Köy Yollarında

Ekim 2019’da 110’uncu doğum yıldönümünü kutladığımız 202. Piyade Alayı Komutanı (1959-60, Erzurum) babamız Kurmay Albay Ali Behiç Ergenekon’un (1909-2001) babası ve Büyükbabamız Dedeoğlu Sarı İbrahim bir sabah aniden hayata veda ediyor:

Harp Akademisi Yzb. Ali Behiç Ergenekon Ankara, 1943

Babamın Ölümü

Yıl bin dokuz yüz onbeş, babam hasta yatıyor; yaşı da henüz kırk beş, melül mahzun bakıyor.

Osmanlılar dönemi, Yurt cehalet içinde; Karanlık gece gibi dolmuş beynin içine.

Çaresizlik yüzünden, kimi “Tütsü” yapıyor; Kimi “Softa” elinden, Muska yazdırıp boynuna takıyor.

Ortada ne doktor var ne de derde deva bir ilaç; pek fakir olanlar, ekmeğe muhtaç!..

Köycülük

Anam gencecik bir dul, beş çocuğun anası; bana diyor ki “Ey oğul! Sen ol evin babası”.

Yaşım ise henüz altı, neyler bu zavallıcık. Ne üstü var ne altı; giydiği posttan çarık.

Annemin kararı şu: Bir daha evlenmemek; ne abla, ne de komşu öğüdünü dinlememek.

Bir kez koymuş aklına, yaşamla savaşmayı; sığınarak Tanrı’ya Dağ ve tepe aşmayı…

Yüreğinin acısını, uğraşılarla ezmek; kocasına olan vefayı herkese ispat etmek.

Üvey baba elinde, bizleri, ezdirmemek; bu özveriyle de kendini mutlu etmek.

Kararı izleyen gün, hazırlıklar başladı; ablalarım pek üzgündü, evde yalınız kalacaklardı.

Sabah erken kalkarak, düştük yollara… Takkalı Dağı’nı aşarak, açıldık ufuklara…

Babamdan kalan eşek, yüküyle gidiyor önden; bense onu güderek yürüyorum peşinden.

Anam yanımda gider, sığınarak Tanrıya; “Muhtaç etme bizi” der değersiz kullarına!..

Uğranılan ilk durak, “Anap Vadisi”ndedir. Adı “Başarakavak”, hala belleğimdedir.

Yolun sonu gelmiyor, sille’dedir bir ucu; gittikçe yol uzuyor, görünmüyor “Kalburcu”

Ben cılız bir çocuktum ki, yürüdükçe yoruldum; gücüm, takatim ne ki? Annemden medet umdum.

Kah anamın sırtında, taşınarak dinlendim, kah yürüyerek yollarda, üzülerek inledim.

Köyün son hedefine gün batmadan ulaştık, yeğenim Mithat Ağalarda geceledik.

Karısı Ayşe ve Fatma analarla tanıştık. Bunca söylenen sözler, tek bir günün hikayesi;

Bizi gören herkes der: “Bu, bir Tanrının cilvesi”. Durmadan bir yıl süren, köycülük hayatımız; Üzüntülerle geçen acıklı yaşantımız. Bir cins bitki otunun yuvarlak tohumlarını ateşe serpip dumanı üzerinden geçmek. ‘Annem kötü niyetli kişilerin dikkatini çekmemek için, eşeği yürütmek vazifesini bana vermişti’ der babamız.

Anılarında Sille Mormi Mahalle Mektebi’nden falaka cezasına çarptırıldığı için okuldan kaçtığını, nedeninin ise Kur’an’ın kenarına bir kaplumbağa çizmiş olmasıdır. Sorunu anlayan Binbaşı Ali Rıza Bey’in hanımı, Belekler köyü (Ilgın) imamının kızı babaannemiz Alime’yi ikna eder. Ali de her zamanki gibi dini vazifelerini yerine getireceğine söz vererek annesinin onayını alır. Böylece küçük Ali 1920’de memur ve subay çocuklarının gittiği Rehber-i Hürriyet İlkokulu’nun 2. sınıfına 206 numarayla kayıt olur. Babası Dedeoğlu Sarı İbrahim 5 yıl önce vefat ettiği için o günleri görememiştir. Dersler her sabah “güneş saatiyle” 2.30’da yani her gün batımında saatin 12:00 olarak ayarlanmasına göre hesaplanması nedeniyle sabah 9:00’da başlar. Ama Ali daima geç kalır çünkü bağ bozumu zamanıdır. Üzüm yüklü eşekle önce 7 km. Konya pazarına yürür, sonra hayvanı hana bağlayıp okula gider. Bu durum dikkati çekince müdür çağırır, açıklaması anlayışla karşılanır. Soğuk kış gecelerinde Alime Anne beş çocuğuyla tandıra sokulur. Yüzleri sıcaktan kızarırken sırtları soğuktan üşür. Anneleri sevecenlikle onlara masallar anlatır:

GÜNEŞ ve HAYAT (1946)

Hayat, fecirle başlar… Doğar güneş ufuktan; aydınlanır ovalar O sırma saçlarından…

Edalı bükülüşle yükselir de göklerde; gururlu bir gülüşle yer bulur gönüllerde.

Şenlenir hep çiçekler, göğüs açarlar renk renk… Uçuşur kelebekler, semada öbek öbek…

Yükselir kayalardan yanık bir kaval sesi; duyulur bayırlardan bir kuzu melemesi…

ÖMÜR (1997)

Şen günler bir kırlangıç, sanki vuruyor kanat; kederli günler sanki, kurulmamış bir saat

Biri rüya tadı, biri de şeref için kadı, ikisinin de asıl adı; Saadet ve Selamet (1997).

Üstleri tarafından takdir edilen, astları tarafından sevilen, askeri ikna ile terbiye eden; ressam, heykeltraş, şair, hatip, mutasavvıf; tiyatro, opera ve baleyi seven, annemle birlikte bizleri daima tarihi ve doğal güzellikleri olan yerlerde gezdiren, yurdumuz okulda eğitildiğimiz kadar, bizleri geliştirmek için yazları özel eğitim veren, güzel bir el yazımızın olmasına dikkat eden, sağlığımızı koruyan Silleli babamızı ve 90. doğum yıldönümünde Üsküdar, Salacaklı annemiz Uğur Özcan Ergenekon’u sevgi, saygı ve özlemle anıyoruz.

Bunları da sevebilirsiniz