Çöl Kaplanı Fahreddin Paşa

Birinci Dünya Savaşı, Osmanlı Devleti için hukuki olarak 30 Ekim 1918 tarihinde bitse de fiili olarak 10 Ocak 1919 günü son Türk askeri birliğinin teslim olması ile bitmiştir. Bu yazımda bu birliğin tarihe geçen direnişini ve bu birliğin komutanı, “Çöl Kaplanı” lakaplı Fahreddin Paşa’yı anlatacağım. Bu direnişi iki yönlü ele aldığımızda bir tarafta Medine şehrinin sonuna kadar savunuluşu ve gösterilen kahramanlıklar, ayrıca Kutsal Emanetler’in İstanbul’a getirilişi ve olası bir yağmadan kurtarılışı; öbür tarafta ise o koşullarda korunması mümkün olmayan ve kaybedilen Medine şehri ve Medine’yi korumak için Anadolu direnişinde çok ihtiyaç duyacağımız birliklerin sonuçsuz bir savunmada tüketilmesini görüyoruz.(1) Bu yazıda direnişin ilk yönüne odaklanacağız.

Fahreddin Paşa’nın Medine Müdafaası’ndan önceki hayatına kısaca değinelim. Asıl adı Ömer Fahreddin olan Paşa 1868 yılında Rusçuk’ta doğmuştur. 93 Harbi’nde duyduğu top seslerinden ve Türk göçlerinden etkilenerek asker olmaya karar vermiştir.(2) 1888 yılında Harbiye’den süvari teğmeni olarak birincilikle mezun olmuştur. Erzincan’dan Edirne’ye kadar imparatorluğun çeşitli yerlerinde hizmet vermiştir. Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasıyla Suriye’de görevlendirilmiştir. 1916 yılına gelindiğinde ise tarih en büyük ihanetlerinden birisini yazacaktı. Birinci Dünya Savaşı başlamış, Osmanlı Devleti ise Süveyş kanalına saldırmanın planlarını yapıyordu. Bu amaç uğruna Mekke Şerif’i olan Şerif Hüseyin’den Osmanlı’ya destek olması isteniyordu. Osmanlı’dan çeşitli yardımlar alan Şerif Hüseyin Kanal Harekâtı’na katılacağını söylüyor ancak bir türlü hazırlıklarını tamamlamıyordu. Bu sırada ise Kanal Harekâtı için görevli olan Cemal Paşa’ya, Mekke valisi ve kumandanı olan Vehip Paşa, Şerif Hüseyin hakkında çeşitli raporlar gönderiyor, Şerif Hüseyin’in İngilizlerle görüşmeler yaptığını, ikiyüzlü davrandığını söylüyor ve ondan şüphelendiğini, Şerif’e güvenilmemesi gerektiğini söylüyordu.(3) Cihad-ı Ekber ilan edildiğinde ilk karşılık verenlerden biri de Şerif Hüseyin’di. Ancak daha sonra İstanbul’daki bazı uygulamaları eleştirmiş ve hükümete bir protesto mektubu yollamıştı. Kendisine de muhtariyet verilmesini istemişti.(4) Osmanlı’dan aldığı yardımlar ile oğulları Faysal ve Ali’nin kuvvet topladığını, topladıkları kuvvetler ile Kudüs’e gelip Kanal Harekâtına destek vereceklerini söyleyen Şerif Hüseyin, Cemal Paşa’yı oyalıyordu. Çanakkale Savaşı’nda yenilen İngilizler buradaki birliklerini Mısır’a kaydırdığı zaman Şerif Hüseyin de artık isyan için doğru zamanının geldiğine karar vermişti. İsyanın gerçekleşeceğinden şüphe duyan Cemal Paşa, Enver Paşa ile görüşüp Medine’nin mümkün olduğu kadar elimizde durmasını kararlaştırmıştı. Çünkü Medine’yi kaybedersek İslam âlemi nezdinde itibar kaybedebilirdik. Dahası, Peygamber Efendimizin mezarı bu şehirde olduğundan Medine pek tabii ki çok önemliydi.(5) Medine kumandanı olan Basri Paşa da Şerif Hüseyin ve oğullarından şüpheleniyor, onlara güvenilmemesi gerektiğini söylüyordu. Cemal Paşa da Medine’ye, Basri Paşa’nın yanına güvenilir birini gönderip, durumu incelemesini, gerekli çözümlerin bulunmasını istiyordu. Bu kişi o sırada Suriye’de görev yapan Fahreddin Paşa’dan başkası değildi. Hemen Fahreddin Paşa ile iletişime geçilerek durum anlatıldı. Medine’ye yapacağı ziyaret ile Şerif Hüseyin ve oğulları Faysal ve Ali’nin kuşkulanmaması için görünürdeki ziyaret sebebi bölge için çok önemli olan demiryolu hattını kontrol etmek ve Medine’de yer alan Hazreti Muhammed’in kabrini ziyaret etmek olduğu söylenmişti.(6) 23 Mayıs 1916 tarihinde yola çıkan Paşa tren yolculuğundan sonra Medine’ye ulaşmış, kendisini karşılayanları selamladıktan sonra Peygamber Efendimizin kabrini ziyaret etmiş daha sonra Basri Paşa ile özel bir görüşme yapmıştır. Bu görüşmede Basri Paşa Fahreddin Paşa’ya durumu anlatmıştır. Basri Paşa, Faysal ve Ali’nin uzun süredir Medine’de olduklarını, Kanal’a gitmek için Mekke’den gelen beş yüz gönüllü bedevinin hala Medine’de olduklarını, söylemiş ve bir türlü yola çıkmadıklarını kendisini oyalayıp Uhut Dağı’nda kamp kurduklarını ve isyan için fırsat olduklarını söylemiştir. Bütün Arapların isyana katılmadığını, Osmanlı’ya sadık Arap kabileleri de bulunduğunu söyleyen Basri Paşa isyancıların Urban denilen geçimlerini talanla sağlayan göçebeler olduğunu söylemiştir. Bu görüşmede Basri Paşa, Fahrettin Paşa’ya Lawrence isimli bir İngiliz casusunun adının Araplar arasında çok konuşulduğunu da eklemiştir. Bu isyan hikâyesinde asıl dönüm noktasının ise Çanakkale Savaşı olduğunu belirten Basri Paşa Çanakkale’de yeniden İngilizlerin kuvvetlerini Mısır’a kaydırdığını söyledi. Bundan kuvvet alan Şerif Hüseyin de baş kaldırmaya başladı. Hatta Şerif Hüseyin’in oğlu Faysal İstanbul’dayken Çanakkale’ye giderek askerlerimizin başarısı için dua etmişti.(7) Haziran 1916’da ise Şerif Hüseyin “Osmanlı hükümetinin Müslümanların kutsal değerlerine çiğnediği” ve “Arapların haklarını çiğnediği” sözde iddiaları ile isyana başladı.(8) Şerif Hüseyin’in İngilizlerle ittifak yapıp Osmanlı’yı Almanlarla ittifak yaptığı için suçlaması da abesle iştigal etmektedir.

İsyanın başlaması ile birlikte askerler ile asiler arasındaki çatışmalar da başlamıştı. Neyse ki önceden tedbir alan Osmanlı ordusu bölgeye gereken takviyeleri sağlamıştı. Paşa’nın, askerlerin ve bütün Medinelilerin aklında tek bir soru vardı. Ya Şam-Medine demiryolu kapanırsa? Bu demiryolu Medine için hayattı. Bu demiryolunun kapanması demek Medine’nin, anavatan ile bağlantısının kesilmesi demekti. Ancak demiryolu çok uzundu ve ne Medine garnizonunun ne de Cemal Paşa’nın ordusunun demiryolunu korumak için ayıracak askeri yoktu. Sadece hat üzerindeki istasyonlarda çok az sayıda Osmanlı askeri vardı. Bunlar da yetersizdi. İsyancılar ise Medine’yi ele geçirmek için planlar yapıyordu. Lawrence geçimini talanla sağlayan düzensiz ve disiplinsiz olan Urbanlar ile Osmanlı ordusunun karşısına çıkılamayacağını çok iyi biliyordu. Bu yüzden vur kaç taktikleriyle saldırıyor, isyancılara ise “Eğer Medine’ye saldırırsak savaşta sizin peygamberimizin mezarı zarar görebilir o yüzden saldırmayalım.” diyordu. Bu arada ise Basri Paşa’nın Beyrut’ta tayini çıkıyor ve Medine muhafızlığı görevi Fahreddin Paşa’ya veriliyordu. Artık bütün yük onun üzerindeydi. İsyancılar demiryolu ile Medine’ye gelen trenlere saldırmaya başlamıştı. Bu saldırılar ile demiryolunu kapanacağı korkusuna kapılan halk Medine’den ayrılmaya başlamıştı. Fahrettin Paşa ise şehirde bulunan Kutsal Emanetleri düşünüyordu. Şehrin olası bir işgalinde talancı Urbanlar ve İngilizler tarafından bu emanetler yağmalanabilirdi. Nitekim 1806 yılında Vahabiler tarafından yağmalanmıştı.(9) Yine aynı şey tekrarlanmasını diye emanetlerin titizlikle listesini çıkaran Fahreddin Paşa çok gizli bir şekilde bu emanetleri İstanbul’a gönderdi. İstanbul’dan gelen telgraftaki liste ile elindeki listenin aynı olduğunu görünce de emanetlerin eksiksiz bir biçimde İstanbul’a ulaşmasından dolayı çok rahatladı. Daha sonra bu emanetlerin Türkiye’de kalması, İngiliz ve Fransızların güdümündeki Araplara verilmemesi için İsmet İnönü ve Şükrü Kaya Lozan Görüşmelerinde direnmiş ve başarılı olmuşlardır.(10) Yine dönemde İngiliz ve isyancı Arapların casusları tarafından çıkarılan dedikodular ve İngiliz uçakları ile şehri atılan propaganda haberleri ile mücadele etmek için gazetesi çıkarılması emrini veren Fahreddin Paşa askerlerin moralini de yüksek tutmak için güreş turnuvaları ve kompozisyon yarışmaları düzenliyoruz. Kuşatma altında bir yandan da şehrin imarı için uğraşan Paşa, Peygamber Efendimizin mezarına giden yolu yenilemiş ve orayı güzelleştirmek için uğraşmıştır. Öte yandan tren yolunun asiler tarafından kapanması ve telgraf hattını kesilmesi ile Medine’nin anavatan ile bağlantısı kopmuştur. Bu olay ile su ve yiyecek sıkıntısı da çekmeye başlayan Osmanlı ordusu her geçen gün askere verdiği yemeğin miktarını da kısmaya başlamıştı. İlaç sıkıntısı yaşanıyordu. Hastalıklar artmıştı. Tüm bunlarla birlikte şehrin direncinin kırılacağını düşünen Lawrence ve asiler Arap kabilelerinin askerlere yiyecek satmasın da engelliyordu. Açlık sorununa karşı Fahrettin Paşa’nın bulduğu çözüm sıra dışı idi. İlk başlarda yerli halkın çekirge yediğini görmüş ve diğer Osmanlı askerleri gibi bu duruma şaşırmış ve hatta iğrenmişti. Ancak yapacak bir şey yoktu. Askerlerine şehre sürü halinde gelen çekirgelerin yakalanmasını ve toplanması emrini veren Paşa askerlerinden yiyecek olarak çekirge yemelerini istemiştir. Bütün bu zorluklar içinde sonuna kadar Medine’yi savunmuşlardır.

Fahreddin Paşa’nın lakaplarından biri olan “Çöl Kaplanı” ifadesini Lawrence kullanmıştır. Paşa’yı ilk defa Medine’ye geldiği ilk gün gören Lawrence, Paşa’nın inatçı ve cesur biri olduğunu sezmiş “Sarışın birine benziyor oturuşu rahat ama her an bir kaplan gibi hareket etmeye hazır. Bir Çöl Kaplanı gibi…” demiştir.(11) Arap ayaklanmasında kilit rol oynayan Lawrence çok enteresan bir kişiliktir. Maceraya meraklı yapısı ve gizemli şeyleri araştırma arzusu ile Oxford Üniversitesi’nde Arapça profesörü olan D.G. Hogarth’ın dikkatini çekmiştir. Profesör kendisine Arabistan’da çalışmayı teklif etmiş ve Arapça dersleri vermiştir. Birinci Dünya Savaşı öncesinde Harran’dan Akka’ya kadar Osmanlı topraklarını gezmiş, tanımış, çeşitli maceralar yaşamıştır. 1914-1918 yılları arasında ise Mısır, Suriye ve Filistin’de görev yapmıştır.(12) 1916 yılında ise Arap Ayaklanmasına irtibat subayı olarak atanmış ve efsane olacağı göreve başlamıştır. Öte yandan tarihin en büyük hainlerinden olan Şerif Hüseyin ise 1852 yılında İstanbul’da dünyaya gelmiştir. 1893 yılında ise tekrar İstanbul’a çağrılan Hüseyin, Sultan İkinci Abdülhamit tarafından tehlikeli görüldüğü için İstanbul’da tutulmuş, 1908 yılında İttihat ve Terakki tarafından Mekke Şerifi olarak atanmıştır.(13) Şerif Hüseyin İngilizlerle anlaşıp Arap ulusunun tek kralı olma rüyası ile Osmanlı’ya ihanet etmiştir. Birinci Dünya Savaşı sonrasında ise İngilizlerle arası açılmıştır. İngilizlerin desteklediği Suudiler tarafından koltuğundan alınmıştır. Daha sonra da Kıbrıs’a sürgün edilmiş olan Şerif Hüseyin Ölüm döşeğinde sayıklarken ‘‘Osmanlı’ya kılıç çekmemeliydim’’ dediği ve lânete uğrama endişesi içerisinde olduğu rivayet edildi ama aradan geçen seneler bu rivayetleri de, endişeleri de haklı çıkardı. Kendisinden sonra tahta geçen çocuklarıyla torunlarının hiçbiri yataklarında can veremedi…(14)

30 Ekim 1918’de Mondros Ateşkes Antlaşması’nın imzalanması ile Osmanlı Devleti resmi olarak savaştan çekiliyordu. Antlaşma gereği Osmanlı Ordusu ve Donanması terhis ediliyor, askerler İtilaf Devletleri’ne teslim oluyordu. Lawrence ve asiler de İstanbul ile iletişimi kesildiği için ateşkes ilanından haberi olmayan Fahreddin Paşa’ya telsiz ile İstanbul Hükümetinin “teslim ol” emrini iletiyordu. Paşa ise vakit kazanmak için ilk başta cevap vermemiştir. Daha sonra ise bizzat İstanbul’dan gelecek bir Osmanlı subayı ile gönderilecek emre uyacağını söylemiştir. Bunun üzerine İstanbul’dan gelen Osmanlı subayı, Paşa’ya artık savaşın bittiğini, teslim olması gerektiğini, İngilizlerin padişahı eğer Medine garnizonu teslim olmaz ise İstanbul’u bombalamak ile tehdit ettiğini söyler padişahın ve hükümetin emri açıktı. Savaş bitti, anlaşma yapıldı, ülkenin güvenliği için teslim ol! Fahrettin Paşa ise bu emri veren padişahın ve hükümetin İngiliz baskısı altında olduğunu bu emrin hür irade ile verilmemiş olduğunu söyleyip emre uyumadı. Mondros’tan sonra tam iki ay on gün boyunca şehre teslim etmeyen Paşa, bazı subayların teslim olma önerilerine direniyordu Bu subaylar da teslim olmanın, İstanbul’un emrine karşı çıkmamanın daha iyi olduğunu savunuyorlardı. Çünkü İngiltere eğer Medine Garnizonu teslim olmaz ise tekrar savaşa başlayacaklarını söylüyordu. En sonunda bazı askerler tarafından derdest edilen Paşa askerlerin zoruyla teslim oldu.(15) Kılıcını isyancı çapulculara vermek istemeyen Paşa, Hazreti Muhammed’in kabrine bırakmıştır.(16) O’na emanet etmiştir.

Savaştan sonra önce Kahire sonra Malta’ya sürgün edilen Paşa, Ankara Hükümetinin uğraşları sonucu tahliye edilmiştir. İtalya, Almanya, Rusya yolu ile 1921’de Kars’ta anavatana kavuşmuş olup Kurtuluş Savaşı’na katılmıştır. 1922-1926 yılları arasında Afganistan Kabil elçisi olarak görev yapmıştır. Daha sonra ise Ankara Askeri Yargısında kendisine görev verilmiştir. 22 Kasım 1938’de hayata gözlerini yummuştur. Anılarını yazmasını isteyenlere ise “Bizler sadece vazifemizi yaptık ve görevimiz orada bitti.” diyerek ne kadar koca yürekli olduğunu göstermiştir.(17)

1-) Sinan Meydan, “Fahrettin Paşa’dan İsmet Paşa’ya Kutsal Emanetler”, Sözcü, 25 Aralık 2017.

2-) İsmail Bilgin, Çöl Kaplanı Fahrettin Paşa Medine Müdafaası, İstanbul, Timaş Yayınları, 2019, s.252.

3-) Bilgin, a.g.e., s.35.

4-) Bilgin, a.g.e., s.35.

5-) Bilgin, a.g.e., s.36-37.

6-) Bilgin, a.g.e., s.36-37.

7-) Bilgin, a.g.e., s.40-52.

😎 tr.m.wikipedia.org/wiki/Arap_Ayaklanması

9-) Meydan, a.g.e..

10-) ismetinonu.org.tr/hazine-avcilari-ve-nigde-camileri-1942/

11-) Bilgin, a.g.e., s.73.

12-) Orhan Koloğlu, Lawrence Efsanesi, s. 16-18’den aktaran Bilgin, a.g.e.,s.71-72.

13-) tr.m.wikipedia.org/wiki/Arap_Ayaklanması

14-) Murat Bardakçı, “Yatağında Ölemeyen Lanetli Hanedan”, Hürriyet, 31 Ocak 1999.

15-) Bilgin, a.g.e., s.245-246.

16-) Bilgin, a.g.e., s.246.

17-) Bilgin, a.g.e., s.254.

Kaynakça

Sinan Meydan, “Fahrettin Paşa’dan İsmet Paşa’ya Kutsal Emanetler”, Sözcü, 25 Aralık 2017.

Bilgin, Şerif. Çöl Kaplanı Fahrettin Paşa Medine Müdafaası. 23.bs., İstanbul: Timaş Yayınları, 2019

tr.m.wikipedia.org/wiki/Arap_Ayaklanması

ismetinonu.org.tr/hazine-avcilari-ve-nigde-camileri-1942/

Murat Bardakçı, “Yatağında Ölemeyen Lanetli Hanedan”, Hürriyet, 31 Ocak 1999.

Bunları da sevebilirsiniz