Kıbrıs Barış Harekatı’nın bir gün öncesi. Yani tarih 19 Temmuz 1974!
Antalya’da inanılmaz bir sıcaklık var. Rüzgar hafif olsa da, ateş gibi çarpıyor yüzümüze.
Diyarbakır’da bulunan 8. Ana Jet Üssü’ndeki 181. Filo, tüm yönetimi, pilotları ve teknisyenleri ile Antalya’ya ‘intikal’ etmiş. Uçuş doktoru üsteğmen olarak ben de aralarındayım. Bizim dışımızda Merzifon’dan gelen bir F-100 filosu ile Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’na ait bir veya iki filo da orada. (8. Üs’te bulunan diğer filo olan 184. Filo ise Adana’ya intikal etmiş, Kıbrıs harekatına oradan katılacak)
O gün Antalya’da hem heyecanlı hem de coşkulu bir hava var. Ankara’dan gelen talimat gereği, yer altında bulunan savaş harekat merkezinde son brifinge giriliyor. Uçuş doktoru olarak benim de katıldığım bu toplantıda, ertesi sabah şafak vakti kalkacak uçakların hedefleri ve uçuş stratejileri pilotlara bildiriliyor.
Gazi (!) Oluyorum
Hiçbir pilotta korkudan eser yok. Filo Komutanı olan Binbaşı İlhan Başım, her zaman gülen yüzü ile arkadaşlarına güven ve sevgi dağıtıyor, genç pilotlar aralarında şakalaşıyorlar.
Filo Komutanı Başım’la birlikte uçaklara mühimmat yüklenen yere gittik. Orada da büyük bir heyecan ve coşku var.
Başım Binbaşı bana; “Gel doktor, yüklemeye yardım edelim,” deyince ağır malzemenin kenarından tutarak yardımcı olmaya çalıştım.
O sırada küçük bir kıymık elime batınca; “Binbaşım lütfen şahidim olun,” dedim. “Burası savaş alanı olduğuna göre ben artık gazi sayılırım!”
Çok nazik bir insan olan Başım Binbaşı –içinden ne geçti bilmiyorum ama- gülerek karşılamıştı bu sözlerimi.
Daha sonra bu şakayı, biraz da abartarak yıllarca kullandık kendi aramızda. Nasıl kullanmazdım ki! Kıbrıs Barış Harekatında gazi olmuş sayılırdım artık.
Jet filolarının, kentlerinde bulunduğunu duyan Antalyalılar, traktörler dolusu sebze ve meyve ile kurban etmek için hayvanlar getirmişlerdi hava alanının dış kapısına.
Onları gören pilotlarımızdan ağlayanlar olmuştu o günün duyarlığı içinde.
181 Filo’daki çok sayıda arkadaşım arasında, Muzaffer Süzek ve Fethi Gülbaran’la olan anılarım belleğimde çok canlı…
O akşam yemeği kentte yemiş, çok erken başlayacak olan harekat için erkenden yatmıştık.
Ve Harekat Başlıyor
20 Temmuz sabahı 04:00’te uyandırılmıştık. Hazırlıklardan sonra gündoğumu ile başlayacak harekat için uçaklar pist başına yürüdüğünde heyecan doruktaydı.
Her ne kadar istihbarat bilgileri gelmişse de, nasıl bir durumla karşılaşacağımızı bilmiyorduk. Akdeniz’de düşman savaş gemisi görünmüyor, en yakın Yunan üssü ise Girit’te bulunuyordu. Ama yine de bir sürpriz olursa canımız yanabilirdi.
Uçaklarımız üçlü kol halinde kalkacaktı. Her kol arasında sanıyorum beşer dakikalık bir zaman vardı.
Ve ilk üçlü kol havalandığında kulağımız radyodaydı.
Başbakan Bülent Ecevit şunları söylüyordu;
“Kıbrıs’a indirme ve çıkarma harekatına başlamış bulunuyoruz… Sadece Kıbrıs Türklerine değil, Rumlara da barış getirmek için yola çıktık. Allah milletimizi ve insanlığı felaketlerden korusun!”
Kısa aralıklarla radyoda yinelenen ve çoğumuzu ağlatan bu sözlerin arkasından Ayla Algan’ın söylediği;
“Bir başkadır benim memleketim!” şarkısı, duyguları en yüksek noktaya taşıyordu…
Gülbaran Korkutuyor
Uçaklarla her türlü haberleşme, güvenlik nedeniyle kesilmişti. Öngörülen dönüş zamanı yaklaştıkça, yerde onları bekleyen bizler için gerginlik tavan yapmıştı.
Acaba bir sorunla karşılacaklar mıydı?
Tam o sırada ilk gidenlerin dönmeye başladığı görüldü.
Ama o da ne? Üç değil iki uçak dönmekteydi.
Herkes buz kesmiş bekliyordu. Diğer uçağa ne olmuştu?
Derken, arkadan bir uçağın gelmekte olduğunu gördük.
Sevinelim mi, üzülelim mi karar veremedik.
Bu tek uçak üçüncü uçak mıydı, yoksa bir sonraki üçlü koldan dönebilen tek uçak mıydı?
Korkunç bir bekleyişten sonra, rahat bir soluk aldık. İlk kolun üçüncü uçağıydı dönen…
Geciken pilot, benim sevgili kardeşim Fethi Gülbaran idi.
Uçaktan indiğinde filo komutanı Başım Binbaşı’nın kızgın;
“Neden geciktin?” sorusuyla karşılaştı. Kızmaması olası değildi çünkü gerçeği öğreninceye kadar ölüp ölüp dirilmişti.
Gülbaran bir şeyler anlatmaya çalıştıysa da Başım’ın gözleri havada, dönmekte olan diğer kolları saymaya devam ediyordu.
Bu yazıyı yazarken Gülbaran’ı aradım ve adını yazıp yazamayacağımı sorarak, izin istedim.
“Elbette”, diyerek güldü ve olayı bir kez daha anlattı;
“Abi sorma! Görevimizi tamamlayarak dönüşe geçmiştim ki, telsizim arıza yaptı. Bunun üzerine hemen yakınımda bulunan uçakları benimkiler sanarak onların peşine takıldım. Meğer bunlar Malatya’dan gelen F-100’lermiş. Bir süre onlarla gittikten sonra yanlış yolda olduğumu anlayarak Antalya yönüne döndüm!”
Bir süre için bizi çok korkutmuş olsa da, güzel bir anı olarak kaldı belleklerimizde…
Kıbrıs Barış Harekatı ile ilgili başka anılarım da var elbette. Rahmetli Ecevit, benim o dönemde uçuş doktoru olarak Antalya’da bulunduğumu öğrenince heyecanlanmış ve ABD temsilcisi Sisko’yu nasıl oyaladığını anlatmıştı.
Elbette yaşadığımız büyük acının da öyküsü belleğimde. Kocatepe’nin yanlışlıkla vurulması sonucu Antalya üssünde yaşanan büyük üzüntü…
Rahmetli Ecevit’in yurtseverliğini sorgulama ayıbını gösterenler, aynaya baksınlar.
Yaptıkları vurgun ve soygunları, tüm ulusal varlıklarımızı yabancılara peşkeş çekmelerini ve de FETÖ’yü elleriyle nasıl büyüttüklerini düşünerek vicdanlarıyla hesaplaşsınlar…