Hayaller Göklerde ama Gerçekler Yerin Dibinde!

Anafikir:

Evet, hayaller göklerde. Ulu uyumları arıyoruz. Doğal hukuku istiyoruz.

Ama gerçekler yerin dibinde. Hala Ortadoğunun tunç yasası hakim: Kısasa Kısas.

Biraz sıkıcı olacak ama önce biraz bilgi:

Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 25. Maddesinin başlığı Düşünce ve Kanaat Hürriyeti’dir. Maddenin lafzı şu şekilde:

Herkes, düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir.

Her ne sebep ve amaç olursa olsun kimse, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; düşünce ve kanaatleri sebebiyle kınanamaz ve suçlanamaz.

Anayasamızın 26. Maddesinin başlığıysa ise Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti’dir.

Maddenin lafzı ise şu şekilde: Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmî makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar. Bu fıkra hükmü, radyo, televizyon, sinema veya benzeri yollarla yapılan yayımların izin sistemine bağlanmasına engel değildir.

Bu maddelere bakınca insanın ‘vay anasına ne özgürlükçü bir anayasamız varmış’ diyesi geliyor. Tabii, hikayenin sonunu kaçırmamak gerek. Anayasamızda tanınmış hemen her özgürlükte olduğu gibi bu yüce özgürlük için sınırlamalar mevcut.

Yine anayasamıza bakalım:

26. maddenin altında şu değişiklikler de yer alıyor:

(Değişik: 3.10.2001—4709/9 md.) Bu hürriyetlerin kullanılması, millî güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği, Cumhuriyetin temel nitelikleri ve Devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünün korunması, suçların önlenmesi, suçluların cezalandırılması, Devlet sırrı olarak usulünce belirtilmiş bilgilerin açıklanmaması, başkalarının şöhret veya haklarının, özel ve aile hayatlarının yahut kanunun öngördüğü meslek sırlarının korunması veya yargılama görevinin gereğine uygun olarak yerine getirilmesi amaçlarıyla sınırlanabilir.

(Üçüncü fıkra mülga: 3.10.2001—4709/9 md.)

Haber ve düşünceleri yayma araçlarının kullanılmasına ilişkin düzenleyici hükümler, bunların yayımını engellememek kaydıyla, düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetinin sınırlanması sayılmaz.

(Ek: 3.10.2001—4709/9 md.) Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetinin kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunla düzenlenir.

Bu sınırlamaları gördükten sonra insanın özgürlük ümidi yitecek gibi oluyor. Sınırlamalar bunlarla da sınırlı değil. Kaynağını anayasadan aldığı söylenen yasalarda da birtakım sınırlandırmalar var. Uygulamalardan söz etmek dahi istemiyorum. Uygulamada yaşanan aksaklıklara odaklanmaktan uygulanmayıp ‘güzel vaatler’ olmaktan öteye geçemeyen yasalara bakamıyoruz bile. Bir de bu uygulamalara ek olarak hakimlerin yaşadıkları baskıyı düşündüğümüzde, özgürlüğün göğün kaçıncı katmanında olduğunu düşünmek bile insanı yoruyor.

Türk hukuk sistemi kaynağını Kıta Avrupası Hukuk Sisteminden alıyor. Benimsediği felsefe ise doğal hukuk felsefesi. Bu anlayışa göre, insanların doğuştan, devredilmeyen hakları vardır ve hukukçunun (ya da daha genel olarak insanlığın) amacı doğadan geldiği düşünülen ve arzu edilen hukuku temsil eden doğal hukuku yeryüzüne indirmektir. Bu anlayışa göre yürürlükteki (mevzu) hukuk ile doğal hukuk arasında bir uzlaşmazlık söz konusudur. Yürürlükteki hukuk yasa koyucunun yazılı hale getirdiği veya bir şekilde ete kemiğe büründürdüğü hukuk anlamına gelir. Anlaşılacağı üzere, yürürlükteki hukukun arzu edilirliği yasa koyucunun insafına, yasa koyucuyu belirleyen toplumsal, ekonomik ve siyasal ilişkilere bağlıdır. Dolayısıyla, arzu edilir hukuktan verilen çeşitli ödünler nedeniyle uzaklaşılmıştır.

Hukuk sistemimiz bu arzu edilen hukukun peşinden gitmektedir. Önce haklar belirlenir, devlet çeşitli taahhütlerde bulunur, sonra çeşitli ilkelerle bu taahhütlerini ve tanıdığı hakları sınırlandırır. Zira hukuk yaratılırken ve uygulanırken içinde yaşanılan toplumu düşünmek gerekir.

Sözgelimi, çok eşlilik, töre cinayeti gibi toplumsal olgular vardır. Medeni hukukumuz arzu edilir hukukun o derece peşindedir ki bu olgulara rağmen çeşitli ilkeler kanunlaştırılmış ve bu olgular hukuki bulunmayıp adeta hedefe oturtulmuştur.

Ama egemenlerin çıkarına aykırı konular söz konusu olunca her nedense arzu edilir hukuktan ödün vermek ‘anlaşılır’ bulunuyor. Öyle ki egemenlerle açıkça karşıt olduğu izlenimini veren gruplar, ‘incindikleri’, ‘kısasa kısas anlayışını benimsedikleri’ yahut ‘siyasal mücadelenin gereği’ için bu ödünlere katılıyor.

Bunun son örneklerinden birini Pınar Fidan adlı kara mizahçının gösterisinde yaşadık.

Olayı hatırlayalım:

Ülkemizde git gide yaygınlaşan, ABD-İngiltere kaynaklı kara (hatta yer yer sert) mizah anlayışını benimseyen stand-up gösterilerinden birinde Pınar Fidan adlı komedyen Alevileri ti’ye almış, gösterinin içerisinde bir yerlerde de Sivas katliamını alaya almış fakat esasında katliamcı zihniyeti eleştirmişti. Bu gösterinin ilgili anlarını bağlamdan kopuk bir şekilde dinleyen Alevi hassasiyeti yüksek kişiler ve her nedense Türk sağına yakın bazı kimseler Pınar Fidan’ı hedefe oturtmuş, Alevi örgütleri Fidan’a dava açmış; Pınar Fidan adeta linç edilmişti. Pınar Fidan bu linçten hayli bunalmış olacak ki kendisinin de Alevi olduğunu belirtme ihtiyacı duymuştu.

Anlaşılan o ki Pınar Fidan baltayı taşa vurmuştu. Artık cezası kesilmeliydi. Ekşisözlükten kendisi hakkında yazılanlardan bir demet sunmakla yetineceğim:

  • alevileri aşağılayıp hakaret içeren ve hedef gösteren iğrençliklerle dolu saçmalığını komedi diye pazarlamaya çalışan kişi. alevi kurumları hakkında hukuki süreci başlatmışlar. 
    https://www.facebook.com/…oxmde1odezmtg2mjm4nda5oq/

    sivas katliamını yaşayan ve kardeşini orada kaybeden tiyatrocu serdar doğan‘ın bu rezaletle ilgili açıklaması:
    “tiyatroya; 1992 yılında altındağ belediyesi şehir tiyatrosunda başladım. madımak katliamından bir yıl önce. pir sultan derneğinde; ankara deneme sahnesinde; 9 eylül gsf yazarlıktan mezun oldum. öğrenciliğim,15 yıldır kendi tiyatromda devam ediyor. soytarı ile komedyen arasındaki farkı iyi bilirim. vicdan; ahlak; akıl yoksunu bu yaratık; onmaz acımızı; 8 saat taşlanarak yakılan çocuk-kadın- sanatçı 33 insanımızın “ ateşini” sevdiklerinin acısını ; soytarılığına malzeme etmiş. kendi gibi boş beyinsizlerde gülüp- alkışlıyor… bu tür mikroplar varken; koronadan dünya yıkılsa ne olur? yarından sonra dünya sana dar olacak. madımak davasının avukat ordusuyla bu hadsiz- haysiyetsiz duruşunun bedelini suçu- suçluyu övmek ile mahkemede ödeyeceksin. tanıyan varsa bu vicdan- akıl yoksununa haber versin. değil sahneye, ekrana; sokağa çıkamayacaksın zavallı ahlaksız.”
    https://www.facebook.com/…717651&id=100005880943814

    not 1: aleviler üzerine mizah yapılmaz mı? elbette ki yapılır. aleviler eleştirilmez mi? elbette ki eleştirilir. üstelik; alevi felsefesi tüm bunları hoşgörüyle kabullenir. fakat burada ne eleştiri, ne de mizah sözkonusu.

    söz konusu olan; çok net bilinçaltındaki cehaletin cürretkarlığı ve devriye inancından ötürü aslında zaten alevi inancında olmayan cennet-cehennem kabulündeki cennete gitme kodlamasını bile egemen inancın kalıpları ve pratikleri üzerinden algılayan birisinin sözde bir ofansif mizah icrası olarak alevilerle dalga geçmesidir. sözde komedi adına aşağılama ve katledilmelerinin meşruluğunu, cahilane bir üslupla dışa vurumudur.

    bunu yapan mahlukun alevi kökenli bir aileden olup olmamasının hiçbir önemi olmadığı gibi, beslendiği iğrenç bilinçaltındaki sorunlardan ötürü bu rezaletinin daha da trajik bir hal almasından öteye gitmez.

    hiçbir inanca veya kültüre, özellikle acıları üzerinden böylesi bir ironinin komedi olarak pazarlanmasının kabul edilecek bir yanı olmamakla beraber, o muazzam ofansif mizahıyla aynı ironiyi, aşağılamayı ve acılarıyla dalga geçmeyi bu ülkedeki mevcut egemen inançtakilere yapabilir miydi? ya da yaptığına dair en ufak bir bilgi veya görüntü var mı?

    yok. olamaz zaten çünkü yemez. o zaman aynı yememe hassasiyetini herkesin acıları için yapmak zorundadır. aksi takdirde varsa bu ülkede hukuk denen şeylerin kırıntıları hesabını vermelidir!

    not 2: katliamda babasını kaybeden zeynep atıok’un burada ifade ettiği gibi insanların acılarının üzerine yaptığı hadsizliği ofansif mizah diye geçiştirip, instagram’da “sizinle uğraşmazdım ama ironi yaptım ya ne abartıyorsunuz” tarzı üstenci açıklaması, başta bu katliamın acısını yaşayan kişiler olmak üzere insanlarda öfkeyi misliyle artırmıştır. bu kibir abidesi, hadsiz mahluku savunmak için özelden hakaretler yağdıran gerizekalıların da tez zamanda benzer acılar yaşayıp bunun ofansif mizahıyla kahkahalar atıp neşelenmelerini dilerim!

    not 3: pınar fidan nezdinde özellikle sosyal medyada bir kadına bedeni üzerinden cinsiyetçi hakaretler edenlerin dili en az onun kullandığı dil kadar iğrenç. bu tarz bir dil ne “incinsen de incitme” diyen bir inanca, ne de insanlığa sığar!

18.03.2020 23:43 ~ 20.03.2020 23:29 pompeu fabra 

 

yaptığı şey iğrenç bir iştir. kara mizahmış, ironiymiş falan, bu kavramlar neymiş google’dan bakıp gelip ahkam kesenler var. sivas katliamı hala dosyası açık, sorumlularının cezalandırılmadığı, yarası açık bir insanlık suçudur ve özellikle bir alevi tarafından böyle komedi malzemesi yapılması kabul edilemez. bu anlamda sonuna kadar eleştiriyi hakediyor. ancak kendisine seksist küfürler eden, hakaret eden ve hatta tehdit eden kimseler var ki çok yanlış. yaptığı işi elestirmek sonuna kadar hakkımdır, beni incitmiştir her şeyden önce. ama o kadar. fazlasını yapan da benden değildir. 

 

18.03.2020 23:44 ~ 20.03.2020 12:51 kocgiri 

 

  • mizah yaptığını zanneden zavallı biri. içimden çok daha fazlasını söylemek geliyor ancak böylesine bir tipin yüzünden mahkemelik olmak istemiyorum.


    utanmaz kadın. yahu şu sözleri söylerken hiç mi ulan ben ne yapıyorum, ne saçmalıyorum hissi gelmez? videoyu izleyince her saçmalayışında yerin dibine girdim utandım be kadın. yuh sana yuh ki ne yuh!

18.03.2020 23:50 ~ 23:53 johnmctavish 

 

madımak’ta yakılarak katledilen onlarca insan üzerinden espri yapmaya çalışan aşağılık tip.


ek: madımak’a gelene kadar söyledikleri (seversin sevmezsin) mizahın bi’ parçası olarak görülebilir. alevilerin cemevlerinden çok meyhanede olması gibi. üstelik birçok alevi de güler eminim buna ancak işe madımak’ı karıştırırsan o iş olmaz.


”ofansif mizah” diyenlere 
https://twitter.com/…ema/status/1240398061060468736

18.03.2020 23:51 ~ 19.03.2020 01:27 otomobil osman 

 

  • oha lan bu nasıl video. 


    yargılanması gereken pislik.

    edit: sinirden yargılanma yazmışım sahneye çıkmasın kafi.

18.03.2020 23:53 ~ 19.03.2020 00:04 the father who must be killed 

halkı kin ve düşmanlığa sevk eden insan diyecem olamaycak, hayvan desem bu kadar günahkar olmaz o zavalilar. görünmeyen düşman diyoruz ya hani bu işte onların görüneni, bunlar ülkenin en büyük düşmanları.

18.03.2020 23:57 celnisa 

ağzından pislik dökülüyor, aşağılık esprilerini komik sanıyor

18.03.2020 23:57 eyamerika 

 

Bundan sonra da yorumlar devam ediyor. Pınar Fidan’a saldıran kadar kendisini savunan ya da en azından kendisine yapılan saldırıları kınayan onlarca yorum var. İlk iki sayfadan aldığım bu yorumların ardından, her sayfada en az 7 yorumun yer aldığı 202 sayfa daha doldurulmuş durumda.

 

Pınar Fidan’a dair olumsuz yorumlar özetle şu şekilde:

1) Böyle mizah olmaz.

2) Böyle mizah olsa bile bu cezalandırılmalı. (çünkü nefret söylemi içeriyor)

3) Böyle bir mizah anlayışı olsa bile bu örnek kendine özgü nedenlerden hoş karşılanmamalı, yargılanmalı yahut yasaklanmalı ya da hiç değilse kınanmalı.

 

Pınar Fidan’a dair olumlu yorumlar özetle şu şekilde:

1) Böyle bir mizah olur ama bu kötü olmuş. Gülmeyin eleştirin ama yargılamayın yahut linç etmeyin.

2) Böyle bir mizah olur; bunda olumsuz bir şey yok.

3) Böyle bir mizah olur; üstelik komik.

4) Böyle bir mizah olsun olmasın; bunlar gerçek düşünceleri olsa bile yargılanmayı gerektirmez.

 

Şahsen ben espriyi komik bulmadım. Öncesi ve sonrası izlenince hazırlıksız yapılan bir komedi gösterisinde hayli komik bir dizi esprinin ortasında söylenmiş sözlerden ibaret bu üstü kapalı eleştirilerin çıkış noktası Alevi birisinin (Pınar Fidan’ın dayısının) sosyal medyada yaptığı çifte standartlı bir yorumdur. Pınar Fidan’ın eleştirileri ise Alevi cemaatinin tamamına yöneliyor.

Eleştirisi ise sanırım şu: Aleviler uğruna mücadele ettikleri cemevlerinde ibadetlere katılmıyorlar.

Eleştirisinde Alevileri katletmeye kalkanlar cemevlerine saldırıyor ama amaç daha çok Alevi öldürmekse meyhane ve barları basmak daha doğru olurdu. ”Ya da gidip hepsini bir otele doldurup yakabilirsiniz” diyor.

Bu konuşmadan Aleviler öldürülmelidir veya iyi ki öldürülmelidir mesajını çıkaracak kişinin okuma-anlama düzeyini tartışmaya açmak lazım.

Ama her nedense bu sonuç çıkarılmış; kimi daha insaflı yorumcular ise bunun bir şaka konusu yapılmaması gerektiğini belirtmiş.

Yukarıdaki sonucu çıkaranlara diyecek sözüm yok. Ne de olsa yazacaklarımı da büsbütün yanlış anlayabilirler.

Gelelim, Sivas Katliamı gibi dramların şaka konusu yapılıp yapılamayacağına.

Buna yanıt vermek için önce şu ifadeyi açalım: ”yapılamaz”. Bu dramlar şaka konusu yapılamaz denirken acaba yapılması hiçbir yerde doğru değildir mi denmek isteniyor yoksa ülkemizde yapılmamalıdır mı denmek isteniyor; belli değil. Eğer yer sınırlaması olmaksızın mesele tartışılırsa, bu gibi olaylar hatta daha trajik olayların, mesela Yahudi Soykırımının şaka konusu yapılabildiğinin sayısız örneği var. Dolayısıyla, yapılabilir. Ama denilebilir ki bu yine de doğru değildir. O zaman da bunun niçin doğru olmadığının gerekçelerine bakmak gerekir.

O gerekçelerin gerisinde çok ciddi bir kültürel-toplumsal ayrım olduğu muhakkak.

Yazının başında belirttiğim üzere Kıta Avrupası hukuk sisteminde arzu edilir bir doğal hukukun peşine düşülmüş olup bu anlayışa göre devletin görevlerinden biri de yurttaşlara analık-babalık yapmak, onların incinmelerinin, zarar görmelerinin önüne geçmektir. Tabii, bir zarar verilecekse bunu ancak devlet ve devletin ileri gelenleri yapabilir. Mesela silahlanmak bu hukuk sistemlerinde kesinlikle yasaklanmıştır. Birisi öldürülecekse bunu devlet yapmalıdır. Benzer şekilde nefret söylemi yahut insanların dışlanması kesinkes kötü karşılanır. Oysa bunu devlet pekâlâ yapabilir. Bir halkın var olmadığını, dilinin olmadığını, ibadetlerinin olmadığını devlet pekâlâ öne sürebilir. Bunun örnekleri yalnızca ülkemizde değildir. Aynı şekilde Avrupa’nın en ‘demokratik’ ülkelerinde de görebiliriz bunun örneklerini. Daha geçen yıllarda ‘Ermeni Soykırımı yalandır’ diyen Doğu Perinçek’e, Yusuf Halaçoğlu’na yasak getirmedi mi o koca demokratik merkezler. Üstelik sözde soykırım iddialarını reddetmeyi, hem de bilimsel temelde reddetmeyi nefret söylemi kapsamında ele aldılar.

İspanya’da Katalanlara benzer baskılar yapılmadı mı? Hala yapılmıyor mu? İngiltere İrlanda halkına yapmadı mı aynılarını? Elbette, yaptılar. Görüldüğü üzere, devlet epey bir konuda tekel. Neoliberalizm belki bu sorunu da çözer. Artık bunlar ihaleyle yapılır belki. Sahi, ABD’de olan da bu değil mi? Blackwaters, … ‘sesli düşünüyorum yalnızca’.

Pınar Fidan örneğine dönelim.

Kıta Avrupası hukuk sisteminin aksine Anglo-Amerikan sisteminde ama özellikle Amerikan sisteminde idarecilere karşı bir yargı vesayetinden söz edilir ve bu vesayet altında düşünce ve kanaat özgürlüğü mutlaktır. Elbette, halk bu özgürlüğü kullananlara karşı baskı kurma, onları dışlama veya kınama yöntemlerine başvurabilir ama devlet bu özgürlüğe karşı bir tedbire başvuramaz. İşte bu nedenle ‘siyasal doğruculuk’un kalesi ABD’de halk içerisinde yapılan etnik veya milli şakalara hiç karşılanmaz. Oysa biz arkadaş arasında bu şakaları çok kolay tolere edebiliriz. Ama ne zaman ki bu şakalar kitleler önünde yapılır; az önce aynı şakaya gülenler birden kitle için en doğru olanı yapan ‘devlet’ kisvesine bürünüp sağa sola ceza buyurmaya başlar. ABD’de (ve biraz da İngiltere’de) ise durum bunun tam tersi. Eğer bu sözler, ‘stand-up gösterisi’ yazan bir çatı altında sarf edilirse durum hepten değişir. Öyle ya ‘bağlam her şeydir’. Orada her şey serbesttir. Bizde bu tür bir serbestliğe erişmek için ya adı tarihe geçmiş bir bilge olmalısınız (Nasreddin Hoca gibi) yahut da anonimleşmelisiniz (Bektaşi gibi). Meclisteki kürsü dokunulmazlığı bile bizde bu özgürlüğü sağlamaz. Bırakın böyle sulu şakaları, gerçekleri dile getirmek bile güç bizde, hem de mecliste, özgürlüğün en çok kayırılması gereken yerde.

 

Pınar Fidan ilk değil, son da olmayacak ne yazık ki! Oysa youtube vs. olmasaydı ve bu esprileri bize has ‘elitlerin’ olduğu yerde oturabilseydik belki biz de katıla katıla gülebilecektik ya da en azından ‘bu ne ya’ deyip geçiştirecektik. Ama o bağlamdan dışarı taşınan bir konuşma, dışarıda bir kitle imha silahı muamelesi gördü.

Aslında Pınar Fidan’a teşekkür etmek lazım. Türkiye’de Ricky Gervais’in veya Louis CK’in niçin olamadığını gösterdi bize. Oysa zamanında CNBC-e kanalında yayımlanan South Park dizine ne çok gülmüştük. Saddam, Şeytan, İsa, Musa gibi kutsal veya politik figürleri alabildiğine eleştiren bu çizgi dizi birçoklarımızı esir almıştı; üstelik çoğu bölüm o kadar komik de değil. Ama işte İngilizce olunca fark edilmiyor. Belki de aynı dilin sözcükleriyle konuşmamak iyidir böyle zamanlarda. Çünkü aynı dilin sözcükleriyle konuşunca insan hemencecik aynı dilde konuştuğunu zannediyor. Ne üzücü! Toplumumuz öyle bölünmüş ki yalnızca değerlerimiz değil, kullandığımız dil bile ayrılmış.

Pınar Fidan linç edildi. Yeni mizahçılar çoktan korkutuldu. Belki de en doğrusu ayrıcalıklı bir mizahseverler kulübü açıp oraya tekrisle insan almaktır. Ne de olsa söylediğin mesaj karşıdakinin anladığı kadardır.

Evet, hayaller göklerde. Ulu uyumları arıyoruz. Doğal hukuku istiyoruz.

Ama gerçekler yerin dibinde. Hala Ortadoğunun tunç yasası hakim: Kısasa Kısas.

Öyle değil mi? Sahi ya bu şaka Sunnilerle ilgili olsaydı!

 

Bunları da sevebilirsiniz