SONRA DEĞİL Mİ?
Şimdi gelelim, 1950 yılındaki “Türkiye’de Amerika”ya.
Haldun Taner’in öykülerinden “Made in USA”2 adlı olanı 1950 yılında yazılmıştır. Konumuz bununla ilgilidir.
İkinci büyük savaş, Amerika’nın kendini barışın sahibi sayacağı bir ortamda sona ermiştir. Gösteriş ve gücünü göstermek olarak Japonya’nın iki kentine atom bombalarını atmış, savaş
girdiği andan beri kendisiyle ittifak yaptığı Sovyetler Birliği’ni aniden düşman yapmış, “Avrupa’nın kurtarıcısı” olduğunu ilan etmiştir. Ama kurtardığı Avrupa’yı bu sefer Sovyet “saldırganlığı”na karşı koruyacaktır.
“Truman Doktrini” doğrultusunda “Marshall Yardımı” ile hakimiyetinin siyasal ve ekonomik ağlarını örmeye başlamıştır. Demokrasinin sözcüsü ve sahibi olmakla kalmamış, dünyanın yeni hakimi de olmuştur.
Ve elbette bunların Türkiye’de de bir karşılığı olacaktır.
Türkiye’nin konu olduğu ilk ABD girişimi, savaş biter bitmez ABD’nin Missuri zırhlısının İstanbul’a gelmesiydi. Amerika gövde gösterisi yapmış, bizim tarafımızdan ise “coşkuyla” karşılanmıştır.3 Misafirperverliğimizle İstanbul genelevlerini Amerikan deniz erlerine tahsis etmişizdir. O günlerde Türklerin İstanbul’daki genelev sokağına gitmeleri önlenmiştir! Aynı zamanda genelevlerin badanaları yapılmış, sokaklar da temizlenmiştir.
O günlerde Amerika’ya tepki duyanlar da henüz belirgin bir şekilde ortaya çıkmamıştır. Ama Türkiye Amerika’ya “iyi gözle” bakmaktadır. Altında, Türkiye’nin (Atatürk sonrasında) Batı’yı seçmiş olması, yönünü değiştirmesi, Atatürk-Cumhuriyet politikalarında “yenilik” arayışında olması yatmaktadır.
Bunların yanı sıra basında, siyasette ve ticaret erbabı arasında Amerikan muhipleri de bulunmaktadır, Birinci Büyük Savaş sırası ve ertesindeki İngiliz muhipleri gibi. Zekeriye Sertel, Türkiye’ye Amerika’dan geldiği zamandan beri Amerikan tarzı magazin dergiciliği adı altında Amerikancılık yapmaktaydı.4 Pek yalnız da sayılmazdı. 1919 mandacılığının hortlatılmış şeklindeki haliyle CHP’den de Amerikancılık yapanlar vardı. Kurtuluş Savaşımıza önderlik eden ilk Meclis’cilerin ve bağımsız Cumhuriyet’i kuran CHF’nin (Cumhuriyet Halk Fırkası’nın) 20’lerdeki bazı yöneticileri, sözcüleri ve Kuvay-ı Milliyecilerin önde gelenleri arasında bile mandacılar, Amerikancılar olduğu gibi.
Ahmet Emin Yalman gibi açıktan Batıcı-Amerikancı olanlar yanında, her zaman Atatürk’ün yanında ve safında bulunmuş, Cumhuriyet basınının devrimci yazarlarından Falih Rıfkı Atay gibileri de Missuri havasına kapılmış, Amerika’nın yörüngesine girmiştir.5
Missuri günleri, Amerika lehine bir dalga oluşmasına yetmişti.
Ancak o günlerde Amerika’nın Türkiye’de bir varlığının olduğundan söz edilemeyeceği gibi, Missuri ziyareti dolayısıyla Amerika’ya karşı çıkmak kimsenin aklına gelmiyordu, düzeltelim, daha doğrusuyla, “karşı” sesleri dinlemek isteyen de yoktu, duyan da.
Haldun Taner’in sözünü ettiğimiz yazısı kaleme alındığı zaman, Amerikancı olduğu yorumları yaygın olarak o günlerde henüz yapılmayan DP iktidarı da daha başa geçmemiştir, çünkü 1950 yılındaki 14 Mayıs seçimi daha yapılmamıştır. 1950 yılında ne NATO’ya girmişizdir, ne ABD ile ikili anlaşmalar imzalanmıştır, ne de Türkiye’nin birçok yerinde Amerikan askeri üsleri açılmıştır. NATO henüz kurulmamış olduğu gibi, İncirlik’in temeli bile atılmamıştır. Amerikalı gören insanların sayısı çok azdır, hatta halk arasında “Missuri günleri” dışında Türkiye’de Amerikalı gören neredeyse yoktur!
Amerikan rüzgarının esmesine rağmen anti-Amerikancılığın ortaya çıkmasına da daha çok vakit vardır.
Üstelik, 1950 yılı geçildikten sonra, Türkiye, Kore Savaşı’na ABD’nin komutasında girdiği zaman bile Amerika’nın emperyalistliğine pek değinilmemişti. Kore savaşına yaygın bir karşı çıkış olmadığı gibi, zamanın devrimci ve sosyalistlerinin karşı çıkış çabaları ise örtülmüş, duyulmamış, etkili olamamıştır. Hatta Amerika’nın yanında savaşa katılmak mecliste bile tartışma konusu olmamıştır, karşı çıkan yoktur. ABD, güleryüzlüdür, demokrasi getirecektir, yardım yapacaktır, iyilik perisidir… “Barışçı” maskeli saldırganlığın ve Türkiye’ye gösterilen sahte, yapmacık ilginin altındaki niyeti gerçeği bilenler dışında kimse fazla merak etmemektedir.
Dahası, 1950 sonrasında Türkiye, on yıl boyunca, ABD’nin Türkiye’deki varlığını, emperyalist politikalarını, Türkiye’yi kendisi için tampon bölge olarak kullandığını, Türkiye’ye nükleer füzelerini konuşlandırdığını, Türk silahlı kuvvetlerinin Amerikanlaştırıldığını, Gladyo’yu, SuperNato’yu, Amerikan üslerini, ikili anlaşmaları, komploları vb. on yıl boyunca
öğrenemeyecektir. Yüz küsur ABD üssünün varlığını bile toplumumuz 1960’tan sonra duymuştur. Nitekim, 1950’li yıllarda Türkiye’deki Amerika yazılmamıştır6, ABD’nin köylerimize kadar girmesini ele alan Amerikan Sargısı7 yayınlanmamıştır, çünkü zaman, daha 60’ların ortasına gelinmemiştir. Amerika’nın Türkiye’deki meş’um varlığının gösterilmesi olan, açıktan “Amerika” başlıklı antiemperyalist kitapların yazılması için 1966 yılını, yayınlanması için 1967 yılını beklemek gerekecektir.
Missuri ile başlayan yolculuk, 1950 yılına kadar siyasette, ekonomide, eğitimde, bayındırlıkta ve daha birçok alanda Amerikan program ve planlarının oluşturulmasıyla ilerleyecektir. Çok-partili düzen, uluslararası kredi sistemi, karayolları projesi vb. bu alanlardaki örneklerdir. DP’nin ise özendiği ve savunduğu ABD, Türkiye’yi “Küçük Amerika” yapacaktır! CHP’nin yumuşattığı emperyalist Batı, sevimlileştirildiği gibi, benimsenmiştir de. Çok-partili rejim, “demokrasi”, 1947 Thornburg Raporu, dinci eğitim programı, yabancı sermaye,
ulaşım-taşımacılık, Dünya Bankası üyeliği, 1949 Barker Raporu, borç-kredi, yatırım-kalkınma; bütün bunların her biri Türkiye’nin bağımsızlığına vurulan darbelerdir. (Amerikancı DP henüz iktidarı almadan gerçekleşen bu gelişmeler, CHP hükümetleri dönemindedir!)
İşte bu şartlarda, 1950 yılında yazılmış Haldun Taner’in öyküleri arasında olan “Made in USA”, “Türkiye’deki Amerika”yı göstermektedir. Amerikalı kılığına giren ve kimliğine bürünen bir Türk genci herkesi kandırmış, Amerikalı olarak saygı, sevgi ve ilgi görmüştür. İyi Amerikan İngilizcesi bilmektedir. “Amerikalı”, dolandırmakta, kızlarımızı aldatmakta, evlenme vaatleriyle ırzlarına geçmektedir. Demek ki, daha 1950 yılında “Amerikan rüyası” bile toplumumuzda ortaya çıkmış bulunmaktadır, ama Amerikan rüyası henüz yoktur! Daha Amerikalı görmemiş insanlar Amerikalı olduğunu sandığı sahtekarlara da kolayca kanabilmekte, kendi değerlerini çiğneyebilmektedir. Günün birinde Amerika’ya gitme vardır!
İşte yazarımız toplumlaki bu “rüyayı” keşfetmiş ve yansıtmıştır. Böylece tutumunu da sergilemiş olmaktadır.
Gene “Şişhane’ye Yağmur Yağıyordu” adlı öyküde ise Taner, “Amerikan gülümsemesi” sözcüklerini kullanır.8 Bir delikanlı dudağını çarpıtarak gülümsediğinde Haldun Taner’de “bir Amerikalı” çağrışımı olmaktadır. Aslında o “Amerikan gülümsemesi”ni sonradan bütün
toplumumuz öğrenecektir, kovboy filmlerindeki o çarpık ağızları, Amerikan filmlerindeki müstehzi tipleri, Amerikalı jönlerin kibirli mimiklerini farketmeyen, bunların Amerikanlık karakteristiği olduğunu anlamayan kalmayacaktır, tabii onlara özenenler de az olmayacaktır.
Taner, daha 1950 yılında Amerika’yı, Amerikalıyı, Amerikan rüyasını konu etmiştir, ele almıştır, bu bakımdan edebiyatımızda bir öncü sayılır. Orhan Kemal’in romanlarına giren Amerika ve Amerikalı en erken 1962’ye tarihlenmektedir.9
Haldun Taner toplumun ilerisindedir. Ancak böyle bir açıklamayla bu öykülerdeki “Amerika’yı” anlayabiliriz. “Amerikan pazarları”nın açılmamış olduğu, ortalıkta Amerikalı gezinmediği ve Amerikalıya rastlanamayacağı bir dönemde Taner, geleceği okumuştur, tarihsel bir bakışın sahibidir, öngörülüdür.
1960’ların Amerika’ya karşı Türkiye toplumunu saran tepkisinin, yazındaki açılışı 1950’de Taner tarafından yapılmıştır diyebiliriz.
Haldun Taner’de tarih bilincini, içindeki yaşadığı ikinci savaş öncesi Avusturya’sıyla ilgili yaptığı değerlendirmelerde de görüyoruz.10 Yalnız yansıtmamıştır, yorumları göz açıcıdır. Toplumun sürüklendiği yolu görmek, bu tarih bilinci kapsamındadır.
HALDUN TANER, HAYATI, ÇALIŞMALARI VE ÖDÜLLERİ11
Haldun Taner, (16 Mart 1915 – 7 Mayıs 1986), Türk öykü, tiyatro ve kabare yazarı, öğretim üyesi ve gazeteci. Cumhuriyet dönemi Türk edebiyatının önde gelen yazarlarından biridir. Türkiye’de epik tiyatro türü ve kabare tiyatrosunun öncüsüdür.
Ailesinin kökenleri Gürcü asıllı Tavdgiridzelere dayanır. Babası Ahmed Selahaddin, Son Osmanlı Meclis-i Mebusanı üyesi ve İstanbul’un işgali sonrası mütareke yıllarında yazıları, dersleri ve nutuklarıyla ülkenin bağımsızlığını savunmuş bir aydındır. Beş yaşında iken babasını kaybetti. Annesiyle birlikte büyükbabasının konağında yaşadı.
Vatana hizmeti geçenlerin ve şehit olanların çocuklarına tanınan haktan yararlanarak parasız yatılı olarak girdiği Galatasaray Sultanisi’ndeki orta öğrenimini 1935 yılında tamamladı.
Mezuniyetinden sonra devlet tarafından Heidelberg Üniversitesi’nde öğrenim görmek üzere Almanya’ya gönderildi. Siyasal Bilgiler alanındaki öğrenimini, geçirdiği ağır tüberküloz nedeniyle 1938’de yarıda bıraktı ve yurda döndü. 1938-1942 yılları arasında Erenköy Sanatoryumunda tedavi gördü.
Yüksek öğrenimini 1950’de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Filolojisi Bölümü’nde tamamladı. 1950-54 yıllarında Üniversitenin Sanat Tarihi Kürsüsü’nde asistanlık yaptı. Edebiyat yaşamına gençlik yıllarında yazdığı skeçlerle başladı. “Töhmet” adlı ilk öyküsü Yedigün dergisinde “Haldun Yağcıoğlu” takma ismiyle 1946’da yayınlandı. New York Herald Tribune gazetesi’nin 1953’te İstanbul’da düzenlediği öykü yarışmasında “Şişhaneye Yağmur Yağıyordu” öyküsüyle birinci oldu. 1956’da Varlık dergisinin araştırmasında yılın en beğenilen öykücüsü seçildi.
Asistanlığı sırasında yazdığı “Günün Adamı” oyunu, İstanbul Şehir Tiyatrosu’nda sahnelenmeden yasaklandı. Asistanlığı bırakıp Viyana’ya tiyatro bilimi eğitimi için gitti. 1955-1957’de Max Reinhardt Tiyatro Akademisi’nde öğrenim gördü. Viyana’daki bazı tiyatrolarda reji asistanı olarak çalıştı. 1957’de tekrar Türkiye’ye döndü. İstanbul Üniversitesi Gazetecilik Enstitüsü’nde edebiyat ve sanat tarihi, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi ile İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde tiyatro tarihi okuttu. Bir yandan da Tercüman Gazetesi’nde (1952-1960) köşe yazıları yazmayı ve oyun yazarlığını sürdürdü.
1950’lerde oyun yazmaya başlamış olan ve tiyatrodaki ilk eserlerinde dramatik türün başarılı örneklerini veren Haldun Taner, ardından epik tiyatro denemelerine girişmişti. Türk Tiyatrosu’ndaki ilk epik tiyatro örneği olan Keşanlı Ali Destanı adlı oyunu ile dünya çapında tanındı. Bu oyun yurt dışında Almanya, İngiltere, Çekoslovakya, eski Yugoslavya’nın çeşitli kentlerinde oynandı. Atıf Yılmaz tarafından sinemaya aktarıldı (1964). Daha sonraki dönemlerde konularını güncel olaylardan alan siyasal-sosyal taşlamaların ağır bastığı oyunlar yazdı. Epik tiyatro ve kabarenin alanında verdiği yapıtlar çağdaş Türk tiyatrosunun klasikleri oldu. Eşsiz bir arı Türkçe kullanan Haldun Taner, Cumhuriyet dönemi Türk edebiyatının ve tiyatrosunun önde gelen yazarları arasına girdi.
Devekuşu Kabare’yi (1967), Bizim Tiyatro’yu, Tef Kabare Tiyatrosu’nu kurdu. Küçük Dergi‘yi çıkardı. Fıkra yazarlığını 1973’ten itibaren Milliyet’te sürdürdü. Öyküleri ve yazıları Yedigün, Ülkü, Yücel, Varlık, Küçük Dergi, Yeni İnsan dergilerinde de yayınlandı.
Filme de alınan “Kaçak” (1955) ile “Dağlar Delisi Ferhat” (Lütfi Akad ve Orhan Kemal’le birlikte, 1957) adlı senaryoları sırasıyla Türk Film Dostları Derneği’nin Senaryo Ödülü‘nü ve Basın-Yayın Senaryo Armağanı’nı kazandı. “Sancho’nun Sabah Yürüyüşü” (1969) ile Bordighera Uluslararası Mizah Festivali Öykü Ödülü’nü, tiyatro dalında da “Sersem Kocanın Kurnaz Karısı” (1971) oyunuyla 1972 Türk Dil Kurumu Tiyatro Ödülü’nü kazandı. Sedat Simavi Vakfı 1983 Edebiyat Ödülü’nü Pertev Naili Boratav’la paylaştı.
Milliyet gazetesinde “Deve Kuşuna Mektuplar” başlığı altında haftalık köşe yazıları yazan Taner, güncel olayları değerlendirdiği bu yazılarda yaşadığı dönemin bir çeşit edebi belgeselini sundu.
Yazarlığının yanı sıra İstanbul Üniversitesi Gazetecilik Enstitüsünde ve Edebiyat Fakültesinde, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nde edebiyat, sanat tarihi ve tiyatro dersleri veren Haldun Taner, Milliyet Gazetesi yazarlığı yaparken 7 Mayıs 1986’da İstanbul’da yaşamını yitirdi.
Adı, İstanbul Şehir Tiyatroları’nın Kadıköy’deki sahnesine verilmiştir. Bilgi Yayınevi, bütün eserlerini dizi halinde basmıştır. Milliyet gazetesi, Haldun Taner anısına 1987’den beri her yıl Haldun Taner Öykü Ödüllerini düzenlemektedir.
ESERLERİ
Tiyatro:
Günün Adamı (1957), Dışardakiler (1957), Ve Değirmen Dönerdi (1958), Fazilet Eczanesi (1960), Timsah (1960), Lütfen Dokunmayın (1961), Huzur Çıkmazı (1962), Keşanlı Ali Destanı (1964), Gözlerimi Kaparım, Vazifemi Yaparım(1964), Eşeğin Gölgesi (1965), Zilli Zarife (1966), Vatan Kurtaran Şaban (1967), Bu Şehr-i İstanbul Ki (1968), Sersem Kocanın Kurnaz Karısı (1969), Astronot Niyazi (1970), Ha Bu Diyar (1971), Dün Bugün (1971), Aşk-u Sevda (1973), Dev Aynası (1973), Yâr Bana Bir Eğlence (1974), Ayışığında Şamata (1977), Hayırdır İnşallah (1980), Marko Paşa (1985), Aleyna’nın kızı (1985)
Öyküleri:
Geçmiş Zaman Olur Ki (1946), Yaşasın Demokrasi (1948), Şişhane’ye Yağmur Yağıyordu (1950), Tuş (1951), Onikiye Bir Var (1953), Ayışığında Çalışkur (1954), Sancho’nun Sabah Yürüyüşü (1964), Konçinalar (1967), Kızıl Saçlı Amazon (1970), Yalıda Sabah (1979), Şeytan Tüyü (1980), Bir Kavak ve İnsanlar, Ayak
YARARLANILAN KAYNAKLAR
Alp Hamuroğlu, “Edebiyatımızda İlk Amerikan Karşıtı Yazar: Haldun Taner”, 4 Mayıs 2020, https://www.gercekedebiyat.com/haber-detay/edebiyatimizda-ilk-amerikan-karsiti-yazar-haldun-taner/4625.
Cevdet Kudret, Türk Edebiyatında Hikaye ve Roman, Cumhuriyet Dönemi (1923-1959), 3. cilt, İnkılap Kitabevi, İstanbul 1990.
Haldun Taner, Düz Yazıları – 1 / Çok Güzelsin Gitme Dur, Bilgi Yayınevi, Ankara 1983.
Haldun Taner, Düz Yazıları – 2 / Berlin Mektupları, Bilgi Yayınevi, Ankara 1984.
Haldun Taner, Hikâyeler / Yaşasın Demokrasi, Tuş, Şişhaneye Yağmur Yağıyordu, Bilgi Yayınevi, Ankara 1979.
NOTLAR
1Cevdet Kudret, s. 358.
2 Taner, Hikâyeler, s. 112-124.
3 5 Nisan 1946 tarihinde Missouri adındaki ABD savaş gemisi olan zırhlı, iki refakatçı gemiyle İstanbul sahiline yanaştı. Ziyaretin bahanesi ABD’deki görevi sırasında 11 Kasım 1944 tarihinde Washington’da ölen büyükelçimizin (Mehmet Münir Ertegün’ün) cenazesini getirmekti. Nedeni ise, savaş sonu Amerikan politikalarının gereğince Türkiye’nin Amerika’ya göre şekillendirilme planıydı. Bunun için Türkiye’de “demokrasinin” açılışı yapılacaktı! Gemide bulunan Başkan Truman’ın özel temsilcisi Alexander Weddel, derhal Ankara’ya gitti, anlaşmalar yaptı ve gemi 9 Nisan’da İstanbul’dan ayrıldı. Amerikan gemisinin kalma süresi kısaydı ama ziyaret etkiliydi.
4 Geniş bilgi için bkz. Yard.Doç.Dr. Necdet Ekinci – Bengi Kümbül – Serap Akıncı, Zekeriya Sertel /Amerikan Kültür Emperyalizminin ve Magazin Dergiciliğin Öncüsü, Yeniden Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Yayınları, Antalya 2006.
Ç. Yetkin ise Sertel’den, “Türkiye’de o güne değin Amerika’yı en çok yücelten, Türklere Amerikan yaşam biçimini imrenilecek bir model olarak gösteren en önde gelen kişi” olarak söz ediyor; bkz. Çetin Yetkin, Karşıdevrim /1945-1950, Otopsi Yayınevi, İstanbul 2020, s. 338.
5 Örneğin, Mümtaz Faik Fenik, Ahmet Emin Yalman, Falih Rıfkı Atay vb. Cumhuriyet dönemi gazetecileri ve çeşitli Atatürkçüler, Missuri’yi, Amerika’yı, Truman’ı öve öve bitirememişler, ABD’nin bölgeye gelmesini ve yerleşecek olmasını sevinçle karşılamışlardı; geniş bilgi için bkz. Yetkin, s. 267-269.
6 Nevzat Üstün, Türkiyedeki Amerika, Var Yayınları, 2. baskı, İstanbul 1969 (ilk baskısı da aynı yıl yapılmıştı)
7 Fakir Baykurt, Amerikan Sargısı, Remzi Kitabevi, 5. baskı, İstanbul 1980.
8 Taner, Hikâyeler, s. 223.
9 Orhan Kemal, Gurbet Kuşları, 3. baskı, Tekin Yayınevi, İstanbul 1982, s. 148-49 vd., 202 ve 284-85.
1960 sonrasındaki antiemperyalist ve anti-Amerikan dalga içinde edebiyatımızın her dalında çok zengin örnekler bulunmaktadır (romanda Samim Kocagöz, Fakir Baykurt, Atilla İlhan vb). Ama edebiyatımızda (İkinci Dünya Savaşı sonrası) 1960 öncesinde Amerika ve Amerikalı imgelerini barındıran başka eserler varsa da bilgimiz olmadığından sözünü edemedik.
10 Taner, Berlin Mektupları, s. 181-210.
11 Bu bölüm, Hamuroğlu, https://www.gercekedebiyat.com/haber-detay/edebiyatimizda-ilk-amerikan-karsiti-yazar-haldun-taner/4625‘ten kısaltılarak alınmıştır.