Kendi Kültüründen Korkmak

Çağımızda gün geçtikçe hızlanan kültür erozyonu yaşıyoruz. Küreselleşme döneminin yanında getirdiği en büyük sorunlardan birisi bu kültürel kayıp ve yozlaşma. Tüm ülkelerin sonradan acısını daha çok hissedilecekleri kültürel kayıplar giderek artıyor. Aydınlarımız bu kültürel kayıpların tehlikelerinin farkında olarak çalışmalar yapıyorlar ama emperyalist yapı kültürel birikimin korunmasının önündeki en büyük engel. İnsanlık, tarihinden bu yana yaşadığı kültürünü koruyup geliştirmeli, gelecek kuşaklara aktarmak için yöntemler geliştirmeliyken, yıkıma uğrayarak yol alması ne acı. Kültürel varlığın ön şartı ve kaçınılmaz işlevi, insanoğlunun üyesi olduğu, içine doğduğu kültürel mirasını öğrenmek, yaşatmak sonraki kuşaklara aktarmak iken yabancılaşmayı ve bir kenara itilmeyi kabul ederek kültüründen korkması, ondan uzaklaşması garip bir ironi.

Yaşar Kemal; “Dünya binlerce çiçekli bir kültür bahçesidir, her çiçeğin bir rengi ve kokusu vardır” derken toplumların kültürel zenginliğini ve çeşitliliğini anlatır. Anadolu toplumunun kültürel yapısını çok iyi tanıyan yazar, “İnsanlık, her kültürün üstüne titremelidir. Binlerce kültür çiçeği, birini koparırsak, insanlık bir kokudan, bir renkten yoksun kalır” der.

Emperyalist güçlerin hegemonyasına kadar dünyanın her yerinde, özellikle Anadolu’da kültürler doğallığı içinde birbirlerini aşılamış, birbirlerini beslemişler, bu da toplumsal kalkınmanın temelini oluşturmuştur. Anadolu aydınlanması da bu tavırdan beslenmemiş midir?

Yıllardır kendisini bilim adamı, aydın diye tanımlayan ırkçı zihniyetinin doğurduğu ilkel dayatmalar ne yazık ki, çok kültürlülük olmaz mantığıyla temel kültür zenginliğimizi yok ediyor. Bundan en çok beslenen de emperyalist güçler olmuyor mu?

İlkel ve üstün insan modelini yaratmayı amaç edinen emperyalist güçler, kendilerini haklı sayarak insanları ilkelleştirmeye ve onlara yapay kültür ve uygarlık götürme savaşındalar. Ülkemizde, yıllardır süren ırkçı oyunlar oynanmasaydı Anadolu’da zaten var olan ve birbirini beslemeye devam edecek olan kültürler bileşimi sayesinde ilkel insan kalmayacaktı, böylece zorla dayatılan yapay enjeksiyon geri tepecekti, gerçek demokrasi ortamı sağlanabilecekti.

Temel Anadolu kültürüne arkamızı yaslarsak, (hala geç değil) kültürler yine birbirini aşılayabilir ve çağdaş uygarlık düzeyinde barışçıl bir toplum inşa edilebiliriz.

İnsanlık, insanca yaşamanın ne olduğunu kavrayıp, mutluluğu güzelliği seçecekse, bu önce evrensel insan haklarından, sonra da evrensel sınırsız düşünce özgürlüğünden geçer. Ülkemiz insanının insanca yaşaması, kültürel zenginliğini emperyalizme yem etmemesinden geçer.

Bin bir çiçek kokulu Anadolu kültürünü yok etmenin, bölmek, parçalamak amaçlı olduğunu hala neden farkına varmıyor, karşı güçlere karşı direnmiyoruz?

Bizdeki etnik köken ve mezhep sorunlarına benzer sorunlar bazı Avrupa ülkelerinde de yaşanmadı mı? Onlar bu sorunları, kültürel ve sanatsal yollarla çözmediler mi? Katalanları ele alalım. Yüzyıllardır İspanyollarla savaşan Katalanlar sonunda ülkeleriyle bütünleşti, hem de kendi kültürel zenginliğini ülkelerine katarak. Bu birleşme, sadece İspanya ve Katalanlar’ın barış içinde yaşamalarını sağlamadı, dünya kültürünü zenginleştiren sanatçıları da ortaya çıkardı. Miro, Tapies, Dali, mimaride Gaudi, Bofill, müzikte Albeniz, Casals, Caballe, Carreras ve niceleri.

Çok şanslıyız ki, Anadolu çok kültürlü, çok dilli, çok dinli bir hazine. Çünkü, Anadolu hem Akdeniz, hem Mezopotamya, hem Kafkasya, hem Karadeniz, hem Ege’dir. Bu kültürler tarih boyunca birbirini beslenmişlerdir. Bu etkileşimin temeli bilinen tarihle Hitit’ler ile başlıyor. Farklı kültürleri, farklı dinleri ve farklı dilleri aynı vatanda birleştirme mantığı binlerce yıl öncesine, Hitit Devletine dayanıyor. Hititlere “bin tanrılı ülke” denmesi de bundan değil mi?

Çünkü Hititliler, ülkelerine kattıkları topraklardaki halkın kendi dilini ve dinini kullanmasına hep izin vermiş, hiçbir zaman kendi dili ve kendi tanrılarını onlara dayatmamış, bunu zenginlik olarak görmüştür. Bence bugün binlerce yıllık bu büyük uygarlıktan öğreneceğimiz çok şey var.

Milattan önce Anadolu’nun sadece Ege kıyılarına bakacak olursak bile ne çok dilin ne kadar çok kültürün birbirini beslediğini görürüz. Bu kültür bileşimi Milet filozoflarını, Homeros’u insanlık kültürüne armağan etmemiş midir?

Yasaklar, Anadolu’nun birçok kültür birikimini canice yok etmeye devam ediyor. Çok kültürlü Anadolu’da Türk kültürünü egemen tek kültür yapmak isteği, başka halkların kimliklerini ve kültürlerini yok etme uğraşları, ‘Köy Enstitüleri’nin ve Halk Evleri’nin planlanmış bir şekilde yok edilmesi!

Böylelikle ortada cılız bir kültür kaldı. Çerkezler, Lazlar, Kürtler, Süryaniler, Kafkaslar, Aleviler; bildikleri kendi dillerini yıllarca kullanamayınca onlardan kültür birikimlerini yazıya dökmeleri ve kuşaklara aktarmaları beklenebilir mi? Türkülerinin, ağıtlarının tınıları gelecekle kucaklaşabilir mi? Bütün bunlardan görüyoruz ki, mozaik kültürler ülkesi Anadolu’da tek bir kültürü dayatmak bizi fakirleştiriyor, dalları göğe yükselen bir ağacı kökünden sarsıyor.

Çok kültürlü olmaktan neden korkuyoruz? Mustafa Kemal Atatürk’ün söylediği gibi, Türküm diyen herkes Türk’tür. Kültürü kimlikle tanımlamak niye?

Bugün geçerli sayılan kitle kültürü alçaklığı, acımasızlığı, vahşeti kışkırtıyor. Her gün kaç felaket haberi alıyoruz. Haberleri dinlemeye korkar olmadık mı? Merhamet, dostluk, barış, kardeşlik, insan hakları gibi kavramlar giderek timsahlaşan çevrelerde saflık sayılmıyor mu?

Oysa insanoğlu sosyal bir varlık ve dayanışma olmadan ayakta kalamaz. Ben yine de umudumu yitirmiyorum. Alçaklığın evrensel tarihi varsa, üzerinde yaşadığımız toprakların da binlerce yıldır merhamet ve hoşgörü ile yoğurulmuş çok zengin kültür sentezi var ve ben ona güveniyorum.

Bunları da sevebilirsiniz