Floyd Cinayeti ile Irkçılığın Kökeni Bugün Önemli Oldu!

Irkçılığa giden yol sömürgecilikle

başlar, kölecilikle devam eder…”

B. BRIDGE1

Haziran ayında ABD’nin bir güney eyaletindeki Minneapolis kentinde bir zenci olan George Floyd yersiz bir polis şiddeti sonucu öldü, öldürüldü. Bu cinayet olayı Amerika için pek olağandışı bir olay sayılmazdı.

Sekiz dakikanın resmi

Ancak “Korona Günleri”nin özel durumu yüzünden olsa gerek gergin, tepkiye ve harekete hazır Amerikalılar işi biraz büyüttüler. Protesto ettiler, ama konuyu yerel bir polis cinayeti durumundan çıkardılar. İş, Amerika’daki ırkçılık boyutuyla ABD’deki başka bölgelere taşındı. Ama o da ne? Gösteriler Amerika-içi olaylar olmaktan çıkmış Avrupa’ya gitmişti.

Amerikan tarihindeki en geniş katılımlı gösteriler

Ve Avrupa’da ırkçılık karşıtı gösteriler, Avrupa tarihinin görmediği ölçülerdeydi.

 

Hollanda                                                                 İsveç

İlginç olan, Amerika’da zencilerin hedef alındığı ırkçılık, yalnızca bir “renk sorunu” olarak bilinir ve algılanırken, işin rengi değişmiş, bugün olmadığını varsaydığımız köleciliğe doğru uzatılmıştı. Bunun öyküsü hem uzun, hem de kısa. Şöyle:

Kölecilik, MÖ Akdeniz’de ortaya çıkmış, Grek ve Roma adlarıyla andığımız toplumların devletlerinde üretim sistemine dönüştürülmüştü. Bütün Akdeniz ve Karadeniz’e yayılmış koloni-limanlarıyla kent devletleri (Atina, Sparta) ve o zamanki bilinen dünyanın rakipsiz hakimi olan Roma İmparatorluğu, her likisi de köle emeğine dayanan üretim tarzlarıyla varlıklarını sürdürmüşlerdi. Ama köleci sistemin sınırları ve açmazları vardı. Son kullanım tarihleri geldiği, köleci üretim biçimi üretim ilişkilerinin gelişmesinin engeli haline geldiği zaman, devletleri, yapıları, toplumları tarih sahnesinden çekildi. Dilleri ölü diller arasına karıştı. Onlarla birlikte köleci üretim sistemi de öldü. Zaten dünyada başka bir yerde yoktu.2

Köleci sistemin mirası dünyaya köleci sistemi değil, yalnızca köle ticaretini vermek olmuştu. Üretim sistemi olmayan kölecilik, köle üretimi ve köle ticareti şeklinde devam etti. Gerek Greklerdeki ve gerekse Romalılardaki kölecilik, sınırları içinde olmayan bütün insanları, “yabancı”ları hedef alıyor, düşmanlarını tutsak ettiğinde köleleştiriyordu. Kendinden olmayanlar barbardı, bunlar da ilkönce komşulardı. O zamanlarda uzak yerlerden köle getirilmesi gerekmezdi, çünkü zahmetliydi (örneğin, Afrika’dan). O yüzden en yakındaki Slav toplumları ağırlıklı olarak köle kitlelerini oluşturdular. Avrupa dillerine de (hatta Arapçaya da) köle, kölecilik sözcükleri o kavmin adıyla girdi (Fransızcada esklave, İngilizcede slave, Almancada Sklave, İtalyancada schiavo, Arapçada çoğulu sakalibe olan sakleb vb.).

Yeni bir çağın açılmasıyla birlikte Avrupalılar kendilerine “yeni dünya”yı ve yeni dünyaları da açtılar. Okyanuslara çıktılar, Doğu’ya gitmek için yollar aradılar, Atlantik’i geçip Hindistan’a vardıklarını sandıklarında karşılarına başka bir kıta çıkmıştı. Sonra Afrika’nın güneyinden gerçek Doğu’ya ulaştılar. Durumun her bakımdan anlaşılması uzun sürecekti, ama vardıkları yerleri sömürgeleştirmekte hiç vakit kaybetmediler. Amerika adı verilen kıtada üretime giriştiklerinde insan-emek açığı ortaya çıktı. Yerlileri neredeyse yok etmişlerdi. İşte o zaman, köle ticareti önem kazandı, Afrika’nın insan kaynağı olarak önem kazanmasıyla birlikte. Afrika’da “köle olmak için yaratılmış insanlar” vardı. En çok Kuzey Amerika’ya, milyonlarca Afrikalıyı esir edip taşıdılar.

Bu süreçte iki olgu öne çıktı: Sömürgeler ve köle ticareti. İki işlev de “insanlar arasındaki eşitlisizliği” derinleştiriyor ve eşitsizliği görülmedik düzeylere çıkarıyordu. Bu gelişmeye bir kolaylaştırıcı unsur ve bir ideoloji lazımdı. Kendilerinin üstün olduğuna inanma. Bu ırkçılıktı. Sömürge halklarının ve kölelerin insan sayılmaması gerekiyordu. Ama ne yazık ki, onlar da insandı!3 O halde iki türlü insan vardı. Gelişen ve gelişemeyen, öğrenen ve öğrenemeyen, yapan ve yapamayan, bilen ve bilemeyen, mükemmel ve ilkel vb. İlk gruptan olanlar diğerlerine göre üstündü, ve onları yönetenler, güdenler, belirleyenler, tanımlayanlar onlardı, ama hep onlar olacaklardı.

Bunlara uygun bir Avrupalı pratiği yaşandı. Avrupalılar, ulaşabildikleri toprakları sahipleniyor, insanlarını alıyor, satıyor, çalıştırıyor, öldürüyor, sürüyor, göç ettiriyor, özetle onlara her istediğini yapıyordu. Bunlara hakkı olduğunu düşünmesi ırkçılık sayesindeydi. Avrupalıların dünya hakimiyeti, sömürü ortaklığına kıta dışından katılmalar yüzünden “Batı uygarlığı ve hakimiyeti” olmaya terfi etti. Bu ise, ırkçılığın yeniden üretimi demekti.

Gün geldi, köle ticareti güya ortadan kalktı, gün geldi, kapitalizm üretim ve ticaret olmaktan emperyalizme evrildi, gün geldi, sömürgeler kendilerini boyunduruktan kurtardılar, devletlerini kurdular, kendilerini bağımsız yaptılar, bunun mücadelelerini verdiler. Bugün açıktan köle ticareti yapılmıyor. Bugün sömürge imparatorlukları görünmüyor. Bu yüzden, örneğin, köle çalıştırmak değil de “köle gibi” çalıştırmak deniyor, sömürge değil de “yarı-sömürge” deniyor.

Şimdi öyküyü bağlayalım: Avrupalı, Floyd’u fırsat bildi şimdi geçmişteki bu ırkçılığı yaratan işlerinin hesabını soruyor.

En büyük sömürgeci İngiltere’nin insan tüccarları, köle sahipleri, İngiliz tarihinin bu ünlü kahraman ve itibarlı sömürge yöneticileri hatırlanıyor, ne için, heykellerini sökmek için. Bu cani ruhlu ırkçı “kahramanlar”ın heykellerinin kentlere yakışmadığı, hiç bir yerde olmaması gerektiği düşünülüyor. İngiltere’de ırkçılık karşıtları bu “kahramanlar”ın heykellerinin bir kısmını yıktı, parçaladı, denize ve nehirlere attı.

1636-1721 yılları arasında yaşamış Edward Colston’un adı birçok yere ve kuruma verilmiş. Politikacı Colston’un esas işi köle ticareti. Bu işten zengin olmuş. Öfke ve tepki gitti onu buldu, Bristol kentindeki heykeli denizin dibini boyladı. Ama yerine bir zenci kadın heykeli dikilmiş, ne güzel.

Yıkılan köle tüccarının heykeli yerine konan zenci kadın heykeli

Gene köle ticareti yapan saygın “Mr. Milligan”ın heykelini bu sefer indirememişler, çünkü onlar yıkmadan kaldırılmış. Sırada 60 heykel daha var, belirlenmişler ve kaldırılmaları isteniyor. Bunlardan biri Londra’da Belediye Başkanlığı yapmış W. Beckford.

Bir haber de Winston Churchill ile ilgili. Henüz bir heykeli yıkıldığı ya da kaldırıldığı öğrenilemedi, ama eli kulağında mı desek? Tarihe geçmiş önemli adamdır ama ırkçılığından, kıyımlardaki acımasızlığından hiç söz etmez İngilizler, biz edelim. 1915 Çanakkale Savaşında “zehirli gaz kullanmazsak kaybederiz” demiş, Türklere karşı zehirli gazın kullanılmasını hararetle savunmuş, ama onunkisi sıradan görüş değil, adam o günlerde savaşı idare eden bakan. Mevzilerdeki durumu gören ve bilen İngiliz generaller önlemişler, razı gelmemişler, çünkü kendi askerleri de ölecek, siperler çok yakın, hava da aksi gibi hep rüzgarlı. Ona kalsaydı, gene de kullanılırdı, neden biliyor musunuz, kendi siperlerindeki askerler arasında İngiliz yok. Hintli, Anzak ve diğer sömürgelerden. Ölseler de olur yani, yenebilmek için. Ve Çanakkale geçilmedi!

Zimbabve’ye “Rodezya” adının verilmesinin sorumlusu Cecil Rhodes de unutulmamış. Bir kampanya yürütülüyormuş.

İngiltere’den başladık, nedensiz değil, en büyük sömürgeci demişiz, öyle ki, dünyada hiç bir şekilde İngiliz sömürgesi olmamış sadece 22 ülke var. 192 ülke içinde sömürge olmamış, işgale uğramamış 22 ülke, yani gerisi bir süre de olsa İngiliz hakimiyetine girmiş.

İngiltere’de tartışılan şeylerden biri, eğitimde sömürgeciliğe, köle ticaretine yer verilmiyor olması. Yapılan bir araştırmaya göre, “şu an 128 üniversiteden yalnızca 24’ünün sömürgelerden çekilme konusunu işlediği” görülmüş. İlk, orta ve yüksek öğrenimdeki ırkçılığın izleri artık İngilizleri de rahatsız ediyor. İngiliz eğitimindeki ırkçılığın belirtilerinden biri de, genel anlamda müfredatlarda hiç bir siyahi yazarın kitabının bulunmaması.

Belçika’da ırkçılık karşıtları, tarihlerinin ünlü ve şanlı kralını, II. Leopold’ü (1835-1909) lanetliyor. “Kahraman” kral, Belçika sömürgesi Kongo’da kırım ve katliamlardan sorumlu. Ama ülkesine hizmeti çok çok fazla, Belçika’nın zenginliği oradan ve onun sayesinde gelmiş. Fildişi ve kauçuk için ölen, öldürülen insan sayısını kimse bilmiyor, kayıt tutulumamış. Kralın sömürgesi olan Kongo’nun, kendi ülkesi Belçika’dan 80 kat büyük olmasıyla övünmesi, sonraları bundan dolayı suçlanacağını hiç aklına getirmemesindendi elbette.

Afrika’ya geçiş yapınca, büyük, yeni ve özgün bir sorunun gündem hale geldiğini görüyoruz; adlandırmalar. Aslında pek yeni de sayılmaz, on yıllardır kıtadaki en büyük gölün adı için mücadele veriliyor; Viktoria Gölünün adı. Adı Neden Viktoria bu gölün, çok kimse bilmez. Afrika’yı keşfeden ve fetheden Avrupalıların işi tabii, Viktoria sömürgecilerin verdiği ad.

Devletin finansmanıyla gidildiği için hükümdara yaranma eylemi olarak İngiliz “kaşif ve fatih”, İngiliz kraliçesinin adını veriyor (1837 ile 1901 yılları arasında Birleşik Krallık’ta hüküm süren Kraliçe Victoria, İngiltere’nin en güçlü olduğu dönemde hükümdardı). Dünyanın çok yerinde hükümdarların hiç bir zaman gitmediği ama adlarının verildiği ülkeler, topraklar, adalar, denizler, dağlar vb. bulunuyor.

Gölün bir adı yok muymuş, var elbette, ama hiç kimse bilmez. Floyd sayesinde düşünebiliyoruz, İngilizlerin verdiği adı neden dolayı kullanmaktayız? Artık kullanmayalım! Oranın kendi adı var!

Amerika’ya dönelim!

Floyd’ün öldürülmesiyle köle ticareti arasında bağ kuruldu ya, köle ticareti de Amerika’nın keşfinin neden olduğu Avrupalıların kıtaya yerleşmesi yüzünden oldu ya, iş daha başında Kristof Kolomb’la ilişkilendirildi. Maryland Eyaletinde Baltimore kenti ile Minnesota Eyaletinde St. Paul kentinde bulunan Kristof Kolomb heykelleri yıkılarak indirildi. Baltimore’daki heykel deniz kıyısında olduğundan halat bağlanıp devrilmiş ve doğru denize atılmış. Başka bir yerdeki bir Kolomb heykelinin de kafası kaparılmış. Elbette her ayrıntıyı kurcalayacak değiliz, ama biraz da haksızca olmuş bu. Kristof Kolomb’un kaşifçi ruhu kıtayı “altından arındırma” işine sıcak bakmamış, bunu yapmak istememiş. Bu yüzden ilk seferlerden sonra yeniden gitmesine izin verilmediği gibi hayatının son dönemlerini zindanlarda geçirmiş. Soyguncu, talancı olmadığı için affedilmemiş yani. Böyle, ancak insanların duyguları ve öznellikleri değil, yaptıklarının sonuçları önemli oluyor hep.

ABD başkanları en çok neleriyle hatırlanır, öldürülmeleriyle. Hiç bir başka ülkede başkan ya da kral/imparator, Amerika’daki kadar kim vurduya gitmemiş. Biliniyor, ama modern devrimler tarihinde ikinci sırada olan Amerikan Devrimi, bugün, geçmişteki bazı başkanlarının kölecilikle ilgisi ve ilişkisi yüzünden hatırlanıyor.

Alman çok-yönlü bilimci ve devrimci Alexander von Humbold (1769-1859), Amerika’da bulunduğu dönemde ABD Başkanı Thomas Jefferson4 ile onun bitkibilim merakı dolayısıyla tanışmış, görüşmüş, ama sonradan pişman olmuş. Neden mi? Jefferson’un köleleri varmış. Onun köle sahibi olmasını kabul edilemez bulmuş, böyle bir insan, bir devrimci nasıl köleci olur diye düşünmüş, devrimci bilince ve bir devrimciye köleci olmasını yakıştıramamış.5

Gene bir ABD başkanı olan Abraham Lincoln (1809-1865), “ben bir köle olmak istemediğim gibi, bir efendi de olmak istemem” diyordu (1863).

Evet, başkanlarda gelişme var, ama buna ne demeli? Ünlü başkan Roosevelt.

Irkçılık karşıtı eylemlerin dünyayı sarması, Amerika’da “Teddy” lakaplı, 1901-1909 yılları arasında ABD Başkanı olan Theodore Roosevelt’in (1858-1919) “keşfedilmesine” yol açmış bulunuyor! 1906 Nobel Barış Ödülü sahibi6, doğa koruyucusu7 ve “Milli Kahraman”8 olan “Teddy”, en önemli ve en dikkate değer ABD başkanlarından biriydi. Etkili başkanlığı döneminde uluslararası alanda ses getiren çok önemli girişimlerle yeni doktrinlerin sahibi olmuştu ve büyük, önemli olayların merkezindeydi. Ancak küçük bir kusuru vardı. Amerikan köleciliğinden gelen ırkçılığın bir sözcüsüydü.

New York’taki Amerikan Doğa Tarihi Müzesi, eski Başkan Roosevelt’in müze önünde bulunan büyük heykelini kaldıracağını duyurdu. Çünkü protestocular müzeye dadanmışlar, at üstündeki başkan heykelini hedef almışlardı. Heykelin bir yanında bir zenciye, diğer yanında bir kızılderiliye yer verilmişti, ama iki figür, “boyun eğdirilmiş ve aşağılanarak tasvir edilmiş”lerdi.

Roosevelt’in atının iki yanında aşağı ırklardan iki insan

Amerikan ırkçılığı”nın, Avrupa ırkçılıklarından farklı olarak kendine özgü özellikleri var. Burada ayrıntıya girmeyeceğiz ancak yalnız önemli bir nokta üzerinde duracağız. Amerikan ırkçılığı, esas olarak belli iki gruba üstünlük taslamaktan ortaya çıkmıştır. Kızılderililer ve zenciler. Kızılderililer geldikleri kıtanın yerlileridir. Onlar topraklarına konmak için hedef alınmıştır. Aşağı, geri, ilkel, çaresiz ve zavallı olarak görülmeleri gerekiyordu. Zencileri ise Amerika’ya kendileri getirdiler. Esir edip getirebildiklerine, onlara her türlü insafsızlığı ve kötülüğü yapabildiklerin göre, onlar da aynı özellikteydiler. Dolayısıyla Amerika’ya Keşifler sonucu Avrupa’dan gelenler üstün oluyorlardı. Bugün sistemin sürdürülebilirliği, rollerin değişmemesine bağlıdır. Örneğin, eşitlik olmamasına, bırakalım eşitliği, “çaresizlik” ve “zavallılık”larının ortadan kalkmamasına bağlıdır. Sürdürülebilirlik, rollerin devamını gerektiriyor. Rollerin bırakalım değişmesini, sarsılmaması bile gerekmektedir. Bu bakımdan atın yanındaki iki insan ırkçılığın hedefi olarak vazgeçilmez ve başka bir şeyle değiştirilemez “üstünlük”lerinin simgelerdir.

Parçalanmasındansa efendice kaldırmanın daha yerinde olacağını anlamış müze müdürü (ya da müze başkanı) Ellen Futter, “ırksal adalet hareketinin genişlemesi”ni dikkate almıştı! “Floyd etkisi”, ırkçılığı öyle sarsmış ki, New York Valisi Bill de Blasio da kararı hemen destekledi, “heykel sorunlu”ydu, kaldırılması yerindeydi. (Roosevelt’in torunu da kararı desteklemiş, The Times’a bu konuda açıklama yapmış.)

Sömürgeciliğe karşı olmak!

Yüzyıllar öncesinin sistemi olan ve 20. yüzyılda sonlandırılmış bulunan sömürgeciğe bugün karşı çıkılması yersiz ve anlamsız mı? Bu soruya sömürgecilik sistemi artık olmadığı için ilk bakışta evet denebilir. Ancak sömürgecilik anlayışının ürettiği ırkçılığın halen devam etmekte olduğu düşünülürse, ırkçılığın iki kaynağından birinin sömürgecilik olması bakımından (diğeri köle ticareti ve kullanımı) ırkçılıkla mücadele için sömürgeciliğin mahkum edilmesi gerekir. Irkçılıkla mücadele, sömürgecilik ve köle ticaretinden ayrılamaz.

Geçmişte sömürgecilerin ve köle ticareti yapanların bugün kimler olduğuna bakıyoruz, karşımıza emperyalist ülkeler ve emperyalist dünya çıkıyor. Sömürgeci olmamış hiç bir mazlum ülke köleci de olmamış. Irkçılık ise sömürgeci olmayan yerlerde bulunmuyor. İhtiyaç yok çünkü.

Floyd cinayetiyle beklenmedik ve dünya çapında bir ırkçılık karşıtı dalga çıktı. Bunun daha da yükseleceği günlere gidiyoruz. Bu vesileyle dünyanın düzeni tartışılıyor, sorgulanan eşitsizlik, haydi hayırlısı.

1 Dr. Berna Bridge, “Irkçılık”, Aydınlık, (?) Temmuz 2020, s. 15..

2 Bu konuyla ilgili yazılarımıza bkz. “Kölecilik ve Köleci Sistemin Evrenselliği ile Avrupamerkezcilik”, Bilim ve Ütopya, sayı 302, Ağustos 2019 (s. 49-59) ve sayı 303, Eylül 2019 (63-70).

3 Sömürgelerdeki toplulukların bir tür hayvan oldukları ciddi ciddi ileri sürülmüş, hatta karara bağlanmak istenmiş, ancak olamamış, yapılamamıştı (“Valladolid İhtilafı”). 1550 yılında Amerika yerlilerinin insan olup olmadığı sorusuna yanıt bulmak için Kral V. Karl / Charles tarafından Valladolid kentinde düzenlenen toplantıda Kilisenin desteği ile insan oldukları kararı çıkmıştı. Kilise sayesinde çıkan karar Hıristiyanlığın onları kazanmasını sağlayacaktı, destek bu yüzdendi. Aksi halde Hıristiyanlaştırılamazlardı ve Hıristiyanlık yayılma gösteremezdi. Bilgi için bkz. John M. Hobson, Batı Medeniyetinin Doğulu Kökeni, YKY, İstanbul 2007, s. 172-73.

4 Amerikan Bağımsızlık Bildirisi’nin yazarı olan Thomas Jefferson (1743-1826), ABD’nin üçüncü başkanı olup, 1801-1809 tarihleri arasında iki dönem başkanlık yapmıştır. Büyük Fransız Devriminin en önemli destekçilerinden biriydi.

5 Bu konuda bilgi için, Ekim 2019 tarihinde dagarcikturkiye.com aylık internet dergisinde yayınlanan „Neden Dolayı Çok Büyük? O Kadar Çok Yönlü Ki, Neden Dolayı Büyük Olduğu Belli Değil: Alexand von Humboldt“ başlıklı yazımıza bakınız.

6 1904-5 Rus-Japon Savaşında arabuluculuk yapmaya soyunmuş ve tarafları bir masada buluşturmuştu.

7 Ormanların “milli değerler” olarak korunmasına öncülük etmiş ve federal toprakların içindeki ormanların bir kısmının “milli orman” statüsüne getirilmesini sağlamıştı.

8 İspanya’ya karşı bağımsızlık savaşı yürütmekte olan Küba’ya destek olmak için ABD’nin İspanyollara savaş açmasını savunmuş, 1898’de hükümetteki görevinden istifa edip Gönüllü Süvari Alayı’nı kurup oraya gitmiş ve savaşmış, böylece yararlılıklar göstermişti.

Bunları da sevebilirsiniz