Doğalcılık ve Ockham’ın Usturası

Doğalcılık (veya natüralizm), gerçekliğin nasıl olduğuyla alakalı bir görüştür. Genel anlamda bu görüşü savunanlara göre gerçekte olan her şey doğal olarak adlandırılabilir, başka bir deyişle doğaüstü hiçbir şey yoktur. Buna bağlı olarak doğa bilimlerinin de bu gerçekliği incelemede ayrıcalıklı bir yeri vardır. Kısacası felsefeci D.M. Armstrongun ifadesinden yararlanarak söyleyebiliriz ki doğalcılık, bütün var olanın uzay-zaman sistemi olduğu fikridir.i Daha belirli bir tanımı herkes tarafından kabul edilmese de, doğalcılık akademik felsefe ve bilim çevrelerinde son derece yaygın bir düşüncedir. Bu çevrelerin dışındaysa doğaüstü varlıklara inanç epeyce yaygındır. Bunun sebebi ne olabilir? Acaba felsefecilerin gözden kaçırdığı bir şeyler mi var?

Bu farklılığı anlamak için akademik felsefe içinde olup yine de doğalcılığa karşı tutum alan bir grubu inceleyebiliriz: teist felsefeciler. Teistlerin doğalcılığa neden karşı olduğunu görmek zor değil. Birçok tanrı tasavvuruna göre yaratıcı doğaüstü niteliklere sahip. Bunun yanında İbrahimi dinlerin içerdiği melekler, cinler ve benzerleri de doğaüstü varlıklar. Akademik çevrelerin dışında bu varlıklara yer yer hayaletler, gulyabaniler de eklenebiliyor. Son olarak bu listeye insan zihnini ve benliğini açıklamak için sık sık başvurulan ruh kavramı eklenebilir.ii Bütün bu kavramların doğaüstü kabul edilmesi, varlıklarını onaylayanların doğalcılığı reddetmesi anlamına geliyor.


Bu varlıkları kabul etmemede akademideki düşünürlerin motivasyonlarının başında doğa bilimlerinin olup biteni açıklamadaki yadsınamaz başarısı geliyor. Öyle görünüyor ki, şu an yetersiz olsalar da bilimler bir gün görünen dünyanın tamamını açıklayacak. Şu pekâlâ sorulabilir: bildiğimiz tüm olgular açıklansa bile, neden yine de üstüne bu varlıkları da kabul etmeyelim ki? Bu noktada bu yazının ikinci temel kavramından bahsetmeliyiz.

Ockham’ın usturası bir teoride varlıkların gereksizce çoğaltılmaması gerektiğini öne süren bir düşünce prensibi. “En basit açıklama doğruya en yakın olandır” gibi versiyonlarıyla da anılır. Bu çok etkili fikri, isminden de anlaşılacağı üzere, 14. yüzyılda yaşamış İngiliz filozof ve papaz Ockhamlı William formüle etmiştir. Prensibin kullanım alanıysa epeyce geniş: örneğin tıpta semptomlara uygun tanı koymaya çalışılırken en basit ve en az varsayımı içeren tanının tercih edilmesi gerektiği düşünülür. Baş ağrısı, bulantı, kusma ve ishal şikayetiyle başvuran bir hastada aynı anda gelişen beyin tümörü, mide ülseri ve çölyak hastalığı araştırmaya başlayabiliriz ama Ockham’ın usturası bize tüm belirtileri açıklayacak tek bir besin zehirlenmesi tanısına yönelmemizin daha mantıklı olduğunu söyleyecektir. “Toynak sesi duyarsan, önce zebraları değil atları düşün!”. Benzer şekilde, zihnin bütün işlevlerini (algılama, düşünme, hatırlama, benlik…) beyinde gerçekleşen mekanik süreçlerle açıklayabilirsek, sanıyorum ki bir çoğumuz bütün bunlara ek bir de ruh kavramına başvurmaya ihtiyaç duymayız.

Öyleyse, eğer doğa bilimleri dünyayı eksiksiz bir şekilde açıklayabilirse, Ockham’ın usturası gereğince ihtiyacımız olmayan doğaüstü varlıklara inanmamalıyız. Ancak doğa bilimlerinin açıklayıcı gücü de tartışmasız değil, özellikle insanları biyolojik ve fiziksel özellikleri açısından incelemenin insanı açıklamada yeterli olmayacağı sık sık iddia ediliyor. Hemen hiçbir görüşüne katılmadığım anarko-kapitalist ve kültürel muhafazakar ekonomist ve felsefeci Hans-Hermann Hoppe doğa bilimlerinin bu konuda eksikliğini şu benzetmeyle ifade ediyor: insanı doğa bilimleriyle açıklamak bir resmi bu şekilde açıklamaya benzer. Resmi oluşturan boyanın kimyasal yapısı ve tabloda nerede bulunduğunu belirlemek nasıl resmi açıklamakta yetersiz kalacaksa, insan da fiziksel ve kimyasal olarak tamamen açıklanamaz.iii Bu itiraza doğalcılığı savunanlar nasıl cevap verebilirler?

Belki de yapılması gereken doğalcılığı belli iddiaları kabul eden bir görüşten ziyade bir tutum olarak görmektir. Böyle düşünüldüğünde doğalcılık, gizemciliğe veya bir şeylerin akılla ve bilimle açıklanamayacağı iddialarına karşı yeri geldiğinde inatçı bir şekilde “Hayır, ben bunu araştıracağım ve anlayacağım!” diye karşı çıkmaya razı olmaktır. İnsanı, zihni veya fiziksel dünyayı açıklamada başarılı olamadığı anlarda irdeleyici düşünmeden vazgeçmek değil, tam tersine daha iyisini yapmaya çalışmaktır.

i D. M. Armstrong, A World of States of Affairs, 1997, Cambridge University Press, sayfa 5

ii Elbette ruhların (ve belki hayaletlerin) doğaüstü olmadığı iddia edilebilir. Ancak fiziksel olmayan, yer kaplamayan, ebedi olduğu düşünülen ve maddesel dünyayla nedensel iletişime geçmeyen bu varlıkların doğal olduğunu savunmak pek kolay olmayacaktır.

iii Dileyen okur, yazarın bu konudaki 2019daki konuşması The Failure of Ontological Naturalism (Ontolojik Doğalcılığın Başarısızlığı)i şu adreste bulabilir: https://youtu.be/sgQ6fq5Pjcs

Bunları da sevebilirsiniz