İnsanmerkezciliğin Sonu

İnsanlar her şeyin en iyisine lâyıktır!”

Çoğu insanın işitmekten zevk aldığı sözlerden biridir. Daha çok tek tanrılı dinlerin insanlara verdiği ileti olarak da bilinir. Her ne kadar, bu iletiyle birlikte insana, çevresine ve diğer canlılara saygılı ve koruyucu olması görevi yüklense de görevin o bölümü çok fazla alıcı bulmaz. Başka deyişle insanmerkezcilik anlayışına kutsal makamca da olur verilmiş olur.

Durum böyle olunca her şeyin en iyisini hak eden insan bu ereğe varmada sınır ve kural tanımaz. İnsanmerkezcilik güncel çevresel sorunların önde gelen nedenlerinden birisidir. Çevre konusunda en önde gidenlerin bile “her şeyin iyisine lâyık olmakla” bir sorunları olmadığına sıklıkla tanıklık ederiz. Çevre sorununa neden olacak hemen her adımın “insanca” bir açıklamasını bulmakta güçlük çekmez doğanın egemeni.

Uygarlık tanımlamalarında insanın doğaya egemen oluşuna da sıkça yer verildiğini okur ya da işitiriz. Bu ve benzeri hemen her söylem ya da tanımlamanın insan ve doğa ikiliği üzerine kurulmuş olduğu dikkatli gözlerden kaçmaz. Gerçekte ise, ikilikten çok etkileşim söz konusudur doğayla insan arasında. Etkileşim ise sorumluluk ve yükümlülük demektir. Nasıl ki özgürlük birey için sorumluluk ve yükümlülük doğurursa doğayla bütünleşme de insan için benzer görevler yaratır. Oysa, serbestliğin insana yük getirmediği gibi insanmerkezcilikte de en küçük sorumluluk ve yükümlülük yoktur.

Güncel sorunumuz Covid-19’la baş etmeye çalıştığımız bugünlerde dilimize yansıyan ayrıntıya dikkat çekelim.

Covid-19’la savaşımız……” tümceleri sıkça söylenir ve duyulur oldu. Covid-19’la savaşan kaç kişinin aklına etkenin de bir canlı olduğu, biz insanlar ve tüm diğer canlılar gibi evrimleştiği, küresel salgında yaşananın da bir evrim gerçeği olduğu geliyor diye sormak gerek!

İnsanmerkezcilik, insanı sorumsuz ve yükümsüz bir varlığa dönüştürürken insana doğa kaynaklarını kullanma hakkı verir. Bu eğilim doğal olarak insan ve diğerleri farklılaşmasına yol açar. Bu farklılaşma ortakyaşam olarak nitelenen simbiyozla yolların ayrılması anlamına da gelir. Ortakyaşam, dünyanın her türden canlıya ortam olduğu ve bu ortamın etkileşimli biçimde tüm canlıların yararına, en azından kimi canlıların zararına olmayacak şekilde düzenlenmesi olarak da tanımlanabilir. Bir yandan insanın her şeyin en iyisini hak ettiğine yönelik inancının her geçen gün pekişmesi diğer yandan ise hızla ilerleyen bilimsel ve teknolojik gelişme günümüz çevre sorunlarının başat nedeni olarak boy gösteriyor. İnsanın yalnızca kendi sağkalımı, uzun ve nitelikli yaşamı uğruna doğayla bütünleşmek yerine onunla savaşmayı seçtiğini şaşırarak ve ürküyle izledik, izliyoruz.

İnsanmerkezcilik anlayışının en azından benim anımsadığım kadarı ile belki de ilk kez doğa karşısında bu denli edilgen ve umarsız kaldığını söyleyebilirim. Doğaya ilişkin her ne varsa “eşsiz uygarlığı ve gelişmişliğiyle” yerle bir eden, dize getiren insan bu kez sert kayaya çarptı. Bu çağda sokağa çıkamamak başka nasıl açıklanabilir?

İnsanın değil ama insanmerkezcilik anlayışının bu yenilgisi Covid-19 korkusu bir yana bırakılırsa paha biçilmez dersler de verdi.

Kent sokaklarına yaban keçileri, yaban domuzları indi. İstanbul’dan bakanlar Uludağ’ı görme şansı yakaladılar. Uydu verileri hava kirliliği ve CO2 salınımının hava kirliliğinde gerileme yaratacak kadar azaldığını doğruladı. Sokağa çıkmanın kısıtlandığı günlerde martıların, kargaların ve başka kuşların önceden hiç tanık olmadığımız kadar rahat davrandıklarını, yaşam alanlarımıza yaklaştıklarını gözlerimizle görmüş olmalıyız.

Yadırgayanlar çıkacaktır!

Ama, yine de sözümüzü esirgemeyelim. İnsansız demeyelim ama ortamdan biraz olsun uzaklaşmış insan kurgusunun doğaya nefes aldırdığının altını çizmeliyiz. Covid-19 küresel salgınıyla zorunluluğa dönüşen insanın ortamdan uzaklaşması olgusu alışageldiğimiz eğilime aykırı olsa da doğayla bütünleşme bağlamında uygun bir gelişme oldu.

Korku ve ürkü içindeki insan bir yanda, karşı soluklanan doğa diğer yanda!

Covid-19 insanın soluğunu keserken doğaya soluk aldırdı demek hiç de yanlış olmaz.

İnsanmerkezcilik eğiliminin hem insan hem de doğa için zararlı olduğunu düşünen biri olarak bu konuya eğilmeyi sayısız kez aklıma getirmiştim. Covid-19 küresel salgını bu düşüncemi daha fazla ertelememem gerektiğini düşündürdü.

Geldiğimiz noktada insanın kendisini yücelterek dünyaya ve canlılık ortamına kayıtsız koşulsuz egemen olması düşüncesini gözden geçirmesini gerektiriyor.

Hem de hemen ve ivedilikle.

İnsanlar her şeyin en iyisine lâyıktır!” güzellemesinden uzak durmak insanı değersizleştirmez! Tersine, doğayla bütünleşmiş, doğanın egemeni olmaktan vazgeçmiş ve onun bir parçası olmayı onur saymış bir insanlık esenliğe doğru yelken açmış olur.

Covid-19 küresel salgını ilâç ve aşı bulunamasa da kitle bağışıklığı kazanılmasıyla bir şekilde sonlanacaktır. İnsanlığın sınavı asıl bundan sonra başlayacaktır. Toplumsal, ekonomik ve kültürel bağlamda ortaya çıkacak olan ve korkarım ki yıkımla nitelendirilecek yeni dönemde insanmerkezciliğin masaya yatırılması gerekliliği ve ivedilikle bu doğa karşıtı yöntemden vazgeçilmesi görünen tek çaredir.

Yazının sonunda bundan tam 4 yıl önce yine bu köşede yazmış olduğum Antroposen başlıklı yazımı anımsadım. Kimi düşünürler Antroposen çağının geçen yüzyılın ortalarında başladığını savlasa da XIX. Yüzyılda bu başlangıcın iyice belirginleştiğini söyleyebiliriz.

http://dagarcikturkiye.com./antroposen-yd-1716.html

Çağa adını veren insanın bir an önce hatasından dönmesi ve hem kendi içinde hem de doğayla ilişkilerinde ortakyaşam kültürüne uygun tutumu benimsemesi gözüken biricik çıkış yoludur.

Ortakyaşam kültürü benimsendiğinde doğaya egemen olma ya da Covid-19’a savaş açma gibi aklıdan ve bilimden yoksun önermeler üretmeye gerek kalmayacaktır

Kaynakça

Cogito Üç Aylık Düşünce Dergisi. Yerküre Krizi, Dönüşen İnsan, Bahar 2019.

Bunları da sevebilirsiniz